Musîbetin son bulması için

Bazı dostlar; “Risale-i Nur sadâka-i makbule gibi Anadolu’yu cebel-i cudi hükmüne getirir; musîbet ve belâlara mani olur diyorsunuz. Halbuki Risale-i Nurlar’ı okuduğunuz halde felâketlerin ardı arkası gelmiyor. Nur hizmetleri bu gibi musîbet ve belâlara neden mani olmuyor?” diye sual ediyorlar.

Gelen ve gelmekte olan felâketlere ve belâlara Risale-i Nur’un mani olduğu şeklindeki ifadelerinin bize değil; Bediüzzaman’a ait olduğunu evvelâ belirtelim.

Hemen her mevzuda oduğu gibi bu mevzuda da bize göre onun teşhis ve tesbitlerinin doğru ve isabetli olduğu kesindir. Belâ ve musîbetlere karşı başka çare ve tedbirler olmakla beraber, en etkili çare Risale-i Nur’da tavsiye edilmiştir. Bilerek veya bimeyerek işlenen günahlardan vazgeçerek, amel-i salihlerle rıza-i İlâhî yolunda bir gayretin içine girilmelidir.

Okumadan, daha da önemlisi okuduklarımızla amel etmeden belâya, musîbete çare bulunamayacağı bedihidir. Düçar olduğumuz musîbet ve belâlara mani olacak derecede okuyup; daha da önemlisi oradaki hak ve hakikatlarla amel edebiliyor muyuz? Yoksa hak ve hakikatları yaşayıp, yansıtma noktasında hata ve kusurlarımız mı var? Yoksa harfiyen uymakla mükellef olduğumuz tavsiyeleri kulak ardı edip, Nurlar’a perde mi oluyoruz? Bütün bu ihtimaller ve riskler Üstadın, Risale-i Nur her türlü musîbet ve belâlara manidir şeklindeki tesbitlerine gölge düşüren ve müessiriyetine akamet düşüren haller olduğundan, kendimizi sorgulamamız gerekir.

Kendisine verilen öldürücü zehirlere ve hayatı boyunca düçar kaldığı onca hastalıklara karşı Üstadın tedbir ve çareyi Nurlar’la meşguliyette, Peygamberimizin (asm) münacatı olan Cevşen-ül Kebiri okumakta buldu. Ve “musîbet ve belâlar duânın vaktidir… Risale-i Nur’un şahs-ı manevinin duâları tesirlidir” diyerek duâ talebinde bulundu ve gece gündüz demeden duâ ve münacatlarda bulundu ve Şafi-i Hakikî de onun yakarışlarını kabul ederek şifayı verdi.

Dine gelen belâ ve musîbetlerden başka hiçbir belâyı, hiçbir felâketi musîbet olarak görmeyen Bediüzzaman, tahammülü mümkün olmayan musîbetlere bile hiç aldırmadan en önemli vazife bildiği Nur hizmetlerine bütün hayatını vakfetti.

“Musîbetlerin tenevvüü bana musıkînin nağmelerinin tenevvüü gibi geliyor” ifadeleriyle musîbetlerden değil havf edip, hizmetlerden geri durmak; tam tersine musîbet ve belâlardan şevke gelerek daha fazla hizmete koyulan böyle bir kahraman-ı İslâmın Talebelerine de onu örnek alarak ona lâyık hadim olmak yaraşır. İşte ancak o zaman Allah’ın şefkat ve merhametiyle millet olarak uzunca bir zamandır düçar olduğumuz musîbet ve belâlar son bulur.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*