Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz (mı)?

Image
Neden satılmasın ki? Serbest piyasa ekonomisi var. İnsanlar ve mallar dünya üzerinde özgürce dolaşma hakkına sahip. Pazar ekonomisi geçerli.
Herkes malını piyasaya sürer, talep varsa piyasada oluşan fiata göre malını pazarlar. Bu ister salyangoz olsun, ister istakoz, ister hurma veya zemzem. Kimse kimseye “Burada şu malı satamazsın” diyemez.

Öyleyse niye yıllardır bu söz aramızda dolaşıp duruyor? Kim demiş “Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz” diye. Belki bu sözü söyleyenin niyeti, “Satılması yasaktır” demek değil de, “Burada salyangoz yenmez, kimse böyle bir mala talip olmaz. Buraya salyangoz üretim çiftliği açmak isteyenler zarar eder” demek istemiştir diye düşünmek istiyorum. Ama bizim mahallede salyangoz satmak isteyen birisine de böyle bir uyarıda bulunmam.
İslâm dini, yasaklar üzerine bina edilmemiştir. İslâm orduları fethettikleri yerlerdeki mabetlere dokunmamışlar, gayrı Müslimleri de zorla Müslüman yapmaya çalışmamışlardır. Kılıç zoruyla ve can korkusuyla insanların bir inancı benimsemesi, kişileri münafıklığa sevk eder. Münafıklık ise, dinimizce küfürden daha kötü kabul edilmiştir. İnsanları münafıklığa sevk edecek bir durumun İslâm’da hoş görülmesi mümkün değildir. Müslümanların hâkim olduğu her yerde, her dinin mensupları özgürce dinlerini yaşamış, ibadetlerini kendi inançlarına göre yerine getirmişlerdir. İslâm ordularının girdikleri yerde İslâmiyet’in bu kadar çok benimsenmesi ve bu kadar hızlı yayılması ise, toprakların fethiyle değil, gönüllerin fethiyle olmuştur.
Atalarımızın İ’lâ-yı Kelimetullah için kılıca sarılıp seferlere çıkmaları, İslâm’ı başka toplumlara kılıç zoruyla kabul ettirmek için değildir. Zira “İ’lâ-yı Kelimetullah”ın manası, “Allah’ın adını yüceltmek” demektir. Yani adının ve gönderdiği dinin önündeki engelleri kaldırmak, O’nun yüce kelâmının üzerine örtülmek istenen inkâr ve isyan perdelerini yırtmak için mücadele etmek demektir. Yoksa, zorla ve kaba kuvvetle insanların kalbine Allah inancını yerleştirmek demek değildir 
Meselâ zulüm, Allah kelâmı önündeki bir perdedir. İnsanlara zulmedenler, Âdil ismini gizlemiş olurlar. Zulmü ortadan kaldırmak için cihad etmek, i’lâ-yı kelimetullah adına cihad etmek gerekir. Nitekim, Bizans tekfurlarının zulmünden bıkıp Osmanlı’nın adaletine sığınan bir çok Rum, kendi özgür iradeleri ile İslâmiyeti seçmişlerdir. Bazı tekfurlar da krallarının zulmünden kurtulmak için şehirlerinin ve kalelerinin anahtarlarını Osmanlılara teslim etmişlerdir. Nitekim, Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u fethettiğinde, Ayasofya Patriği, “Kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederim” diyerek, Müslümanların adaletini ve İslâmiyetin hakkaniyetini teslim etmiştir.
Cehalet, ilmin üzerinde, istibdad da fikir ve vicdanlar üzerinde tesis edilen birer baskıdır. Cehaletle ve istibdatla savaşmak da, i’lâ-yı kelimetullah için cihad etmek demektir. Zaten atalarımız da bunu yapmışlardır. İslâm ordularının yaptıkları fetihler, birer istilâ hareketi değildir. Adı üstünde “fetih”tir. Yani “açmak”tır. O toprakları veya mekânları, İslâm düşüncesine açmak hareketidir. Fetih, sadece toprakları İslâm’a açmak değil, kalpleri ve gönülleri de İslâmiyet’in güzelliklerine açma hareketidir. Yoksa, başka düşünceleri yasaklamak, başka inanç sahiplerini orada barındırmamak değildir.
İslâmiyet, başka inançlara mensup olanların dinlerini yaşamalarına mâni olmadığı gibi, yaymalarına da mâni değildir. Yeter ki fikirler ve vicdanlar üzerine baskı yapılmasın, insanlar bir takım dayatmalara maruz bırakılmasın. Zaten İslâmiyet gibi parlak bir nur varken, insanların mum ışığı aramalarına ihtiyaç yoktur. Aklı başında olan hiç kimse, elmas dururken cam parçalarına talip olmaz. Yeter ki biz o güneşin önünde perde olmayalım, o elmas değerindeki mücevheri güzelce teşhir edelim.
Misyonerlerin faaliyetlerinden endişe edip, “Din elden gidiyor” diye telâşa kapılmak sahip olduğumuz değerlerin farkında olmamak demektir. Bırakalım Hırıstiyanlar da kendi inançlarını serbestçe yaşamaya/yaymaya çalışsın. Böylece Müslümanların da başka ülkelerdeki İslâmî faaliyetlerine mâniler çıkartılmasın.
“Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz” sözü ile, başka dinlere mensup olanların dinlerini yaşamaları, hatta dinlerini tanıtmak ve yaymak için gayret göstermeleri, büyük bir tehlike olarak görülüyorsa, asıl tehlike burada başlıyor demektir. Biz böyle dersek, onlar da çıkar, “Hırıstiyan mahallesinde zemzem satılmaz” diyebilirler. Eğer böyle bir inatlaşma ve kamplaşma olsaydı, bugün Avrupa’da yüzlerce cami inşaa edilemez, İslâmiyet bütün renkleri ile oralarda serbestçe yaşanamazdı.
Bırakalım onlar kendi inançlarını pazarlasınlar, biz de kendi dinimizi tebliğ edelim. En etkili tebliğ metodunun ise, lisan-ı hâl olduğunu unutmayalım.
“Eğer biz doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan fevc fevc dahil olacaklardır.”  (Münâzarât, s. 86)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*