Müslümanlar, İslâma sarıldıkça ilerlediler

altEhl-i bid’a diyorlar ki: “Bu taassub-u dinî bizi geri bıraktı. Bu asırda yaşamak, taassubu bırakmakla olur. Avrupa taassubu bıraktıktan sonra terakkî etti.”

Elcevap: Yanlışsınız ve aldanmışsınız! Veya aldatıyorsunuz. Çünkü Avrupa, dinine mutaassıptır. Hatta bir adi Bulgara veya bir nefer-i İngilize veya bir serseri Fransıza, “Sarık sar; sarmazsan hapse atılacaksın” denilse, taassupları muktezasınca diyecek: “Hapse değil, öldürseniz bile dinime ve milliyetime bu hakareti yapmayacağım.”

Hem, tarih şahittir ki, ehl-i İslâm ne vakit dinine tam temessük etmişse, o zamana nisbeten terakkî etmiş; ne vakit salâbeti terk etmişse, tedennî etmiş. Hıristiyanlık ise, bilâkistir. Bu da mühim bir fark-ı esasîden neş’et etmiş.

Hem, İslâmiyet sair dinlere kıyas edilmez. Bir Müslüman, İslâmiyetten çıksa ve dinini terk etse, daha hiçbir peygamberi kabul edemez. Belki Cenâb-ı Hakk’ı dahi ikrar edemez ve belki hiçbir mukaddes şeyi tanımaz; belki kendinde kemâlâta medar olacak bir vicdan bulunmaz, tefessüh eder. Onun için, İslâmiyet nazarında harbî kâfirin hakk-ı hayatı var. Hariçte olsa, musalâha etse; dahilde olsa, cizye verse İslâmiyetçe hayatı mahfuzdur. Fakat mürtedin hakk-ı hayatı yoktur. Çünkü vicdanı tefessüh eder, hayat-ı içtimaiyeye bir zehir hükmüne geçer. Halbuki, Hıristiyanın bir dinsizi, yine hayat-ı içtimaiyeye nâfi’ bir vaziyette kalabilir. Bazı mukaddesatı kabul eder ve bazı peygamberlere inanabilir ve Cenâb-ı Hakk’ı bir cihette tasdik edebilir.

Acaba, bu ehl-i bid’a ve doğrusu ehl-i ilhad, bu dinsizlikte hangi menfaati buluyorlar? Eğer idare ve asayişi düşünüyorlarsa, Allah’ı bilmeyen dinsiz on serserinin idaresi ve şerlerini def’ etmesi, bin ehl-i diyanetin idaresinden daha müşküldür. Eğer terakkîyi düşünüyorlarsa, öyle dinsizler idare-i hükûmete muzır oldukları gibi, terakkîye dahi mânidirler; terakkî ve ticaretin esası olan emniyet ve asayişi kırıyorlar. Doğrusu, onlar meslekçe tahribatçıdırlar. Dünyada en büyük ahmak odur ki, böyle dinsiz serserilerden terakkî ve saadet-i hayatiyeyi beklesin.

Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektub, Yedinci Kısım, Üçüncü İşaret, s. 515

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*