Müslümanların kanına bigâne yazar ve editörlere dair

Menfaat üzerine cereyan eden dünya siyasetinin döktüğü kana, yaktığı cana ve çıkarttığı isyana, insaniyet ve İslâmiyet adesesinden bakmayanlara söylediklerimiz elbette garip gelecektir.

11 Eylül’den itibaren 21. yüzyıl Müslümanların maruz kaldıkları zulmün, tarz olarak öncekilerinden farklı olması, bize 11 Eylül’ün yeni bir milât veya yeni bir üslûp olduğunu gösteriyor. Türkiye merkezli nifak, hile ve manevî baskıların, haricî dinsiz siyasîlerce de örnek alındığı izlenimini alıyoruz. Yani Türkiye’de uygulanan münafıkane siyasetlerin, ikinci milenyumun başında global dinsiz ve tahripçi siyasetlere rehberlik ettiğini göroyoruz. Bu husus globalleşmeye de bağlanabilir.

Türkiye’mizde ve İslâm âleminde Müslümanlara zulmedenler, çoğu kez kanunlar perdesinde yürüyorlar. Nifak ve rüşvetlerle millî meclislere müdahale edip, masumların kıtalini kendi milletlerine icra ettiriyorlar. Tıpkı bizdeki 1924 meclisinden sonra olanlar gibi. Kendilerini haklı çıkaracak sebeplerin ihdası ve şartların oluşması için maddî-manevî fedakârlıklardan çekinmiyorlar. Kamuoyunu oluştururken en önemli ordularını, kalemlerini hasis menfaatler, kariyer ve şöhretler karşılığında satan gazeteciler teşkil ediyor. Hatta bunlardan bir kısmına Amerika ve Londra’daki enstitülerinde her türlü eğitimi vererek beynelmilel hale getiriyorlar.

DRAMATİK HİKAYELER

El- Kaide, cihad niyetiyle Afganistan’a gitmiş Arap gençlerinden oluşturulmuştu. Sovyet komünizminin mücahitlerce mağlûp edilmesinin intikamını Amerikalı Troçkiciler bir başka şekilde alacaklardı. Nifak önce isimden başladı ve kendilerine “Yeni Muhafazakâr” dediler. Bediüzzaman’ın tabiriyle dinsizlikte mutaassıp idiler. Mücahitlerden oluşturdukları grupları yavaş yavaş tedhişe yönelteceklerdi. Onları Carlos gibi şöhrete kavuşturacaklardı. Devrim ortak paydasında birleşiyorlardı… İkiz kulelerin içerden çökertildiğini Amerikalılar çoktan ispat ettiler, ama neoconların rüşvetleriyle yazanlar; El-Kaide, İslamiyet, Kur’ân, Araplar, Hicaz, İslâmî semboller ve Bin Ladin çerçevesinde Müslümanlara saldırmakta bir beis görmeyeceklerdi.

Kendilerine neocon diyen Troçki devrimcileri, Taliban kıyafetleriyle Afganistan’daki Budist tapınakları bombalayacaklardı. Sonra da NATO’yu da iğfal ederek Usame’yi bulmak üzere Kabil’e karargâh kurup hem Afganistan’da, hem de Pakistan’da onbinlerce insanı katledeceklerdi. En garibi ise bahsettiğimiz gazetelerin insan kanını donduran cinayetleri görmezlikten gelip, Taliban’ın aleyhine yazmaları olacaktı.

Yüzsüzlük… Aymazlık… Masumların kanlarıyla Kandahar kızıla boyanırken Troçkistlerin emrindeki gazeteciler Saddam’ın kimyasalları peşinde koşuyorlardı. Pespaye haberlerle kıyamet toplarını sayfa ve ekranlarından teşhir ediyorlardı. Zalim Hülagu’yu aratmayacak vahşetler bile beyefendilerin vicdanlarında yansıma bulamadı. Enstitülerin yetiştirdiği münafık, fırıldak, hokkabaz, yalancı ve zalim gazeteci tipinin böylesini ilk olarak görüyordu Müslümanlar.

Troçkicilerin Turuncularla birlikte global olarak yürüttükleri devrim ve tedhiş Müslümanlara karşı daha vahşi bir hal alıyor. Ama bir zamanlar Henry Kissinger’in komutasındaki bu global çetenin Latin Amerika’daki vahşetleri de çok derindir. İlginçtir ki oradaki diktatörleri Saddam, Kaddafi ve Mübarek kadar aşağılamadılar. Turuncucuların Kırgızistan’da döktükleri kanı Kiev, Belgrad ve Tiflis’te dökememeleri bahsettiğimiz farktan geliyor.

WİKİLEAKS GAZETECİLERİ…

İşgal, zulüm, katliam ve ihtilâllere gerekçe hazırlama işi, önce savaş lobisinin finanse ettiği enstitülerde başlıyor. İslâm âlemini kanlı çatışmaya sürükleyen Wikileaks’in üzerine Amerika’nın ve NATO’nun niçin gidemediği hâlâ bir istifham olarak duruyor. İlk başta ABD ve AB’nin esrarını kevgire çeviren bir hadise olarak servis edildi. Sonra bu neocon tezgâhın Yeşil Kuşağı çalıştı. Washingtonlu Marksist gazeteciler varsın Wikileaks’ın sızıntılarını yayınlayadursunlar. Fakat şu halleriyle devrimcilerin , emperyalistlerin kapital avında kullandıkları tazılardan pek farklı olmadıklarını herkes görüyor. Faturanın en ağır kısmı yine mâlûm gazetecilere çıkıyor. Irak’a demokrasi, demokrasi! diye koşuşturanlar bu defa bahar! bahar! diye insanlığı batıran alçakça vuruşları alkışlamaya başladılar.

Bazıları kostümlerini değiştirmeye bile ihtiyaç duymadılar. Dinî cemaatlerin mahrem toplantılarına, Avrupa’daki derin güçleri bilgilendirme brifinglerine ve Arap baharını koordine eden beynelmilel ajanların konferanslarına aynı yüzle katıldılar.

ÇOK BİLİNMEYENLİ BİR DENKLEM DEĞİL..

Resmî ve sivil devrimcilerin rüşvetleriyle yazan gazeteci ve editörler, çalışmalarıyla kamuoyunda hadiseleri tanınmaz veya takip edilemez hale getirdiklerini zannediyorlar. Yeterince kullandıktan sonra -güya- öldürüp Bahr-i Hint’e gömdükleri Üsame’nin birinci yardımcısı Ebu Katade’nin Londra’da ağırlandığının bilinmediğini zannediyorlar. 68 kuşağının azılı devrimcileri olan Saddam, Kaddafi, Bin Ali ve Mübarek gibi miadı dolmuş eski adamlarını değiştirirken tutturdukları “Arap baharı” türküsüyle birşeyler kurtabildiklerini zannediyorlar. Oysa El-Kaide’den devrimci Libya ordusu başkomutanlığına transfer olan Belhac ve Mısır ve Libya’dan Amerika’ya kaçarken oradaki zındıka enstitülerinde NLP uzmanı olmuş, sonra da Arap ihtilâllerinin genel koordinesine getirilmiş El-Cezire’nin patronu Mahmut Cibril gibi maşalardan Müslümanlar elbette haberdardırlar. Taliban’ın içine yerleştirilmiş El-Kaide’nin Suriye muhaliflerinin yardımına koşması (Zevahiri’nin beyanı) 11 Eylül ile günümüz arasındaki ilişkileri gösteriyor ki, dinsiz devrimcilere  ülkesini peşkeş çekmiş Katar Emiri’nin de, timsah gözyaşı dökmeye niyetlenen İsrail’in de, İsrail hizmetinde bölgedeki zulmün genişlemesine çalışanların da ve Kemalistlerle İsrail’in emrinde iş gören PKK’nın da süreç içindeki resim ve rolleri net bir şekilde görünüyor. Dolmakalemlerine vahşice katledilen Müslüman kadın ve çocuklarının kanını çekerek mesleklerini icra eden medya mensupları; ortak oldukları cinayetleri unutur görünebilirler. Varsınlar bizim de unuttuğumuzu veya bilmediğimizi zannetsinler. Fakat tarihin öyle bir rüzgarı var ki, hakikatlerin üzerine gerilen siyah perdeleri uçurur ve hadiseler tüm boyutlarıyla herkesçe okunur hale gelir. Tıpkı, tüm gizliliklerin deşifre edileceği zamandaki gibi…

Dünyada ve ahirette kara yüzlü olarak mazlumların karşısında hesap vermenin, savaş yangınlarında can vermekten daha dehşetli olacağına inanıyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*