Müslümanların yeni vatanı

Image
Henüz uğurladığımız Ramazan-ı Şerifte yeni bir tabirle karşılaştık: “Yeni vatanımız.” Avrupalılarla Asyalıların buluştukları iftar sofralarındaki bu kelime elbette ki Müslümanlara aitti. Babalarının veya dedelerinin vatanlarıyla irtibatları azalan ve alâkaları yalnızca tatile dönen bu nesil belki de haklıydı. Şu topraklara olan ilgisi Asya’dan daha fazlaydı.

Bir toplantıda eyaletin uyum bakanını takdim ederken Türkçe tercüme ve telâffuzda zorlanan Asyalı gencin hali, Türkiye ve Türkçeden önce başka bir coğrafya ve dilin geldiğini göstermişti.

Asya ve Afrika kökenli üçüncü kuşak için Avrupa “yeni vatan” olabilirdi, fakat Ramazan sofralarındaki izlenimlerimiz, Ramazan-ı Şerifin henüz gurbette olduğunu gösteriyordu.

Müslümanlarla Avrupalıların veya Hıristiyanların en yoğun biçimde Ramazan-ı Şerifin iftarlarında bir araya geldikleri ülkenin Almanya olduğunu düşünüyoruz. Diğer ülkelerden daha erken organize olan İslâm diasporası, mütevazi mekânlarına ve camilere komşularını dâvet etti. Bu bir Medinet´ün-Nebî geleneğiydi. Efendimizin ve Kur´ân´ın “ehl-i kitapla sofraya” dâvetine bir icabeydi. Peygamber dâvetine icabet eden Almanya Müslümanları yine aynı geleneğe riayet ile İsevî ve ehl-i mektep komşularını Ramazan sofralarına dâvet ettiler. Dâvetliler kervanına komşulardan sonra kiliseler, resmî dairelerdeki vazifeliler, mülkî amirler ve nihayet politikacılar da katıldı. Dikkatli bir nazar, bu dâvetliler dairesinin her gün biraz daha genişlediğine şahit olacaktır.

İftar sofralarındaki sohbetlerle, karşılıklı olarak kısa zamanda büyük bilgilenmelerin olduğunu, yanlışların tashih edildiğini ve önyargıların kalktığını yaşayanlar anlatıyorlar. Bilhassa Avrupalılar cephesinden çok verimli geçtiğini, bazen bir iftar akşamına aylarca yapılacak tetebbuatın sığdığını, müdakkik dâvetlilerin ifadelerinden öğreniyoruz. İbadethaneleri, ibadeti, geleneği, mutfak marifetleri ve tarihi “bir akşamcık” zaman diliminde kısmen yaşayan Avrupalılar, İslâmiyeti tanımakta geciktiklerini de satır aralarında söylemek durumunda kalıyorlar.

11 Eylül´le birlikte Avrupa’ya yayılan zehirli havanın tamamen kaybolduğunu söylemek için erken olduğuna inanıyoruz. Zira, neoliberallerin Amerikan iktidarlarında yine taarruzda olduklarına adım başı şahit oluyoruz. Bilhassa sefahetin tervicinde, psikolojik olarak hayatı dinsizlikle tanımlamakta ve toplum barışını dolaylı olarak dağıttıkları paralarla, sivil yollarla tahrip etmekte mahir olan bu kadroların mahiyetini Avrupa kamuoyu henüz tam anlayabilmiş değil. Neocon’lara nazaran daha sivil, derin ve münafıkane yürüyor bunlar.

Ramazan-ı Şerifin Avrupa’da gurbette olmasına bir sebep de Almanya’nın tutukluğudur. Düşmanlarının İkinci Dünya Savaşını müteakiben yaptıkları karşı propagandanın etkisinden tam kurtulabilmiş değil. Bütün Batı dünyası halklarından daha çok İslâmiyete taraftar oldukları halde, bilhassa İngiltere merkezli karşı siyasetlerin korkusuyla, Kur’ân’a açıktan taraf olamıyor. Avrupa’daki İsevî Müslüman iftar sofralarının yüzde altmışından ziyadesi Almanya’da olduğu halde, maalesef Ramazan-ı Şerif bu ülkede kendisini hâlâ gurbette hissediyor. Siyaset âlemi ve devlet ricalinin Ramazan-ı Şerife azıcık mesafeli durmasının arkasındaki sebebin “düşmanının karşı propagandası” olduğunu Müslümanlar hesaba katarak münasebetlerini tesis etmeli, diye düşünüyoruz.

Siyaset âlemi derken, siyasetçilerin ferdî mânâdan ziyâde şahs-ı manevî mânâsında Ramazan-ı Şeriflere sahip çıktıklarını da belirtmek isteriz. Hatta son zamanlarda bazı partilerin mahallî camilerde Müslüman cemaate iftar vermeleri de ilkler arasında sayılır. 27 Eylül’de yapılan genel seçimi de vesile ederek, Almanya’daki partiler Müslümanlarla münasebetini biraz daha sıklaştırdı. Avrupa devlet veya şahs-ı manevî olarak Türkiye’nin resmî politikasından daha çok Ramazan-ı Şerife saygılı olmasına rağmen, yine de Ramazan-ı Şerifin buradaki gurbeti devam ediyor.

Avrupa kiliselerinin gelenekselleştirdikleri Ramazan-ı Şerif” mesajlarına yer yer devlet ricalinin de katılmaları da serpilen güzelliklerden sayılmalı. Ramazan iftarlarına Almanya’dan sonra Avusturya, İsveç ve Norveç gibi kuzeyli ülkelerin sahip çıkmaları, tarihî irtibatları da çağrıştırabilir. Sömürgecilik siyasetiyle ilgisi olmayan ve hür ortamlarda Kur’ân’la muhatap olan ülkelerdeki saygının Fransa ve İngiltere gibi ülkelerde bulunmamasının sırrını elbette anlamışsınızdır. Bilhassa İngiltere ve Fransa’nın koloniyal tarihlerinden gelen refleks, efkâr-ı âmmenin İslâmiyeti yalın olarak tanımasını maalesef engellemiş. Bu havaya kısmen Belçika ve İtalya’da rastlamak mümkün…

Rabbimizden dileriz ki, İsevî Avrupa deccaliyet Avrupa’sını buralarda fikren tamamen mağlûp etsin. Yeniden insanî değerlerini oluştursun, hayatının sınırlarını belirlesin. İyi ile kötüyü, haram ile helâli, güzel ile çirkini güzeller güzelinin rehberliğinde artık birbirinden tefrik etsin. İftar sofralarının bu mânâlara hizmet ettiğinden şüphemiz yok. Fakat bir taraftan 11 Eylül’ün Müslümanlarda, diğer taraftan II. Dünya Savaşı tarihinin Almanlarda oluşturduğu tutukluk devam ediyor. Bu vaziyet ise Ramazan-ı Şerifin hâlâ gurbette kalmasına sebep oluyor. Ama bu gurbetin çok uzun sürmeyeceğinden o denli ümitliyiz ki…

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*