Mutluluğun para yüzü ve diğerleri

İnsanoğlunun yapısında yerleştirilen mutluluk arayışı hiç değişmedi.

İlim ve  teknolojinin alabildiğine ilerlediği, refah seviyesinin her geçen gün dengesiz bir şekilde arttığı günümüz toplumlarında mutlu olmaya duyulan açlık da artıyor.

Araştırmalar “Mutlululuk ne parada, ne pulda. Yeni doğan bir günde, paylaşılan sevinçte, işten eve dönüşte…” diyen şairin dizelerini doğruluyor.
SOSYAL SERMAYE VE MUTLULUK

Yaklaşık 155 ülkede yapılan Gallup Dünya Anketinin sonuçları ilginç:

Mutluluğu para ve maddî güç olarak tanımlayan ülkelerin insanları, neticede mutsuz oluyorlar. Sözgelimi, Afrika’nın Masai Kabilesinin insanları küresel mutluluk kriterlerine göre, gelişmiş ülke insanlarından çok daha mutlu yaşıyorlar. Tamam; beslenme, sağlık gibi çözüm bekleyen bir dolu sıkıntıları var, ama yine de daha mutlular.

Araştırmacılar çelişkili gibi görünen bu durumu “sosyal sermaye” tabiriyle açıklıyorlar. Yani insanların birbirine duyduğu güven, dayanışma, yardımlaşma, muhabbet gibi duygular mutluluk algısını da değiştiriyor.

Aile ve arkadaş bağlarının güçlü olması, başkaları tarafından sevildiğini ve hürmet duyulduğunu hissetmek, güvenmek, belli becerilerde ustalaşmak gibi sosyal ve psikolojik destekler insanı mutlu ediyor.

(Emre Konuk, Pozitif Psikoloji, Mutluluk başlıklı makale, Sabah, 19 Şubat 2012)
(S. S. Pawelski, The Many faces  of happiness, Scientific American Mind, 2011, Eylül – Ekim)

MATERYALİZM VE SIFIRI TÜKETMEK

Mutluluğu maddî güç ile tanımlayan ülkelerde ise psikolojik problemler had safhada. Öfke, depresyon, şiddet, intihar gibi ruh sağlığını  etkileyen problemler çok yaygın.

Anlayacağımız, “Sosyal sermaye” sıfırı tüketmiş durumda!
Araştırmacılar bu tabloyu materyalizm kaynaklı rekabet ve gerginliğin ortaya çıkardığı stresli sosyal ortam ile  açıklıyorlar.

“Büyük balık küçüğünü yutar, Kuvvetli olan haklıdır, Düşenin dostu olmaz, Sen çalış ben yiyeyim…” tarzı hayatlar belli ki insanoğlunun yapısına ters düşüyor. Böyle toplumlarda, kendini değersiz ve önemsiz, yapayalnız, beceriksiz hisseden insanoğlu önce kendine, sonra da çevresine maddî-manevî zarar veriyor.

İSLÂM MEDENİYETİ VE SIDK

155 ülke üzerinde gerçekleştirilen araştırmanın ortaya çıkardığı bu derin gerçek insanı ister istemez düşündürüyor.
Bediüzzaman Hazretlerinin “insaniyet-i kübra” olarak tanımladığı İslâmiyet dininin paraya, mala, insana, mutluluğa, yardımlaşma ve dayanışmaya, arkadaşlığa, son derece cazip olan dünya hayatına bakış açısı belli…

Zekât ve sadakayı vakıflar yoluyla müesseseleştiren,  günümüz tabiriyle kurumsallaştıran İslâm medeniyetinin insanlığa söyleyeceği çok şey var!
Felâket ve helâket asrında yaşayan Müslümanlar olarak bize düşen vazife: “Doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu yaşamak!” (Bediüzzaman Hazretlerinin bu sözü Hutbe-i Şamiye isimli eserinde yer almakta)

Hırıstiyanlığın en katı kurallarına sahip Katolik mezhebinin ruhanî lideri Papa’nın bile son ekonomik krizle ilgili olarak “Açgözlülüğümüz bizi bu hale getirdi. Müslümanların zekât sistemini örnek almalıyız!” dediği bir ortamdayız!

Sıdk ve emniyeti ile tanınan, doğruluğu ve güvenilirliği düşmanları tarafından bile takdir edilen Peygamberimizin  (asm) ümmeti olarak bize düşen vazife de aynı: Yalan söylememek ve güvenilir olmak!

Önce kendimize karşı dürüst olacağız, sonra eşimize, çocuklarımıza, komşularımıza, dostlarımıza, tanımadıklarımıza…

Mutluluğun sırrı burada!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*