“Rüştiye (Ortaokul) birinci sınıfta iken 13 yaşımda idim. Bu sınıfta Arapça ve Farsça dersleri başlar. Bütün dersleri sevmeme karşın Türk Edebiyatı ile birlikte Arapça ve Farsça’ ya pek düşkündüm. Rüştiye ikinci sınıfta ders yılının ortalarındayız. Farsça Hocamız, Şeyh Sadi’nin Gülistan’ını okuturdu. Arada sırada başka manzumeler de yazdırırdı. Bir gün siyah tahtaya yazdığı birkaç beyit kalbimi tutuşturmaya yetti. O beyitleri bugün gibi hatırlıyorum. Mesnevi’nin ilk beyitleri idi:
“Bişnev in çün şikâyet mî küned / Ez cüdâyîhâ hikayet mî küned
Kez neyistân ta mera bübrideend / Ez nefirem merd ü zen nalideend”
“Dinle neyden ki hikâyet etmede /Ayrılıklardan şikâyet etmede”
Tahtaya yazılan ismi bana pek tatlı geldi. Okunan beyitler beni derinden sarstı. Son beyit ise içimi yaktı. O an içimde yanmaya başlayan aşk ateşini kelimelere dökmekte aciz kalıyorum.” (yamandede.org /İslam ve İhsan).
İlk tahsilini Rum Ortodoks mektebinde yapmıştı Diyamandi. 1901’de Kastamonu İdâdi (Lise)sine girdi. Yedi senelik İdâdiyi birincilikle bitirdi. İdâdide okuduğu yıllarda ‘Yamandî Molla’ diye anılıyordu Diyamandi. Kendisi bir gayrimüslim olsa da hocalarından rica eder, din derslerinde sınıftan çıkmayıp İslâm’a ait güzellikleri gönül kulağıyla dinlerdi ve kendi tabiriyle daha bu dönemlerinde ‘yanmaya’ başlamıştı. İsminin Rumca manası da ‘elmas’ olan Dyamandi, sanki bu manaya uygun hale gelmenin yollarının arayışı içindeydi.
O sebeple liseyi bitirince iki sene de medreseye devam etti. 1909’da İstanbul Hukuk Fakültesi’ne başlayan Yamandi Molla, 1913’de Hukuk’u bitirdikten sonra, bir taraftan maişet için çalıştı, bir taraftan da, Galata Mevlevîhanesi’nde Ahmed Celâleddin ve Ahmed Remzi Dedelerden Mesnevi dersleri aldı. Galata Mevlevihanesinde Ahmed Remzi Dede, Yamandi Molla’nın zamirinde parlayan İslamiyet’ine bakarak ona ‘Yaman Dede’ diye hitap etti.
Okumak için geldiği İstanbul’un manevi havası, tanıştığı muhterem şahsiyetler onun gönlündeki Muhammedî ateşin daha da artmasına vesile oldu. İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra uzun süre avukatlık yapan Dyamandi, I931’de Edebiyat ve Farsça öğretmenliği yapmaya başladı. Her şey iyiydi, güzeldi de içindeki yangını çevresine bir türlü açamamaktan muzdaripti. İçinden geldiği gibi, Hz. Muhammed sevgisini haykıramamak onu kahretmekteydi. Gönlü çoktan Müslüman olmuş; fakat en yakınlarına bile inancını söyleyememekte, sırrını açıklayamamaktaydı. Kızacaklarsa kızsınlar, ayıplayacaklarsa ayıplasınlar, küseceklerse küssünler, kim ne derse desin, sırrını açma düşüncesindeydi.
Ancak halen gizli bir mümindi. Namazını en kuytu semtlerin küçük mescitlerinde kılmakta, Ramazanda gizli oruçlar tutmaktaydı. Kızı ve eşi inancından habersizdi. “Tam kırk yıl bazen sahursuz bazen iftarsız oruçlar tuttum, ama ailem bunu hiç bilmedi!..” der hatıratında. Avukatlıktan çok zamanını lise derslerine, gençliğin manevi aşkı tanımasına ayırmaktaydı.
15 Şubat 1942 de ismini değiştirdi ve Mehmet Abdülkadir KEÇEOĞLU adını alarak nüfus idaresine ismini ve yeni dini İslam’ı tescil ettirdi. Bu sırada 55 yaşındaydı. Kırk yıldır sakladığı yeni kimliğini kuşanmış, ama o saatten sonra da aile içi sancı başlamıştı.
Üsküdar’daki evinde bir kış gecesi durumu kızı ve eşine açtı. Karısı ve kızı o an feryadı basmışlardı. Haber Patrikhaneye kadar ulaşmıştı. Dönemin Hıristiyan din adamları, ya Hıristiyanlığa dönmesi ya da karısından boşanması konusunda baskı yapmışlardı. Karısı bu ikilem karşısında kararlı bir tutum sergileyemedi. Yaman Dede, zor ama cesur bir karar aldı. Evden ayrılacak, yalnız yaşayacaktı. Yerde dizlere kadar kar, havanın keskin ayaz olduğu bir Şubat gecesi ailesini topladı ve: “Aşkımın bedeli bu yaşananlar. Sizler sakın üzülmeyiniz. Aşk, ıstırapsız olmaz. Size acı vermeye hakkım yok. Bu ev ve içindekiler size kalsın. Elveda!..” dedi.
Ceketini alıp çıkmıştı. Üsküdar, Selamsız yokuşundan iskeleye indi. Sabah ezanına kadar o soğukta sokakları ve sahili arşınladı. Sabah karşıda, Karaköy’deki avukatlık bürosuna geçti. Birkaç gece burada yatıp kalktı. Bazı geceler dostlarının, öğrencilerinin evlerine misafir oldu. Kendi ifadesi ile artık özgürdü.
Fakat onun derinden duyduğu, ruhunu eriten Allah sevgisi, bütün sıkıntıları ve kederleri unutturdu. Dostlarının teşvik ve tanıştırması ile ilkokul öğretmenliğinden emekli Hatice Hanım’la hayatını birleştiren Yaman Dede, eski karısı ve kızını zaman zaman telefonla arayarak hediye ve ikramlarda bulunmayı ömür boyu ihmal etmedi. 1962 yılına gelindiğinde çok hasta olmasına karşın Acıbadem’deki evinden Bağlarbaşı’ndaki Yüksek İslam Enstitüsüne derslere gelmeye devam etti. O artık paltosu içinde zayıf, ceset gibi solgun, 75 yaşın yorgunluğuyla bedenini sürüyerek yürümekteydi. 3 Mayıs 1962 Perşembe günü “Ölüm asûde bir bahardır” diyerek Hakka yürüdü. Öğrencileri ve yüzlerce seveninin omzunda Karacaahmet Mezarlığına defnedildi.
Yaman Dede’nin öğrencilerinden olan Ahmet Kahraman onun mana iklimini ve sevdalarını şöyle anlatıyor: “Yaman Dede 1959–1960 döneminde Farsça dersimize geliyordu. Bir gün dersler bitti, okuldan çıktık. Taksim’e doğru gidiyorum. Alman Sefareti civarında bir mescit var. İşte oradan yukarı doğru tek başıma gidiyorum. Bir baktım Yaman Dede, mescidin duvarına yaslanmış, son nefesini verir gibi bir hali var. Halsiz, mecalsiz, başı hafifçe sağ öne düşmüş, boynu bükülmüş, öyle duruyor. Hemen koşarak yanına gittim ve: ‘Hocam, hayırdır, geçmiş olsun neyiniz var, hasta mısınız?’ dedim. Baktım Hoca ağlıyor. ‘Hocam niçin ağlıyorsunuz, başınıza bir şey mi geldi?’ dedim. Şöyle çok ince, çok tiz, çok gevrek, ipil ipil dökülen bir sesle: ‘Hayır yavrum hayır!’ dedi. ‘ Resulullah (asv) aklıma geldiği zaman, kendimi kaybediyorum, ayakta duracak mecalim kalmıyor, ya bir yere dayanmam gerekiyor veya oturmam icap ediyor.’ demişti.” (Yaman Dede, Mustafa Özdamar, Marifet Yayınları, s. 191).
Yaman Dede sadece bir âşık değildi, inancını her mahfilde her vesile ile dile getirirdi. Dede’nin “Dahilek Yâ Rasulallah” şiirininin bestekârı Dr. Ali Kemal Belviranlı anlatıyor: “Konya’da lise talebesi olduğum günlerde, Hazret-i Mevlana ile ilgili toplantıda bir konuşma dinlemiş, Yüce peygamberimiz (asv) ile Hazret-i Mevlana hakkındaki şiirleri gözyaşlarıyla okuyan bir zata şahit olmuştum. Bu zât; maruf ve meşhur Yaman Dede, daha doğrusu ‘Yanar Dede idi.’ demişti.” (Yaman Dede, Mustafa Özdamar, Marifet Yayınları, s. 229).
Evet, Resulullah (asv) aşkıyla böyle yanmayan, yana yana erimeyen bir gönlün; “Cemalinle ferahnâk et ki yandım yâ Resulallah”; “Dahilek (Sana sığındım) Yâ Rasulallah” gibi samimi şiirleri yazması ve hayatını bu şiirlerin inceliğiyle yaşaması mümkün olmasa gerekti:
Gönül hun oldu şevkinden boyandım Ya Rasûlallah
Nasıl bilmem bu nîrana dayandım Ya Rasûlallah
Ezel bezminde bir dinmez figandım Ya Rasûlallah
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasûlallah
Yanan kalbe devasın sen bulunmaz bir şifasın sen
Muazzam bir sehasın sen dilersen rehnümasın sen
Habîb-i Kibriyasın sen Muhammed Mustafa’sın sen
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasûlallah
Gül açmaz çağlayan akmaz İlâhi nurun olmazsa
Söner âlem nefes kalmaz felek manzûrun olmazsa
Firak ağlar, visal ağlar ezel mestûrun olmazsa
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasûlallah
Erir canlar o gül bûy’i revan bahşın hevasından
Güneş titrer yanar didarının bak ihtirasından
Perişan bir niyaz inler hayatın müntehasından
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasûlallah
Susuz kalsam yanan çöllerde can versem elem duymam
Yanardağlar yanar bağrımda ummanlardan nem duymam
Alevler yağsa göklerden ve ben messeylesem duymam
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasûlallah
Ne devlettir yumup aşkınla göz rahında can vermek
Nasip olmaz mı sultanım haremgahında can vermek
Sönerken gözlerim asan olur âhında can vermek
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasûlallah
Boyun büktüm perişanım bu derdin sende tedbîri
Lebim kavruldu ateşten döner pâyinde tezkîri
Ne dem gönlün murad eylerse taltif eyle kıtmîri
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasûlallah
Yaman Dede
Eğer Karacaahmet mezarlığına yolunuz düşerse; Küçük Selimiye Camii karşısındaki kapısından girişte yatar; Yaman Dede. Küçük Selimiye Camii kapısını arkanıza alıp Karacaahmet’e girdiğinizde on beş adım yürüyüp durduğunuz zaman solunuzda asırlık bir servinin altında karısı Hatice Hanımla yan yana yatan Yaman Dede’yi göreceksiniz. Ve siyah, yosun kaplı mezar taşı üzerinde şunları okuyacaksınız:
“Hüvelbaki
Mevlana Aşıkı Yaman Dede
Hakk’a kavuşmak için ircii (geri dön) emrine etti itaat.1304 -3.5.1962”
Benzer konuda makaleler:
- Ya Resûlallah!
- İHH’dan İsrail’e ambargo çağırısı
- Molla Ahmed-i Cizrî (?-1640)
- Alman Müslüman Dr. Wolf D. Ahmed Aries vefat etti
- Geliyor ölüm
- Lise talebelerinin Beşinci Şuâ merakı
- Bir soyadı yazısı da bizden…
- Mi’râciye
- Risâle-i Nur okudu, hayatı değişti
- Barla´da Nurlu yarışma
İlk yorum yapan olun