Ne kadar insaflıyız?

alt

Kişinin haklı olup insaflı olması kendi huzuru, saadeti, emniyeti ve sosyal hayatı adına ciddî bir özelliktir.

Muhabbete muhabbet düsturundan hareketle ehl-i iman insanın hem dünya, hem ahiret hayatını tehdit eden adavetin her türüne karşı anlaşmayı, barışı, hoşgörüyü, uzlaşmayı tercih etmesi insanlığının bir gereğidir.

İnsan, hak ve özgürlüklere saygılı, düşmanının dahi takdir edeceği bir tatlı dil, güler yüz ve nümune–i imtisâl bir tavır sergilemeli, huzur ve emniyet için herkese saygı ve hoşgörülü davranmalıdır. Tecavüz etmeyen düşmana dahi adavet etmeyi yasaklayan bir dinin mensupları olarak ehl-i iman arasındaki anlaşmazlıklarda, medar-ı nizâ meselelerde insafla hareket etmek, hakperest yaklaşımlarda bulunmak, hakkın hatırı için nefsin hatırını kırabilmek yüksek bir erdemdir. Zira böyle davranış kişinin kendi değerini, derecesini ve kıymetini göstermektedir.

Hakperest bir insan için hak neredeyse ona saygı duymak ve kabul etmek esastır. Bu düşmanında bile olsa durum böyledir.

Evet, “Haklı olan insaflı olur” prensibi, aslında hayatın her kademesinde ve her sosyal statüde uygulanabilen bir prensiptir. Teröristler haksızdır ve insafsızdır. Zalimler haksızdır ve insafsızdır. Batıl yoldakiler haksızdır ve insafsızdır. Her türlü fesat şebekeleri, şer odakları, ırkçılar, gıybetçiler haksızdır ve insafsızdır. “Sadece hak benim mesleğim” diyenler haksızdır ve insafsızdır. Bunun gibi insafın olmadığı her durum ve iletişimde insafsızlık eden taraf genel manasıyla haksızdır. “Haklı adam insaflı olur. Bir dirhem hakkını istirahat-i umumiyetinin yüz dirhem menfaatine feda eder. Haksız ise, ekseriyetle enaniyetli olur, feda etmez, gürültü çoğalır. Bu çeşit mesâili münakaşa etmenin birinci şartı, insafla, hakkı bulmak niyeti ile inatsız bir surette, ehil olanların mabeyninde, su-i telâkkiye sebep olmadan müzakeresi caiz olabilir. O müzakere hak için olduğuna delil şudur ki, hak muarızın elinde zahir olsa, müteessir olmasın, belki memnun olsun. Çünkü bilmediği bir şeyi öğrendi. Eğer kendi elinde zahir olsa, fazla bir şey öğrenmedi, belki gurura düşmek ihtimali var.” (Mektubat)

İşte Bediüzzaman’ın tesbitinden anlaşıldığı gibi, hak ve hakikate taraf olabilmek, ciddî bir kemalât, imanî bir olgunluk ister.

İsm-i Hakk’a ayna olabilmek, adalet, rahmet, hikmet, ilim vs. aslında bütün esmâ ile ahlâklanabilenlerin özelliğidir. Zira, “Bütün hakaik-i mevcudat ism-i Hakk’ın şuaâtı ve esmasının tezahüratı ve sıfatının tecelliyâtıdır.” (Sözler)

“Haklı insaflı olur” prensibiyle hareket eden insan, ailesinin huzuruna katkıda bulunma, içinde bulunduğu camiânın hukukunu düşünme ve bütün insanlığa hizmet verme gibi ulvî hisler ile kendi huzurunu başkalarının saadeti için terk edebilecek kadar himmeti âlî olup, bütün enerjisini, ilmini, imkânını bu yolda harcama fedakârlığında bulunanların bir özelliğidir. Bu yüzden İslâm, kendi saadetini önceleyenlerden ziyade, başkalarını düşünenleri daha aziz kabul etmektedir.

İşte bu erdeme kavuşabilmek için, toplumda telâfisi zor yaraların açılmaması için her şeyi iyi tahkik etmek, peşin hüküm vermemek gerekir. Zira insan hatadan hâlî değildir. Haklı olmak, insaflı olmayı netice vermelidir. İnsan bir dâvâda haklı olsa, zulüm yapamaz, insafsız hareket edemez.

Haksız insanlar insaf ve vicdanî açıdan zayıf olduğundan kendi menfaatinden vazgeçip, umumun menfaatini düşünemez. Hadiseyi daha da büyütür. İşte böyle durumlarda bu hâli gören kişi haksızın yanında durmalı, meselenin büyümesine müsaade etmemelidir.

Hak kim tarafından seslendirilirse seslendirilsin hak ve hakikati kabul etmek, itiraf etmek nefsi değil de vicdanı öncelemek insaflı olmanın gereklerindendir. Peygamber Efendimiz (asm), “Şu üç şey imandandır: Nefsin dürtülerine rağmen insafı elden bırakmamak, selâmı herkese yaymak, darlıkta dahi infakta bulunmak” buyurmuşlardır.

Hâsılı, insaf nazarıyla bakamayanlar, herhangi bir meselede sadece kendi mantık ve muhakemesine göre, ferdî mülâhazalarla değerlendirmeler yapabilirler. Bunun yaparken de yanılma payı, yanlış hükümlere varma olabilir. İşte böyle durumlarda kişi şahsî düşünce ve temayüllerinin farklı olabileceğini anlayıp, hakkın yanında yer alması, nefsine rağmen bir tavır belirlemesi insaf düsturlarındandır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*