Necip Fazıl, Bediüzzaman ve demokrasi

Devlet yetkisi kullananların ve bürokratların, insanımızı, M. Kemal’i ve Anıtkabir’i “sevmeye ya da seviyormuş gibi görünmeye” zorlamasını eleştiriyoruz ve ideolojisiz devlet istiyoruz.

“Değiştirin anayasayı”, derken de aslında ve öncelikle anayasanın ideoloji dayatmaktan vazgeçmesini istediğimizi yazıp duruyoruz.

Melikşah Sezen adlı okuyucumuz yorumunda diyor ki: “Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü adlı kitabında da okumuşsunuzdur. İdeolojisiz devlet ve millet olmaz.”

Yani demek istiyor ki “Kemalist ideolojiye karşı çıkmanıza destek olurum. Ama tam demokrasi isteğinize, kendi dinim ve ideolojim adına karşı çıkarım”.

Din bir ideoloji midir? İdeoloji nedir? İdealden ne farkı vardır? Bakalım:

İdealar ve fikirlerin uçsuz bucaksız dünyasında çok sayıda fikir dönüp duruyor.

İnsan; kainatı, ilişkileri ve kitapları okurken gerçekleştirdiği sistematik düşünüşü sırasında o fikirlerden birini alıp tartıyor. İsabetli bulursa sahipleniyor. İnanca dönüştürülmüş her fikir, daha önceden sahiplenilmiş diğer fikirlerle birleşip bir örgü (haliçe) oluşturuyor.

Böylece insan ideal sahibi varlık haline geliyor. İstiyor ki başkaları da bu ideallere sahip çıksın.

İşte burada ideal sahibi için iki ihtimal var:

Birinci ihtimalde, ideal sahibi, bir idealist. Yani bir nasihatçi. Muhatabının aklına ve kendi ikna kabiliyetine-gücüne güveniyor. Telkin ve nasihat ile yetiniyor.

İkinci ihtimalde ise ideal sahibi aslında bir ideolog. Kendisi gibi düşünenlerin oluşturduğu zor kullanma kapasitesine yani kaba güce güveniyor. Buna “mahalle” diyor, “örgüt” diyor, hatta “ideolojik devlet” diyor ve bunları fikir yaymak için de önemsiyor. Muhatabına “ya fikren benim gibi olursun ya da bana tabi ikinci sınıf insan olmayı kabul etmiş olursun” diyor.

Bu ikinci ihtimalde muhataplar için de iki durum var. Ya muhataplar aptal ve baskıyı önemsemeyip fikri “usulen” kabul ediyor. Ya da fikri değil, ama zoru önemsiyor ve fikri kabul etmiş gibi yapıyor ama kalben reddediyor.

Şimdi, gelelim “ideolocya örgüsü” sahibi “Üstad” Necip Fazıl’a ve “Lahikalar” ve “Beyanat ve Tenvirler” sahibi Üstad Bediüzzaman’a.

Mukayese kaçınılmaz. Maksadımız kırmak, kızmak, kızdırmak değil elbette. Üstelik bu mukayese yüz yirmi yıldır yapılıyor.

1. Necip Fazıl bir tür seçkinci/saltanatçı, sosyal ilişkilerde devlet katlarında imtiyazsızlığı ve eşitliği ifade eden mânâda “cumhuriyetçi” değil.

Zira devlet için tarif ve talep ettiği “başyücelik” kurumu ancak aristokrasi ya da belki meritokrasi ile açıklanabilir, ama cumhuriyet ile açıklanamaz.

“Üstad” Bediüzzaman ise Kur’an ve sünnetten deliller getirerek cumhuriyetçi. Devlet katlarında seçimi, denetimi, imtiyazsızlığı tarif ve talep ediyor.

2. Necip Fazıl, demokrasiyi reddediyor. İdeolojik devlet istiyor:

“Müslümana gelince, zaten demokrasyayı aramaz ve sormaz. Zira onun, hakikati ‘tek’de bulmak yerine ‘çok’da aramak ve ebediyen kaybetmek sistemi olduğunu bilir, aradığı şeyin de kendisinde değil, İslâm’da olduğuna inanır”.

Nitekim 1952’de Başbakan Menderes’e “Eğer Türk milletinin hudutsuz itimadını kazanmak istiyor ve ‘nâr’dan gelen münevverleri değil ‘nûr’dan gelen münevverleri kendine bağlamak istiyorsan” diyor, “gebert Halk Partisi isimli sıçanı”. Yani CHP’yi kapatmayı ve böylece muhalefeti susturmayı tavsiye ve telkin ediyor.

Oysa aynı yıllarda Ahrar Bediüzzaman, Menderes’e, demokrasiyi tahrip edecek, insan haklarını ihlal edecek davranışlardan din namına kaçınmasını tavsiye eden mektuplar yazıyor.

3. Necip Fazıl bilhassa yetmişli yıllarda dinî cemaatlerin çoğunca desteklenen Adalet Partisine ve kadrolarına dost değil. Destekleyenlere de ateş püskürüyor.
(Bu konuda, kendisinin mürşidi olan Seyyid Abdulhakim Arvasi’nin halifelerinden sayılan Hüseyin Hilmi Işık ve talebeleri ile de ters düşüyor).

Oysa aynı yıllarda Bediüzzaman’ın talebeleri çok parti dönemine ait içtimaî derslerden oluşan Emirdağ Lahikasını ve Beyanat ve Tenvirler’i neşrediyorlar.

4. Hamaset yapan ve dolayısıyla bilhassa gençlerin bir tür milliyetçi duygularına hitap eden Necip Fazıl’ın tahribe açık milliyetçiliği ile Bediüzzaman’ın tarif ettiği adalet üzerine müesses müsbet İslâmiyet milliyeti de farklı.

Dileyenler, ikisinin 1955’teki 6-7 Eylül olaylarına bakışını mukayese etsinler, yeter.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*