Neden aldanıyoruz?

altAtalarımız, “ beşer şaşar” demişler. Evet, insan aldanır, hata yapar, yanlış yapar. Ama, bir Müslüman, yapılan hata ve yanlışlardan, aldanma ve yanılmalardan ders alır, bir daha aynı yanılgılara düşmez. Mü’min, feraset sahibidir, aynı delikten iki defa ısırılmaz.

Ne yazık ki, Müslümanlar olarak çok defa aldanıyoruz. Sadece şahıs olarak aldansak neyse de, millet olarak, İslâm ümmeti olarak aldanmanın maliyeti çok yüksek oluyor.

En çok da, inancımız konusunda aldandık ve aldatıldık. Dini, bir takım sembol ve ritüellerden ibaret zannettik. Dinin özünden uzaklaştık, uhrevileşmek yerine dünyevileşmeyi tercih ettik. “Bizim dinimiz en son ve en mükemmel dindir, insanlara doğruluğu, dürüstlüğü, güzel ahlâkı, haramdan sakınmayı, haksızlık yapmamayı, adâletli olmayı emreder” diye dinimizin bu güzel vasıflarını sayarken, bu güzellikleri hayatımıza yansıtamadık.

Bugün görünüşte, dini hassasiyeti yüksek, çoğunluğu namaz kılan, oruç tutan, her fırsatta, Allah diyen, besmele ile açılış yapan, hanımları tesettürlü, beyleri badem bıyıklı idarecilerimiz var. Bütün bunlara bakıp da, “daha ne istiyorsunuz, işte milletçe dindarlaşıyoruz” diye sevinenler mevcut. Ama onlar da sık sık aldanıklarını itiraf ediyorlar.

Madalyonun öteki yüzüne baktığımız zaman, dinî değerlerin aşındığını, ahlâksızlığın arttığını, kadına ve çocuğa karşı şiddetin zirve yaptığını, madde bağımlılığının ilkokul seviyesine kadar indiğini dünyevileşmenin arttığını, dindarlaşmanın azaldığını görüyoruz. Yapılan istatistiklerde, namaz kılanların ve oruç tutanların sayısında azalma olduğu, başörtülü sayısının azaldığı, başını örtenlerin de bir kısmının tesettürle ilgisinin olmadığı görülüyor. Demek ki, hem kendi kendimizi aldatmışız, hem de birileri bizi aldatmış.

Bu aldanmaların sebep ve sonuçlarını, bundan yüzyıl önce tesbit eden Bediüzzaman Hazretleri, sadece tesbit etmekle kalmamış, telâfi etmenin de yollarını göstermiş:

“İslâmiyetin mağz ve lübbünü terk ederek kışrına ve zahirine vakf-ı nazar ettik ve aldandık. Ve su-i fehim ve su-i edeple İslâmiyetin hakkını ve müstehak olduğu hürmeti ifa edemedik. Tâ, o da bizden nefret ederek evham ve hayalâtın bulutlarıyla sarılıp tesettür eyledi. (Muhakemat)

Aynı sebepler, aynı sonuçları vereceğinden, o günkü teşhis ve tesbitler, bugün için de geçerlidir. O gün, çoğu okuma yazma bilmeyen Kürt aşiretlerine verilen derse o insanlar ne kadar muhtaç idi ise, bugün bir çoğu yüksek tahsil yapmış, kariyer sahibi insanlar da aynı dersi almaya muhtaçtır. Ne yazık ki, yaşanan hadiseler, başa gelen felâket ve musîbetler, bugün dahi bu ikazlara kulak verilmediğini göstermektedir.

Milleti aldanmaktan kurtaracak olanlar, Bediüzzaman’a ve Risale-i Nura sâdık Nur Talebelerinden başkası değildir. Nitekim, herkesin defaatle aldandığı, durmadan bir yerlere savrulduğu zamanlarda, Nur Talebelerinden bir kısmı Risale-i Nur’a sadâkatle bağlı kalmış, onun için ne aldanmış, ne de aldatmıştır. Çare, meşveret dairesinde Risale-i Nur esaslarına yapışmak, şahıs merkezli değil, şahs-ı manevî esaslı bir hizmet metoduyla hareket etmektedir. Ancak bu şekilde, küstürdüğümüz ve hayalat bulutlarına sarılıp kendini gizleyen İslâmiyet güneşi ile yeniden barışabiliriz. Zira, “Bizi kurtaracak, yine onun merhametidir.” Gelin, hep birlikte yeniden biat ederek, İslâmiyetin ipine , Allah’ın nuruna sımsıkı sarılalım.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*