Neden mutlu değiliz?

alt

Zifirî karanlık bir kuyuya düşmüşsen Yusuf misali; korkuyorsan yalnızlıktan, soğuktan, açlıktan; ışığa susamışsan eğer ve yanıyorsan alev gibi…

Hatırla, neyi kaybettiğini? Mecnun’a özenip deli divane gezinirken dünya çölünde, düşürmüşsün o dört kelimeyi: Acz, fakr, şefkat, tefekkür.
İnsanî ve ahlâkî ilişkilerin en güzelini, dört kelimeyi özümseyen “merhamet öğretisi” etrafında inceleyebiliriz. Nerede mi? Peygamberimizde (asm) ve onun nuruyla aydınlanan Asr-ı Saadet insanında. Bu, bize bir yandan insanî ve ahlâkî ilişkilerin İslâm ile hayat bulduğu takdirde mükemmel olacağını gösterir.

Başta Kur’ân-ı Kerim, daha sonra hadis kitapları, siyerler, siretler “iyi bir insan” ve “iyi bir kul” olmanın anahtarlarını saklar özünde. Verilen mesajlar “mutluluğu arayan” insanoğlunun ne yapması gerektiğini özetler adeta. Bazen bir söz, bazen bir olay, bazen tasdiki bir sessizlik… Ne olursa olsun hep bir cevap vardır aslında. Yeter ki doğru soruyu/ları sorabilelim.

Peki, doğru soru/lar ne olmalıdır?

Doğrusu bu soru kişilerin hayatı algılayışından ötürü çeşit çeşit… Kimi başarıyı, kimi kariyeri, kimi evliliği, kimisi de parayı ön plana alır. Azığında hırs yahut azim, durmaksızın çalışır. Zaman gelir, engellerle karşılaşır, ayağı takılır. Yeniden doğrulup öne atılır. Zaman geçer rüzgâr gibi, insanoğlu gittikçe oburlaşır. Mutsuz ve doyumsuz halde iki büklüm ilerler hedefine. Ama illa ki ileriye, hep ileriye.

Ne kadar da tanıdık değil mi?

Ne o, arkanızı dönüp gidiyorsunuz… “Ben tanımam o anlattığını, bilmem etmem” diyorsunuz. Sahiden doğru mu söylüyorsunuz?

O halde niye bütün bu çabalamaya, çalışmaya rağmen, elde ettiğimiz onca zenginliklerimiz, sahip olduklarımız ile bizler “hüsran çağının insanları”yız?
Yokluğa, sıkıntıya, onca zorluğa rağmen onlar nasıl “mutluluk çağı”nın sakinleri olmuştu?

Belki bu örnek bize yardımcı olur:
Bir gün Rasulullah Hz. Fatıma ile Hz. Ali’yi evinde ziyaret eder. Görür ki karı koca bir yandan el değirmenleriyle un öğütüyor bir yandan sohbet ediyorlardır. Peygamberimiz (asm) sorar:

“Hanginiz daha fazla yoruldunuz?”
Naif kızının yorgun düştüğünü görmüştür, onun yerini alır ve Hz. Ali’ye yardım etmek üzere el değirmenini çevirmeye başlar.

Yine Hz. Ali’nin eşine yardım için evi süpürdüğü, odun taşıdığı kaynaklarda yer alır.
Masal değil bu anlattığım, romantik filmden bir kare hiç değil. Her yönüyle gerçek. Bizzat yaşanmış ve günümüze değin anlatılmış.

Hayatın her ânında beraber olan, aza kanaat eden bir çağın hükümranıydı onlar. Şartlar ne olursa olsun umudunu yitirmezdi hiçbiri. Zira tevekkülün ne anlama geldiğini çok iyi bilirlerdi. Ve yüreklerinde hiç eksik etmedikleri şefkat ve merhametle, Allah namına verir, Allah namına alır, her işe Allah namına başlar, her fiili Allah namına işlerlerdi.

Ya biz? Neden mutlu değiliz?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*