Neden Risale-i Nur?

Hayatımızın bir anlamı olmalı. Güzel yaşamak ve mutlu olmak, sevdiklerimizin yanımızda olması, uzun bir ömre sahip olmak gibi şeyler dünya lezzetlerinden arzuladığımız istekler. Fakat hepsine çoğu kez bir arada sahip olamıyoruz.

Evet, dünya hayatının fani olması, sevdiklerimizin de bizi bırakıp gitmesi, musîbetler, hastalıklar ve ayrılıklar hayatımızı acılaştırıyor, anlamsızlaştırıyor. Yaşantımız zenginlik içinde dahi olsa zevk vermiyor. Maddî anlamda sultan da olsak ruhumuz, kalbimiz ve diğer hasselerimiz bu boşluğun ıztırabını daima hissediyor. Dünyaya gelişimizden pişmanlık duyuyoruz. O güzel dünyamız kararıyor. Genç ihtiyar demeden ölüm gelebiliyor. Sevdiklerimizi bizden veya bizi sevdiklerimizden ayırabiliyor. Ölümden kurtuluş olmadığını gördükçe onu unutmaya veya kendimizi uyutmak yoluna gidebiliyoruz. Devekuşu misali başımızı kuma sokmuşuz ölüm bizi görmesin. Acaba dünyası karanlık içinde zindanda olan bir insana hangi dünyevî zenginlikler fayda verebilir? Bu durumda nasıl bir yaşantı içinde olunmalı ki hayata geldiğinden pişmanlık duyulmasın. Her yerde ayrılıklar, ölümler bizi boğmasın. Böyle bir ruh haleti içinde iken yolunu şaşırmış bir gemi misali kendimi hissettim. Bize teselli verebilecek bir umut arıyordum, tâ ki Risale-i Nur’u bulana dek. Rabbime binlerce şükür olsun ki Risale-i Nur Külliyatı’ndan bizleri haberdar etti ve istifademizi nasip etti Bu zamanın yaralarına merhem ve hastalıklarına ilâç olabilen Risale-i Nur Külliyatı’nı okumakla bütün sıkıntılarımızdan kurtulabiliriz. “Ben kimim? Nereden geldim? Ve nereye gidiyorum? Bu dünyaya gelmemin amacı nedir?” gibi suallerin cevabını ve daha fazlasını Risale-i Nur’da bulabiliriz. Kur’ân-ı Kerîm’in tefsiri olan Risale-i Nur eserleri iman hakikatlerini bütün benliğimize yerleştirip akıl, kalp ve sâir duygularımıza tesir ettiriyor. Bu zamanda iman zayıflığından dolayı manevî ve maddî hastalıklar tesbit edilmiş ve çare olarak Kur’ân-ı Hâkim’in nurlu eczahanesinden olan Risale-i Nur yazılmıştır. Risale-i Nur Kur’ân âyetlerinin sırasıyla değil, daha ziyade bu zamana bakan vechelerinin tefsiridir.

Dünya ve ahiret hayatının saadeti yalnız iman hakikatlerinin bilinmesi ve hayata yansıması ile mümkündür. Meselâ, Risale-i Nur, ölümün yok olmak olmadığını “ölüm, idam değil, firak değil, belki hayat-ı ebediyenin mukaddemesidir, mebdeidir. Ve vazife-i hayat külfetinden bir paydostur, bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Berzah âlemine göçmüş kafile-i ahbaba kavuşmaktır.” diyerek büyük bir teselli veriyor, ölümü sevdiriyor. Ve yine dünyanın mahiyetini anlatıp, dünyaya geliş sebebimizi izah ediyor. “Hem benim, hem herkes için, şu dünya muvakkat bir ticaretgâh ve her gün dolar, boşalır bir misafirhane ve gelen geçenlerin alış verişi için yol üstünde kurulmuş bir pazar ve Nakkaş-ı Ezelînin teceddüd eden, hikmetle yazar bozar bir defteri ve her bahar bir yaldızlı mektubu ve her bir yaz bir manzum kasidesi ve o Sâni-i Zülcelâlin cilve-i esmâsını tazelendiren, gösteren aynaları ve âhiretin fidanlık bir bahçesi ve rahmet-i İlâhiyenin bir çiçekdanlığı ve âlem-i bekada gösterilecek olan levhaları yetiştirmeye mahsus muvakkat bir tezgâhı mahiyetinde gördüm. Bu dünyayı bu surette yaratan Hâlık-ı Zülcelâle yüz bin şükrettim.” Ve yine hastalıkların ve musîbetlerin boşu boşuna gelmediğini, vazifeli bir memur olup vazifesini bitirdikten sonra gideceğini ve sabırla karşılarsak mükâfatı çok olacağını müjdeleyerek insana kazandırdığı güzelliklerden bahsediyor. Ve şöyle devam ediyor: “Ey dünya zevkini düşünüp hastalıktan ıztırap çeken kardeşim! Bu dünya eğer daimî olsaydı ve yolumuzda ölüm olmasaydı ve firak ve zevâlin rüzgârları esmeseydi ve musîbetli, fırtınalı istikbalde mânevî kış mevsimleri olmasaydı, ben de seninle beraber senin hâline acıyacaktım. Fakat madem dünya bir gün bize ‘Haydi, dışarı’ diyecek, feryadımızdan kulağını kapayacak. O bizi dışarı kovmadan, biz bu hastalıklar ikazatıyla şimdiden onun aşkından vazgeçmeliyiz. O bizi terk etmeden, kalben onu terke çalışmalıyız. Evet, hastalık bu mânâyı bize ihtar edip der ki: ‘Senin vücudun taştan, demirden değildir. Belki daima ayrılmaya müsait muhtelif maddelerden terkip edilmiştir. Gururu bırak, aczini anla. Mâlikini tanı, vazifeni bil, dünyaya niçin geldiğini öğren.’ Kalbin kulağına gizli ihtar ediyor. Hem madem dünyanın zevki, lezzeti devam etmiyor. Hususan meşrû olmazsa, hem devamsız, hem elemli, hem günahlı oluyor. O zevki kaybettiğinden hastalık bahanesiyle ağlama; bilâkis hastalıktaki mânevî ibadet ve uhrevî sevap cihetini düşün, zevk almaya çalış.”

Bediüzzaman Said Nursî, Kur’ân-ı Kerîm’deki bu asrın muhtaç olduğu hakikatleri keşfedip, Nur Risâlelerinde, herkesin kabiliyeti nisbetinde istifade edebileceği bir tarzda tefsir ve izah etmek muvaffakıyetine mazhar olmuştur. Risale-i Nur’da aradığımız, merak ettiğimiz hususlar; hem kalbi, hem ruhu, hem hissiyâtı tam tenvir edecek ve ilâçlarını verecek bir tarzda, hazîne-i Kur’âniyenin dellâllığını yapan ve ondan başka mehazı ve mercîi olmayan, bir mu’cize-i mâneviyesidir.

Hülâsa olarak Risale-i Nur Külliyatı Kur’ân-ı Kerîm’in cihanşümul bahçesinden derilen bir gül demetidir. Binaenaleyh, onda; o mübarek ve İlâhî bahçenin nuru, havası, ziyası ve kokusu vardır.        

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*