`Nefret vaizleri´ veya mutsuz şehir

Mutsuz şehrin hikâyeleri o kadar çok ki… Öncelikle hangisini sizinle paylaşacağıma bir türlü karar veremiyorum. Bazen aktüel bir kelime yeni bir hikâyenin doğumuna vesile oluyor. Musibetzede ve mutsuz şehrin müşevveş mazisinden nedameti, onu yeni tehlikelere dûçâr etmiş. Bu şehrin temsil ettiği kıtanın “mazi faturasını” ödemeye mahkum edildiğini söylüyorlar. Bu faturaların daha çok manevî olduğunu; sosyal, kültürel ve sanat sahalarını kapsadığını elbette biliyorsunuz.

 

Belki duydunuz… Küçük, fakat güzel kıtayı yeniden dondurucu soğuklar bastı. Soğukların geçici olduğunu düşünmek yalnızca içimizi ısıtıyor ve ufuklarımıza ümit serpiyor, fakat yine titriyoruz… Kimileri bu hava dalgasının Atlas ötesinden geldiğini iddia ederken, bazıları da; zaman zaman bizzat kıtanın üzerinde bu nevî fırtınaların oluştuğunu söylüyorlar. İspanya’dan ta Kiev’e kadar… Hakkari’deki kurtları şehre indiren de bu soğuklarmış… Musibetzede şehir herkesten ziyade üşüyor, titriyor. Zira kıtadaki fırtınanın anaforunu teşkil etmiş durumda… Hele Selânikli çocuklara rağmen Türkiye’nin AB’den müzakere tarihi alması… Newyork’un tüm ısrarlarına rağmen mutsuz şehrin redd-i mirasta bulunması, AB’yi bunaltan soğuklara sebep gösteriliyormuş…

Paris üzerinden Almanya medyasına düşen bir sloganın, hikâyemizin asıl konusu olduğunu unutmamamız gerekiyor. Entrikacı medya onu “Nefret vaizleri” olarak tercüme etmiş. Sosyal ve siyasî tabirleri gecikmeli alan Almanlar ise “Die hassprediger” şekliyle neşriyatında tedavüle koydular. Küçük kıtada ilk olarak Fransa’da ortaya çıkan bu iğreti kelimenin ve daha doğrusu sloganın “İsrail ve Amerika” zulmünü camilerde anlatan Arap kökenli vaizlere karşı kullanıldığını zaten biliyorduk. Merak elimizden tutunca yeni bir şeyle karşılaştık. Le Point dergisinde meşhur yazar Pierre-Andrè Taguieff´le yapılmış bir röportaja ulaştık.

Mevzu ilginç: “Hergün antisemitizm” Bizim ilgimize daha da mazhar olan şey, Pierre-Andrè’nin “Prêcheurs de Hainè” isimli eseri: Nefret vaizleri… Avrupa’daki Müslümanları rencide eden bu sloganı imal edenlerin dinî kimliğini vermeme gerek var mı? Anlayacağınız Paris hâlâ bazı fitne üretim merkezlerini bağrında barındırıyor. Şu son hadise bu mutsuz şehrin bir nebze daha sıkınıtılara katlanacağını gösteriyor.

Herkes gibi Paris de biliyor ki, “Nefret vaizleri” sözcüğü, müslümanlara yönelik imal edilmemişti. Yeni dünyadaki entrikacı medya “Nefret vaizleri”ni ilk olarak 1980’li yıllarda “Hate preacher” olarak kullanmışlardı. İlk olarak Amerika’da İsrail’in aleyhinde yüksek sesle konuşan Hıristiyan dindarlara karşı seslendirilmişti. Tıpkı fundementalist, fanatik, irtica ve din savaşçıları sözcükleri gibi… Belki de ikinci Avrupalılar, maddî silâhlarını önce İslâm coğrafyasında denedikleri gibi, bu sosyal ve kültürel silâhlarının tesirini ölçmek için Müslümanlara karşı kullanıyordurlar. Asıl nefretin, kinin ve düşmanlığın; insaniyeti, paylaşmayı, sevgiyi, sosyal refahı, barışı ve meşvereti esas alan birinci Avrupa’ya karşı kimlerde yükseldiğini, iyi gözlemleyenler gayet net olarak görüyorlar.

Zarif Paris’i titreten, elbette maddî mevsimlerin soğuğu değil. Onun uykularını kaçıran; tahribat, sefahat ve kaosla beslenen ikinci Avrupa’nın bu kıtadaki icraatlarıdır. Paris, kucağındaki hayır ile şerrin hergün bîteviye boğuşmasından o kadar bîtab ki… Onun güzel ümitleri vardı. İstanbul ile el ele tutuşacaktı. Şam-ı Şerif ile komşu olacaktı. Mazinin vahşetini, hidayetin sekînetinde unutmaya çalışacaktı. Yaşadığı tüm felaketlerin savaş ve yangınların ruhunda bıraktığı yaraları “hakiki medeniyet” merhemiyle giderecekti. Bazan saçlarını Mesih’in nefesine bırakıp dalgalandıracak, bazan Bilâl’in (r.a.) Şam-ı Şerifte okuduğu ezanlarla gözlerini kapayıp açacaktı… Fakat şu son fırtınalar onun da ümitlerini kemiriyor. Selânikliler Hanedanıyla Paris’i bir türlü terk etmeyen ikinci Avrupalılar arasındaki sıkı irtibatı gördükçe, kalbi korku ve heyecanla çarpıyor.

Zerafetin şehri, modadaki öncülüğünü çoktan kaybetti. Antenlerini ikinci Avrupa’nın antenlerine bağlayan entrikacı medya insanlığın estetik dünyasını bombalayınca Avrupaî zevk de yıkıldı… Gençlerin bacaklarında düşüp düşmemekte mütereddit, eskitilmiş bir pantolon ile kimyasal boyalarla rengi kaçırılmış bir tişört “Paris modası”nın tahtına oturdular. Fakat tahribatçı Avrupa hâlâ direniyor. Bu defa sosyal hayatı tahripte kullanılacak fikrin slogan ve senaryolarının merkezi olarak Paris’i öne çıkarmak istiyorlar. “Semavî dinlere” karşı piyasaya sürülen fikir ve sloganların ekserisinin üzerinde “Paris damgası” oluşu iddiamıza kuvvet veriyor. Kendi imalatı olmasa bile Avrupa’ya bu gümrükten sokuluyor. Zorbaların elindeki bu şehir her zaman bu fırtınalara karşı koyabilecek mi? Bunu zaman gösterecek. Fakat bu bir med-cezir´dir. Ahirzaman müjdelerini beklemek hakkımızdır. Devran ise dönüşümlü…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*