Risale-i Nur’da üç sabırdan bahsedilir:
“Biri: Mâsiyetten kendini çekip sabretmektir. Şu sabır, takvâdır; “Allah, takvâ sahipleriyle beraberdir.” (Bakara Sûresi: 194)
İkincisi: Musibetlere karşı sabırdır ki, tevekkül ve teslimdir; “Allah tevekkül edenleri sever. (Âl-i İmrân Suresi; 159.)” “Allah sabredenleri sever. (Âl-i İmran Sûresi; 146.)”
Üçüncü Sabır: İbadet üzerine sabırdır ki; şu sabır onu makam-ı mahbubiyete kadar çıkarıyor, en büyük makam olan ubudiyet-i kâmile canibine sevk ediyor.”Evet ben de bu üç sabırdan ikincisi olan musibetlerdeki sabırla imtihan olunuyordum. Bir hafta içinde aldığım acı haberlere Yusuf Sûresi: 86. âyetindeki; “De ki: Ben derdimi de, üzüntümü de ancak Allah’a sunarım” diyen Hz. Yakub (as) gibi ben de Allah’a sabır ve tevekkül içinde “Rabbim ben de derdimi ve üzüntümü ancak Sana sunarım” dedim ve duâ etmeye başladım.
Yapacak başka bir şey yoktu, sadece duâ etmek elimden geliyordu. Aile büyüklerimizden birinin ölüm haberini almış “İnnâ lillahi ve inna ileyhi râciun” diyerek yola çıkmaya hazırlanırken hasta olan eltimin de hastalığının ağırlaştığını öğrenince hazırlıklarımızı hızlandırıp bir an önce gitmeye çalışırken bir acı haber daha gelmişti. Canım gibi sevdiğim kardeşimin hastaneye kaldırılıp durumunun hiç de iç açıcı olmadığını öğrenmiştim. Hasbünallahu ve ni’me’l-vekil deyip sabretmeye çalışmıştım. Bir yandan da “Sema kendine gel, metanetini koru, sen Risale-i Nur’u okuyorsun, Risale-i Nur’daki devaları kendi üzerinde tatbik et” diye kendime telkinler veriyordum.
Evet ferman büyük yerden gelince Hz. Yakub’un (as) dediği gibi; “Ben derdimi de, üzüntümü de ancak Allah’a sunarım” dedim. Kardeşimi görünce de sakin olmamın gerekliliğini düşündüm. Ve nihayetinde kardeşimin yanındaydım, ona sarılıp öperken sanki hiç birşey yokmuş gibi davranıyor, durumunu ona belli etmemeye çalışırken içimdeki alevlerin sıcaklığından zor duruyordum.
Ve hastanede yatan kardeşimin o hasta vücudunu o vücudun Sahibine emanet edip, sabırla hasta yatağında yatan kardeşimin yanı başında durup ona refakat ettim.
“Ya Rabbim! Kardeşimin sahibi Sensin, bu hastalık Senin Rahmânî bir hediyendir. Bu hastalığın içinde benim bilmediğim çok hikmetlerin var” deyip sabırla tahammül etmeye çalıştım.
Ama kardeş olunca insanın canından can kopuyor. İnsanın sevdiğinin gözlerinin önünde acı çekmesi dayanılması güç olan bir şey ama ne yaparsın emir büyük yerden olunca mecburen boyun büküp emre itaat etmeye başladım.
Ama bu haber beni nefs-i emmâremle bir muhavereye sevk etmişti. O kötülüğü emreden nefsimle beraber şeytan da bana musallat olmuştu. Ve ben onlarla mücadeleye, Risale-i Nur eczahane-i mâneviyesiyle cevaplar verip susturmaya çalışıyordum. Bu arada kötülüğü emreden nefsim dönüp bana dedi ki:
“Bu ne biçim hayat, kardeşin hasta ve çaresi olmayan bir derde müptelâ olmuş çok yazık. Kardeşin çok genç, yazık değil mi? Çok emelleri, arzuları var, daha gezip tozacaktı. Hastalık onun neyine?”
Ben de dönüp nefsime cevap verdim:
“Hastalık bazılara bir ihsan-ı İlâhîdir, bir hediye-i Rahmanî’dir. Allah (cc), Şâfî’dir. Yani, kullarına maddî manevî şifa veren ve deva lutfedendir. Hastalıkların perde arkası gayet sevimlidir. Hatta perde açılsa her bir hasta, korktuğu ve nefret duyduğu hastalığının rahmet açısından gayet sevimli ve hoş olduğunu görecek ve kendisini rahmet ve şefkatiyle kucaklayan Cenâb-ı Allah’a sonsuz şükredecektir. Üstadımız; ‘Bizim bir vazifemiz var, zaman çok kısa, lüzumlu işler pek çok. Ömür ise meyvesi bulunmazsa zayi olur gider’ der.”
Nefs-i emmarem döndü dedi ki:
“Kardeşin daha çok genç. Doktora söyle, onu kurtarsın.”
Ben de tekrar dönüp benimle uğraşan nefsime dedim ki:
“Benim Rabbim var, O Zat benden merhametlidir, hem doktor da O’nun Şâfî isminin yeryüzündeki tezahürüdür. O bir sebeptir, ondan değil Müsebbibü’l-Esbab olan Cenab-ı Hak’tan (cc) yardım isterim.”
Kötülüğü emreden nefsim dönüp dedi ki: “Senin yerinde kim olsa bağırıp çağırır. Oysa ki sen hâlâ metanetini koruyup ona Risale-i Nur’dan bahisler anlatıp duruyorsun. Ona teselli vermeye çalışıyorsun…”
Ben de dönüp kötülüğü emreden nefsime dedim ki:
“Teselli vermiyorum. Risale-i Nur’daki hakikatleri anlatmaya çalışıyorum. Ey nefsim iyi ki sen diyorsun, evet, bu ne biçim dünya, bu dünya fanidir, ebedî bir dünya istersen ahiretine çalış, asıl sonsuz hayat oradadır. Bu dünya ahiretin numunesidir. Hem bana ‘Bağır, çağır, isyan et’ diyorsun. Kaderi tenkit eden başını örse vurur. Benim görevim musibetlere karşı sabır ve tevekkül ve teslimdir; Allah sabredenlerle beraberdir. (Bakara Suresi: 153.) Ve sabırsızlık ise, Allah’tan şikâyeti tazammun eder ve ef’alini tenkit ve rahmetini ittiham ve hikmetini beğenmemek çıkar. Evet, musibetin darbesine karşı şekva suretiyle elbette aciz ve zaif insan ağlar; fakat, şekva Ona olmalı, Ondan olmamalı. Hem musibetin geldiği ilk andaki sabrın ehemmiyeti çok evlâdır.”
Ve kötülüğü emreden nefsim başka yolları denedi. Yine döndü dedi ki: “Ya ölürse?”
“Kardeşim lâyemut değil, ben de değilim. ‘Ölüm’ güzeldir. Kaçış yok, sonunda öleceğiz, bari Rıza-yı İlâhî dairesinde yaşayıp ölelim. Onun için büyükler ‘Ölümü sevgiliye kavuşma’ olarak görmüşler. Mevlâna Celâleddin hazretleri ölüm gününü “Hakka vuslat, düğün günü” saymış. ‘Burada ölüm olarak tezahür ediyorsa da, orada doğumdur’ der.”
Ve nefs-i emmarem dönüp bana dedi ki: “Bak kardeşin ölüyor ve yok olup gidecek ve sen hâlâ duâ edip duruyorsun?”
“Ölüm Allah’ın emridir. O neylerse güzel eyler. Ölüm yok olmak değildir. Bâki bir hayatın mukaddimesidir. ‘Yani, mevti veren O’dur. Yani, hayat vazifesinden terhis eder, fani dünyadan yerini tebdil eder, külfet-i hizmetten âzâd eder. Yani, hayat-ı faniyeden, seni hayat-ı bakiyeye alır. İşte şu kelime, şöylece fani cin ve inse bağırır, der ki: Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, failsiz bir in’idam değil. Belki, bir Fail-i Hakim-i Rahim tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.’ (20. Mektub)”
Ve nefs-i emmarem döndü dedi ki: “Bak, kardeşin vefat etti, sen neden birşey yapmıyorsun?”
Ve ben dönüp kötülüğü emreden nefsime dedim ki: “‘Biz Allah’ın kullarıyız, O’ndan geldik O’na döneceğiz. Kardeşimin vücudu Vacibü’l-Vücud’un eseri ve sanatıdır. Onda istediği tasarrufu yapar. Ey nefsim! Evvelâ, bil ve kat’î iman et ki: Ecel mukkaderdir, tegayyür etmez. (Yirmi Beşinci Lem’a) Evet o şimdi daha uzaklarda, Âdem babamızın vatan-ı aslîsine gitti. Onu şimdi daha çok özleyeceğim ama onu benden daha çok seven Büyük bir Zat’a emanet ettim. O kulunu benden daha çok düşünür. Onun merhameti gazabını aşmış. O büyük Zat, kullarına merhametle muamele eder.”
Ve nefs-i emmarem benden bu cevapları da alınca sükut etti ve döndü dedi ki:
“‘Cenab-ı Hakk’a zerrât adedince şükür ve hamd ve sena ediyorum ki, kemal-i imanı kazandım, evham ve dalâletlerden kurtuldum ve hiçbir şüphem de kalmadı.’ (Asa-yı Musa) İman nimetlerinden dolayı Allah’a hamd olsun. Bu Rabbimin fazlındandır. (Neml Süresi 40. âyet.)” diyerek mutmain oldu. Ve ben de bu arada duaya devam ediyordum, duâda Üstadımız da vardı. Bir yandan da “Rabbim, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’dan aldığı Risale-i Nur devâlarıyla bizim bütün yaralarımıza merhem olan, Risale-i Nur’daki bahislerle bizi aydınlatan Üstadımızdan razı ol. Ol ki, onun vasıtasıyla bizler bu eşi benzeri bulunmayan kitapları okuyup bu dayanılması zor olan şeylere ve içimizdeki yaralara Risale-i Nur’daki devaları merhem olarak sürüp iyileştirmeye çalışıyoruz” dedim ve devam ettim:
“Allah’ım Sana şükürler olsun ki bizler Risale-i Nurları tanıyor ve öğrenmeye çalışıyoruz. Rabbim Senden niyazım odur ki, sen herkese bu eşsiz değerli olan Risale-i Nur’la tanışmasını nasip et, et ki yeryüzünde bu eserleri tanımayan hiçbir mahlukat kalmasın. Âmin.”
“Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra ancak bize döndürüleceksiniz.” (Ankebut: 29/57)
Bir şairin dediği gibi: “Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber / Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber (asm)”
Benzer konuda makaleler:
- Kalp ameliyatı “kalbe” iyi geliyor!
- Nefs-i emmârenin mâhiyeti
- Ciddi ahiret kardeşliği
- Bediüzzaman önce kendi nefsine hitap eder
- Hastalığın suretine değil, manasına bak
- Kutlular hizmet hatıralarını anlattı
- Hastalar Risâlesi
- Hastalık ve ölüme karşı bir sabır ve tevekkül örneği
- Bana ne?
- Ey nefsim!
İlk yorum yapan olun