Nefsimiz ve oruç

Sıcak bir yaz günü…
Belki de mevsimin en sıcak günlerinden biri…

Ama gönüllerde bir ferahlık var. Bir sevinci paylaşıyoruz. Yarısı içimizde, yarısı dışımızda. Sıcağa falan pek aldırdığımız yok. Nefs anlı şanlı direnişini sürdürse de, eski âdetlerinden vazgeçmese de, akıl almaz nice bahaneler ileri sürse de, oruca devam… Namaza, teravihe, mukabeleye devam…

Birkaç gün içinde o da direnişinden vazgeçecek. O da alışacak oruca. Bu Ramazan’la beraber gelen ibadet neşesine. Ya o bize benzeyecek, ya biz ona. Bizim ona uyma şansımız yok. Geriye kalan yol belli.

Bir direnç noktası var ki nefsin, teslim oldun mu ona, haylaz çocuk gibi huy ediniyor, kopardığı bir taviz olmasın, onu her daim istiyor. “İstediğini ver, kurtul”la iş bitmiyor. Arkası geliyor. Sonuna kadar gidiyor. Elini verdin mi kolunu istiyor.

Nefsimizi tanıma mevsimidir Ramazan. Hem de çok yakından.
***
Adamın biri geceleyin yatarken sakalının üstünden fare geçmiş. Sabahleyin kalkar kalkmaz ilk işi hemen sakallarını kesmek olmuş.

“Neden böyle yaptın?” diye sormuşlar.
Adam:
“Sakalımın üzerinden geçtiğine yanmam da, yol olur” demiş. “Onun için kestim.”

Nefs için her alışkanlık bir yol oluyor. O yolu kesmedin mi, başına çok işler geliyor. Yol olmaması için, alışkanlık haline gelmemesi, nefsin o şeyi huy edinmemesi için tavrımızı baştan koymak gerekiyor. Nefs için ağır olsa da, ileride başına gelecek sıkıntılı haller için hoşlandığı şeylerin kaynağını kesmek gerek.

Nefs neden hoşlanmıyorsa, onun aksini yaptırmak da nefsin ıslâhı için bir diğer yoldur. Kolay mı? Değil, ama başka da çıkar yol yok.

İnsan rahat alıp verecek her nefesi
Azıcık yerinde dursa şu azgın nefsi…
Zevk aldığı şeyde sonuna kadar gitmek, nefsin bir huyu. Huyunu ya da oyununu bilmez isen, yandın nefs elinden. Kurtuluşun yok.

Diren nefis… Diren bakalım… Nereye kadar? Bu ay, sana haddini bildirecek her nevi ibadetle geldi. Kursağını sıkacağız, yemini kısacağız, ipini gereceğiz biraz. Bu da hoş senin menfaatine… Ama ey nefis sen ne anlarsın ki kendi menfaatine olanı…

Hazreti Üstad’ın dediği gibi:
“Nefs-i emmare, devekuşu gibi aleyhine olan şeyi lehine zanneder.” (Mesnevî-i Nuriye, 153)
Böyledir nefsin mahiyeti. Bilelim, bilelim de kanmayalım, aldanmayalım, yanmayalım.

İlk başta hoşlanmaz nefis hayatını zabt-u rabt altına alacak şeylerden. Kendini hür, müstakil addeder. Kendi aklınca takılır, kendi keyfince yaşamak ister. Ama ne mümkün? Allah’ın emri olan her ibadet ona haddini bildirir, onun başına buyruk hallerini sınırlar, kimin kulu olduğunu ona gösterir.

İşte, bu manevî disiplin ile nefs bir ameliyattan geçer adeta. İnsana yük olmaktan çıkar, bilâkis onun yükünü çeker hale gelir. Nefsin oyunlarına karşı yine de uyanık olmakta fayda var.
***
Sormuşlar bir bilge zata:
“Nefs neye benzer?”
O da:

“Ata benzer” demiş. “İnsan da onun üstündeki biniciye. Eğer binici atın dizginini eline alırsa, istediği yere sevk eder onu. Yok eğer at gemi azıya alırsa, kontrol ona geçerse, o sana biner. O nereye giderse, bizi de peşinden oraya sürükler durur.”

Nefsin dizginlerini gevşetmeye pek gelmiyor. Sıkı tutmak gerekiyor. İşte Ramazan-ı şerifteki oruç nefsin bu yanına müthiş bir darbe vurup onu terbiye ediyor, onu hakikî vazifesi olan şükre sevk ediyor.

“Ramazan-ı Şerifteki oruç, nefsin terbiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:

Nefis, kendini hür ve serbest ister ve öyle telâkki eder. Hattâ, mevhum bir rububiyet ve keyfemâyeşâ hareketi, fıtrî olarak arzu eder. Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor. Hususan, dünyada servet ve iktidarı da varsa, gaflet dahi yardım etmişse, bütün bütün gasıbâne, hırsızcasına, nimet-i İlâhiyeyi hayvan gibi yutar.

İşte, Ramazan-ı Şerifte, en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi mâlik değil, memlûktür; hür değil, abddir. Emrolunmazsa, en âdi ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye, mevhum rububiyeti kırılır, ubudiyeti takınır, hakikî vazifesi olan şükre girer.” (Mektubat, 389)

Orucun nefsin terbiyesine baktığı ciheti, belki de şu zamanın en amansız ego, ene, gurur, benlik, her ne derseniz deyin, insanın mevhum rububiyet cihetine, gizliden gizliye ilahlık taslama yanına bir darbe vuruyor. O felâketli gidişin önünü kesiyor. Müthiş bir darbe vuruyor. Onu adeta yerlere seriyor. Ama öldü sanmayın ha… O her daim uyanık. Bir bahane arar tekrar karşımıza çıkıp diklenmek için. Terminatör filmindeki gibi… Bir alüminyum parçası bulmayagörsün… Hemen onunla bütünleşip tekrar eski haliyle karşımıza çıkıp efelenmeye, diklenmeye hazırdır. İşte Ramazan’da oruç ile nefsimizin bu yönünün de ince bir terbiyeden geçtiğini, kulluk formatına girdiğini açıkça görüyoruz.

“Kimin merhametiyle terbiye ediliyorum? Kimin idaresi altındayım? Kim beni böyle sayısız nimetlerle besleyip büyüten? Her daim hayatımı devam ettiren kim?” diye sormaya başlıyor nefsimiz. Bu fırsatı bize ve nefsimize Ramazan’da oruç ile bahşeden Rabbimize ne kadar şükretsek az…

Yoksa nefis her istediğini yapan ve bizi sonunda helâkete sürükleyen bir düşman olarak çıkacaktı karşımıza. Kendini de bizi de yakacaktı. Nefsimizi hizaya getiren böyle mübarek bir ay için Rabbimize ne kadar hamd etsek azdır.

Aksi halde nefs nereye, biz oraya… Yaramaz bir çocuğun peşinden koşan anne ve babası gibi bizim de sonumuz pek farklı olmayacaktı eğer Ramazan-ı şerifteki oruç olmasaydı… “Delidir, ne derse yeridir” sözünde olduğu gibi; “Nefistir bu, ne isterse aleyhimizedir” diye düşünüp ona göre davranmamız gerekiyor.

Gülün yanında dikeni var, kalbimizin yanında nefsimiz var. İnsanlık yolunda ilerlemenin belki de gereği bu. Zıtların içinden arınıp çıkmak…

Uhud Harbi’nin sonunda Hz. Peygamber’in (asm), “Şimdi küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz” diye işaret ettiği tehlike bu değil mi? Birinci cihadda düşman karşınızda. Ona göre strateji geliştirip mücadele etmek bir derece mümkün. Ama içimizdeki sinsi düşmanı dost zannedersek, mücadelede elimizi gevşetirsek halimiz harap demektir.

Nefs, sürekli kontrol ve  takip istiyor. Haylaz çocukların sınıfta her fırsatı değerlendirmesini hatırlatıyor bu. Öğretmen bir an dışarı çıksa, o yaramaz hemen sınıfı birbirine katıyor, idareyi eline geçiriyor.

Nefse fırsat vermeye gelmiyor. Oruç onu sürekli denetlediği için, üstelik bugüne kadar ele geçen her nimetin sahibinin kim olduğunu ve bu nimetlerin bir bedelinin olması, bunun da mutlaka ödenmesi gerektiğini hatırlatmakla onu hizaya sokuyor, düşündürüyor, terbiyeye sevk ediyor. Emir dinlemesi için kulağını açtırıyor. Oruç da olmasaydı bu nefs ile başa çıkmak çok zordu.

Bakın, yüz hikmetli bir oruç ile -ki bu kadar sevaplı olmasına rağmen- nefs ancak bir derece yola geliyor. Ramazan nefsin yola geliş mevsimi, kalbin güçleniş zamanı, kalbin hakimiyeti ele alış anı ve insanın insan olduğunu anlama zamanı. İnsan ne için yaratıldığını, ne gibi gayeler ve hikmetler için dünyaya gönderildiğini, Allah’ın emirlerini yapmakla eline ne geçeceğini, bir derece bu ayda anlıyor. Oruç ile, açlık ile nefs bir derece gemleniyor.

Tok mide nefsin lunaparkıdır, oyun alanıdır. Cirit atar adeta içimizde. Ama gıdalandığı şeyler kesildiğinde, nefs de kendine mahsus ulvî bir hayatın içine girmeye başlıyor. Hakikî gayesine, hedefine yönelmeye başlıyor. Ne için yaratılmış olduğunu öğreniyor. Bu mübarek Ramazan’da, bu mübarek oruç ile nefsimizin sadece bunu bile anlamış olması az bir şey midir?

Bütün dünya böyle bir terbiyenin izini sürüyor, arıyor ama bulamıyor. Doğusuyla, batısıyla İslâmiyet’ten nasibini alamayan her yer perişan. Mahrum kaldıkları bu nimetten dolayı duydukları kıskançlık ve huzursuzluk ile bizim de huzurumuzu, ağız tadımızı bozmaya çalışıyorlar, İslâm coğrafyasında her yerde fitne ateşini körüklüyorlar.

Tedaviler, ilâçlar fayda vermiyor. On iki ayın içindeki bir ayı oruçla geçiren bize belki de gıpta ile bakıyorlar. Nasıl bir iklime girdiğimizi bilseler, onlar da aramıza dahil olacaklar.

Fedakârlığı öğreniyoruz, yardımı, sabrı öğreniyoruz bu mübarek ayda. Bu bir ay, hayatımızın geri kalan günlerinin mayası oluyor adeta. Biz bir ay oruç tutmuyoruz. Bu bir ay ile geri kalan on bir ayı mayalıyoruz, gelecek günlerin tohumunu atıyoruz.

Batının tedavileri, ilâçları fayda vermiyor dedik. Çünkü teşhis yok ki tedavi olsun. Anahtarı kaybettikleri yerde aramadıkları sürece de bulamayacakları ve nefislerinin zebunu olacakları da kesin.

Ey oruç! Madem sen bize hazinelerden daha değerli imkânlar sunuyorsun, en başta nefsimizin ayartıcı hallerine karşı bizi uyanık tutuyorsun, selâm sana… Gönüller dolusu selâm ve duâlar sana…

Sonsuz hamd ve şükürler olsun Rabbimize…
Nasip ettiği bu oruç nimeti için bize…
***
Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Rasûlallah…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*