Negatif enerji birikince

Dört yıl önce, 27.5.09 günü bu köşede yayınlanan “Negatif enerji” başlıklı yazımızda şu değerlendirmeyi yapmışız:

“Gerçek şu ki, bu ülke bunca senedir tezgâhlanan ağır tahriklere rağmen iç barışın ve toplumsal huzurun büyük ölçüde korunabiliyor olmasını, sessiz çoğunluğun sağduyusuna borçlu.

“Ama bu durum, son dönemde yine ciddî bir gerilim potansiyelinin oluştuğunu gözardı ettirmemeli. Sebep, 28 Şubat’ın mayınlı alanlarında hiçbir kayda değer adım atmamasına ve kritik konularda hep alttan almasına rağmen laikçi cepheye yeni tahrik kozları vermekten de geri durmayan bir siyasî kadronun iktidarda olması.

“12 yıl önce RP iktidarının tetiklediği tepkiler 28 Şubat’ın bahanesi olmuştu. Şimdi de o partiden ayrılan ekiplerce ‘Değiştik, millî görüş gömleğini çıkardık’ söylemleriyle kurulan parti 7 yıllık iktidarında 28 Şubat tasarruflarına hiç dokunamadığı halde, benzer tepkilerin hedefi oluyor.

“Biriken negatif enerjinin demokratik süreç ve işleyiş içerisinde elimine edilmesine ihtiyaç var.”

20.6.09’da da şunları yazmışız:

“Gerçekten Türkiye, iddia edildiği gibi laiklik eksenli bir kutuplaşma ortamına sürükleniyor mu? Laikçi kesimin sayıca azlığına bakarak, onları dikkate almayan bir tavır sağlıklı olur mu? Başından beri ülkeyi kendisinin yönettiğine inanan kesimin artık bu konumunu kaybediyor olduğunu görmekten kaynaklanan bir psikolojiyle, çoğunluğu daha da rahatsız edebilecek aşırı tepkilere yönelmesi Türkiye’ye ne getirir, ne götürür?

“Bunların çok iyi tahlil edilmesi, herşeye rağmen diyalog kanallarının açık tutulup uzlaşma imkânlarının aranması, en azından kendileri dışındakileri kabule asla yanaşmayanları marjinalize ederek diğerlerinin endişelerini yatıştırmaya yönelik bir strateji izlenmesi gerekmiyor mu?”

Geçen dört yıl zarfında, 12 Eylül 2010 referandumu ve 12 Haziran 2011 seçimi gibi, AKP’nin gücünü halk desteğiyle pekiştiren gelişmeler oldu.

Buna paralel olarak, sistemdeki asker ve yargı vesayetini gerileten adımlar atıldı. Üniversite yönetimleri önemli ölçüde değişti. 28 Şubat uygulamalarının epeyce bir kısmı tedavülden kalktı. Üniversitelerdeki başörtüsü yasağı hemen hemen sona erdi. Mağduriyetler bir ölçüde telafi edildi. Darbecilerle hesaplaşma süreci başlatıldı.

Katsayı sorunu çözüldü. İmam hatiplerin orta kısımları açıldı. Okullara seçmeli Kur’an ve siyer dersleri konuldu. Millî güvenlik dersleri kalktı.

Ancak bu olumlu adımlar, köklü bir anayasa reformu çerçevesinde topyekûn bir demokratikleşme zeminine oturtulamadı. Onun için de ne ölçüde sağlam ve kalıcı oldukları henüz belirsiz.

Buna karşılık, temelde doğru olan bazı düzenlemelerin dayatma algısına yol açabilecek veya en azından kimilerince o yönde istismarı için koz verebilecek yöntemlerle gündeme getirilmesi, daha ötesinde hassasiyetleri tahrik eden özensiz ve çatışmacı üslûplar, bardağı taşıran damlalar oldu.

Gezi Parkı krizi de gelince olay “patladı.”

Dileğimiz, negatif enerji patlamasının, pusudaki şer güçlere yarayacak boyutlara varmaması.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*