“Neme lâzım” demedik,“nene lâzım” dediler

Geçen hafta bu köşede, mizahî bir yaklaşımla “paralel yapı” muammasına dokunduk ya; varsa hain bir yapılanma, varsa devletin içinde devletin bekasına kasteden bir örgütlenme, bunun tasfiyesinin ve bertaraf edilmesinin, Erdoğan’ın takındığı bu “taktik”lerle olamıyacağını ima ettik ya; bu şekilde bir mücadelenin sadece bir yönünü, evet sadece siyasî rantiye, medyatik ve “asparagas” olan tarafını, Don Kişot’un yel değirmenleriyle savaşmasına benzettik ya; olanlar oldu ve asıl “donkişotluk” dönüp dolaşıp üstümüzde kalıverdi.

Olumlu tepki ve görüş bildirimlerinden kat-ı nazar; öyle mesajlar ve tepkiler de geldi ki, bir an şöyle mırıldanmaktan kendimi alamadım:

Ben ki, bu alanda acemi kalemimle, nâkıs mâlûmatımla, cılız şahsiyetimle, böyle ancak “derin” mâlûmat ve engin tecrübe sahiplerine has alanlara girmekle “donkişotluk” ettim, galiba…

Şimdi bu “donkişotluk”tan sıyrılmak adına bazı şeyler söylemeliyim.

Medyunuz o Üstâd’a ki, her an her mes’elede imdadımıza yetişir. Kendi başından geçenleri de –hâşa- hikâye için değil, bize ders vermek, bazen de teselli etmek için anlatır.

İşte bir misal:

“Hem derdim: Bir yangın olsa, bir parçasını söndüreceğim. Fakat hocalık elbisem de yandı; ve uhdesinden gelemediğim bir yalancı şöhret de, maalmemnuniye ref’ oldu (kalktı). Ben ki, …; böyle meclis-i mebusan ve a’yan ve vükelânın en mühim vazifelerini düşündürecek bir emri uhdeme aldım; demek cinayet ettim.” (Bkz. Divan-ı Harb-i Örfî, Yedinci Cinayet)
***
Şimdi bir de hükûmetin iddia ettiği gibi devlet içinde gerçekten “paralel bir hâkimiyet”in olup olmadığına, Risalelerdeki şu izah zaviyesinden bakalım: “Âmiriyet ve hâkimiyetin muktezası, rakip kabul etmemektir, iştiraki reddetmektir, müdahaleyi ref etmektir. Onun içindir ki, küçük bir köyde iki muhtar bulunsa, köyün rahatını ve nizamını bozarlar. Bir nahiyede iki müdür, bir vilâyette iki vali bulunsa, hercümerc ederler. Bir memlekette iki padişah bulunsa, fırtınalı bir karma karışıklığa sebebiyet verirler.”

Ülkede böyle bir durumun olmadığını herkes biliyor. Zira en büyüğünden en küçüğüne kadar bütün makamlar birer tane olarak görülüyor ve biliniyor. Kuvvetler ayrılığı ise, zaten demokratik hukuk devleti olmanın gereğidir. Bugün AYM Başkanı Hâşim Kılıç, açıkça bir huzursuzluktan ve hukuka müdahaleden söz ediyorsa, asıl dikkate ve ciddiye alınması gereken işte budur!.
***
Bizi ittiham edenler, nasıl ki kendilerince yanlış buldukları noktalarda bize itiraz hakkını kullanıyorlar. Onların da bazı hususlardaki “iltibas”larını, peşin hüküm ve toptancı bir yaklaşımla sahiplenme ve reddetme alışkanlıklarını, yeri geldikçe hatırlatıp, lütûfla ıslâhına çalışmak, “mürüvvetkârane muaşeret”in icabı olsa gerek..

“Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına” türküsünü tutturup tam gaz gidenlere; bahtımızın da tahtımızın da Risale-i Nur’da olduğunu göstermeye devam etmek, her şeyden önce dostluk ve kardeşliğin gereği olmalıdır.

Evvelâ; ihlâs, uhuvvet, tesanüd, muhabbet, sadakat, istiğna, rıza-i İlâhî… gibi Risale-i Nur’da va’z edilen umum düsturları bir araya toplayıp, o zaviyeden hal-i âlemin ve siyasî gidişatın bizi ilgilendiren yönünü “Beyanat ve Tenvirler” laboratuvarında tetkik edelim. Mevcut siyasî gidişattaki hâkim iradenin; Nur’un bilumum hizmet gruplarına “kanca” takmasına ve “tasallut” olmasına tam bir “Nurcu” gözüyle bakalım. Bir an için de olsa, hiçbir siyasî hesap ve kaygı taşımadan, sadece Hazret-i Üstâd’dan tevarüs eden ve Risalelerde parlayan “ihlâs sırrı”nın ne derece rencide edildiğine, imanımızın ve vicdanımızın tahammülü nisbetinde bakalım. Sonra da, diyebilirsek, “neme lâzım” diyelim…

Mübarek ve muhterem bir zat da, mâlûm makaleyi (nedense) şahsıma yakıştıramamış. “Nene lâzım” dercesine nasihatlerde bulunmuş. Makalenin, “Hizmet-i imaniye ve Kur’ânîye” ile bir alâkası olmadığı hükmüne varmış. (Ki zaten bir makalenin kendi çapında ancak kendine göre bir yeri olur.) Makalenin muhtevasından, sanki “muamma paralel”e destek sonucunu çıkarmış. Bundaki vebalimin büyüklüğünü ağırlaştırmak (!) adına; “paralel yapı” yaftasını yiyen cemaatin ve hizmet hareketinin bir yığın cürümlerini (bizi özellikle ilgilendireni “sadeleştirme”dir ki, her türlü ikazlar yapılmıştır ve yapılıyor) sayıp dökmüş…

Keşke bu muhterem zat, aynı tetkikatını hükûmetin takip ettiği iç ve dış politikalar üzerinde de derinleştirse…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*