Neoliberallerin saadetimizin üç temel esasına hücumunu merak ediyor musunuz?

Yazımızın başlığına takılıp, makaleyi sonuna kadar okumayanların kaybedeceğini iddia etmiyoruz, inşaallah isbat edeceğiz.

Madem ki insanız, genellikle dünya mutluluğu peşinde koşarken ömrümüz tükeniyor. Öyle ise; mutluluğun üç ana unsurunu tanımak ve bu üçlüyü tahribe yönelen “insan düşmanlarını” tanımak zorundayız. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri Risale-i Nur Külliyatı’nın ilk eseri olan İşarat’ül İ’caz’ın 197. Sahifesinde, “… İkinci kısmı ise, saadet-i cismaniyedir. Bunun esasları mesken, ekl, nikâh olmak üzere üçtür. Ve bu üç esasın derecelerine göre, saadet-i cismaniye tebeddül eder. Ve bu kısım saadeti ikmal ve itmam eden, hulud ve devamdır. Çünkü saadet devam etmezse, zıddına inkılâp eder” diyor. Dünyevî, cismanî, veya bedenî mutluluğun üç esası…

Burada ilginç bir sıralama var. Önce barınma, sonra iaşe ve sonra da nikâh. Biz bu mevzuya, ahir zamanın global dehşetli tahripkâr cereyanı olan “Neoliberalizm’in (özde Marksizm)” fıtrat ile savaşırken insana ve insan saadetine verdiği zararlar çerçevesinde “kısacık ve özet olarak” bakacağız, inşaallah.

Önce başımızı sokacağımız bir yuva. Bir sığınak veya barınak… Diğerleri sonra geliyorlar. Adem (as) babamızdan bu yana… İnsanlığın medeniyet tekâmülünde “mesken” meselesi ele alınacak olursa, ciltlerce kitaba ihtiyaç duyulacak. İrem bağlarından Semud’un kayalarda oyulmuş muhteşem barınaklarına kadar… Çılgın neoliberalizmin özendirdiği Dubai’nin sekiz yüz metre yükseklikteki gökdelenlerinden Amazon veya Orta Afrika’daki çardaklara… İnsan saadetinin önceliği ikame… Barınma… Demokrasi veya hürriyetçi geçinen Neoliberal sermayedarların bankaları aracılığıyla ortaya koydukları devasa binalar, labirent gibi binlerce haneden müteşekkil daireler ve tabiatı öldürmüş “kentleşme projeleri”… Bu yerleşme felsefesinin özüne baktığınızda; Sovyetler’in Bolşevik mantığını göreceksiniz. Sosyal devlet maskesi altında, insanları “sürüler halinde” idare edebilecek şehirleşme projeleri… Hürriyetşiken bu mesken düşüncesinin 1980’lerden sonra, Neoliberallerin “global dünya piyasası” öncülüğünde; hem Latin Amerika’ya, hem Çin’e ve hem de Türkiye’mize nasıl taşındığının araştırmasını, inşaallah ilim adamlarımız yapıyorlardır. Demokrasileri gelişmiş ülkelerdeki mesken anlayışı ile henüz demokrasiye yönelen devletlerdeki yaklaşım, yine sosyo-kültürel boyutlarda ele alınacaktır. Neoliberallerin bu plânı, faiz çarkını bankaları üzerinden çevirerek yaptıklarını bir tarafa kaydedelim. Alın terinin buharlaştığı ve sermayelerin global hırsızların ellerine geçtiği bu sistemin sahipleri, müdahale etmek istedikleri ülkelerdeki gayr-ı menkulleri taraftarlarının ellerinde topluyorlar. Millî devletlerin bu Marksist bozuntularının ihanetlerine uyanacakları sabahı birlikte bekliyoruz.

“Ekl ve Şürb”ü biz avamda yeme-içme olarak tercüme ediyoruz. Bu hayvanî yönümüzün insanî boyutunu Said Nursî, “…İnsan, bütün hayvanlardan mümtaz ve müstesna olarak, acip ve lâtif bir mizaçla yaratılmıştır. O mizaç yüzünden, insanda çeşit çeşit meyiller, arzular meydana gelmiştir. Meselâ, insan, en müntehap şeyleri ister, en güzel şeylere meyleder, ziynetli şeyleri arzu eder, insaniyete lâyık bir maişet ve bir şerefle yaşamak ister.” (A.g.e., s. 140) cümleleriyle bize gösteriyor.

İki yüz seneyi aşkındır Avrupa Medeniyetini tahakkümleri altına alan bu münafık Marksistler, ilimle yukardaki hakikati keşfetmiş görünüyorlar. Yeme-içme çerçevesinde ekonomide devasa pazarların açılmasını tekâmülün normal seyri kabul edebilirsiniz. Fakat midesine düşkün, cehalet ile malûl hırslı insanlar üzerinden yapılan tahribin analizi yapıldığında, birilerinin bu sahada “insan karşıtı” olarak binlerce tahrip projesini hazırladığını görecektir. Yani kendisini ilâh yerine koyan Marksistler, insanların zaaflarından yararlanarak “YEME-İÇME” yoluyla hayatı bozmaya çalıştığını göreceksiniz. Midesinden yakalanan insanlığın, yalnızca bu çerçevede çektiği ıztıraplar, zorlular, kavgalar, hastalıklar ve diğer musîbetleri yine ciltlerce kitapla anlatmaya çalışırken, yeni araştırmalar da inşaallah bu tahribatkâr cereyanının mahiyetini musîbetzede insanlığa gösterecektir beklentisindeyiz. Önce aç bırakırken insanlığı, arkasından rızık endişesini hırsa bulayarak takdim ediyor, zavallı insana… Neleri midesine indirmiyor ki… Alış veriş merkezlerinin raflarının çoğu, sayamayacağımız kadar fıtrata aykırı yiyecek- içeceklerle dolu. İnsanın zaaf ve korkularını laboratuvarlarında keşif eden global kapitalist Marksistler, işi şehirde ve mağazada oluruna bırakmamışlar. Kucaklarına aldıkları yer küremizin, ekile bilinecek alanlarını yüz seneliğine kiralamışlar. Müdahale ve savaşlarla meydana getirdikleri “Açlık!” manzaralarını vitrine koyarak, nebatat ve hayvanatın fıtratına medeniyetin imkânlarıyla müdahale başlıyor. Bire yirmi değil, yetmiş kazanacaksınız, propagandasıyla, toprağa bağlı yüz milyonlarca insanı yalanlarla ifsat ettiler. Lâtin Amerika’nın en verimli arazi ve meralarının “Neoliberal sermayedarlarca” kapatıldığını bilseniz, Hindistan’ın açlıkla mücadele eden fukara halkının, Neoliberallerin maymuncuğu Modi ile nasıl kavga ettiklerini kaç gazete yazıyor ki. Faş edilmesi gereken uzun bir hikâyeler…

Dünya saadetinin üçüncü unsuru olarak nikâhı zikrediyor.… İnsanlığın bu dünyevî sütununu yıkmak üzere Materyalist düşüncenin Amerika ve Avrupa’daki çalışmalarını da ancak yüzlerce kitap ile anlatabiliriz. Buradaki mutluluğun merkez rolünü üstlenen “KADIN”ı fıtratının dışına sürükleyen bu canavarların tanımları, mahiyetleri ve tarihçeleri de fevkalâde önemli. Orta çağın Batı’da ezdiği kadını kurtaracağım diye yola çıkan Marksist sınıf çatışmacıları; kadını annelikten, sevgililikten ve aile içinde itaatkâr evlât olmaktan öyle kaçırdılar ki. Kuzeyli dinsizleri, Hıristiyanların kadını üç KKK’ya “Kirche, Küche, Kinder” (Kilise, mutfak ve çocuklar) hapsettikleri propagandası, sonra biraz daha bozmak için ortaya attıkları FKK belâsı ve nihayet kadını tahtından tepe-taklak uçuran LGBT hareketleri… Evini, sevdiklerini, sevgisini, nezafetini, ismetini ve değerini kaybederek paçavralar gibi metropollerin kaldırımlarına fırlatılan kadın, Allah’ın kanunlarına savaş açmış Marksistlerin kadınıdır… Neoliberallerin “KADINI EVİNDEN VE MİSYONUNDAN” koparmak üzere yüzlerce naylon vakıf, STK ve organizeler kurarak yüz milyarlarca dolar harcayarak; insanlığı “NİKÂHTAN GELEN” mutluluktan da mahrum bıraktıklarını, bütün coğrafyalarda gözlemliyoruz.

Bu hakikatlere yabancı olmadığınızı biliyoruz. Bediüzzaman’ın bu gerçekleri 1914‘te Kur’ân’dan tesbit ettiklerini de biliyoruz. Fakat günümüzdeki Marksistlerin, liberal üniformalar içinde demokrat üslûplarla insan saadetini nasıl yok ettiklerini pratikleriyle takip edemeyebiliriz. Çünkü nifaka bürünerek yapıyorlar. Ayrıca tahribatın küresel boyutları o denli geniş ki… Tek başımıza ihatası mümkün değil. Fakat dünya efkâr-ı ammesi ile ulemanın şahs-ı manevileri bu hususta bize yardımcı olabilirler…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*