Nerede bu millet?

Bir zamanların unutulmaz repliklerindendi; “Nerede bu devlet, nerede bu millet”..

Asında millet devletin değil; devlet milletindir. Yani milletin örgütlenmiş halidir devlet. Yani aslında hep böyle olmalıydı da, ama bilhassa İslâm dünyasında hükümetlerin saltanata dönüştürülmesinden bu yana bu trendi yakalamak tamamen zorlaşmıştır. Ülkemizde Demokratlar sayesinde demokrasinin yaşanır ve hissedilir hale geldiği dönemlerimiz de uzun sürmemiş, önü kesilmiştir.

Devletin hizmetkârlık halini bizatihi Peygamberimiz (asm) hayata geçirmiş. Asr-ı Saadet ve Hulefa-i Raşidin dönemleri bunun en mükemmel örnekleridir.

Zaten Peygamberimiz (asm) buyurmuştur: “Hilâfet benden sonra otuz sene sürecek, ondan sonra da saltanat şeklini alacaktır.” 1

İktidara geçen saltanat düşkünleri, seçimden seçime millete gitmenin ötesinde, milletinden kopuk bir devlet zihniyetini arkalarına alarak, saltanatlarını sürdürmeyi yeğlemişlerdir. Bunun böyle devam etmesine maalesef millet de müstahak olmuştur.

Her vesileyle “Allah devletimize zeval vermesin” duâsını yapan millet, “Allah milletimize zeval vermesin” diyen ve milletin emrinde olan bir devlete hasret kalmıştır.

Bu millet ne yapıp edip, “hak, adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvet” esaslarına, demokrasimize, haklı şûrâlarımıza sahip çıkmalı..

“Evet bir millet cehaletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi müstebit (baskıcı) eder” düsturunu akıldan çıkarmamalı.

Muhakemat’taki şu içtimaî tesbit, hürriyeti ve demokratlığı henüz tam sindirememiş ülkelerdeki “tek adam” zihniyetlerinin mühim bir sebebini ortaya koyuyor.

“Vazifesi hizmetkârlık ve tabiatı çocukluk olanlar büyük rütbeye girmekle tekebbür eder. Tekebbür etmekle tenasübünü bozup muaşereti teşviş eder.”

Yani gurur ve kibirinden dolayı uyumlu hareket edemez, içtimaî münasebetleri bulandırır, karıştırır, uzlaşma yolunu kapatır.

Amerikalı siyasetbilimci Martin Lipset’in de ilginç bir analizi var. Diyor ki: “Uzayan iktidarlarda güç kullanımı eğilimi artar.”

Demek ki, bazen aynı iktidarın çok uzaması da tehlike arz edebiliyor. Demek ki, iktidarın el değiştirmesi bazen kaçınılmaz derecede zaruret haline gelebiliyor. Ve bilhassa “hak, adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvet” esaslarından uzaklaşıp, sadece kendi iktidarını korumaya endeksli bir güç kullanımına geçildiği anda, böyle bir iktidardan kurtulmak adına alternatif çıkış yolları aranması zaruret haline gelir ki, bu vazife de millete düşer.

Üstad Bediüzzaman, kendisine nefes bile aldırmak istemeyen hükûmet erkânına gün olmuş şöyle seslenmiştir:

“Ey efendiler! Bilirim ki, hak noktasında mağlûp olduğunuz zaman kuvvete müracaat edersiniz.”

Gün olmuş merdane şöyle haykırmıştır: “Haksızlığı hak zanneden adamlara karşı hak dâvâ etmek, bir nevi haksızlıktır. Bu nevi haksızlığı irtikâp etmek istemem.”

Bu noktalarda sadece harice, siyaset âlemine bakıp, kendi iç âlemimizi de ihmal etmemeliyiz. Bir pencereden dışarıya bakıldığı gibi, bazen vazife adına dışardan içeriye de bakılabilir, bakmalıyız.

Şöyle ki: Acaba Risale-i Nur’u dünyevî ve uhrevî hiçbir menfaate alet etmeyen Hazret-i Üstâd adım adım takip ediliyor mu? Acaba işler, istişareler kendi haklı zemininde yürüyor mu? Acaba şahsî garaz, hırs, menfaat devreye girerek, meşveret zeminlerini meşgul ettiriyor mu? Acaba haklı da olsa, kardeşine karşı itiraz noktasında haksızlık yapılıyor mu? Acaba hak olan mesleğinde haksız bir üslûp ve tarza tevessül ediliyor mu? Acaba hak noktasında mağlûp olunca kuvvete başvuruluyor mu? Acaba, acaba, acaba…

Dipnot:

1- Müsned, 5:220, 221.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*