Nihaller üzerine…Kardeşlerimiz Esra ile Dilber’in ruhuna Fatihalarla…

Gün zevale yaklaşırken aniden gecenin oluşunu, Mayıs ortasında cennet-âsâ baharın beyaz kar kefeniyle örtülüşünü ve yirmi üç yaşındaki bir gencin kabre girişini düşünmek bir yana, bazan hayal bile edemeyiz.

Fakat hakikatlerin daima hayallerin maverasında kanat çırptığını biliriz.

Biz; baharlardan sonra “meyveli yaz”ları hep bekleriz.. Güneşin tepeye yükselişi bize öğleyi hatırlattığı gibi… Çünkü gözümüz ve gönlümüz bu ıttırada alışmış..

Mayıs ortasında lâlenin, gülün boynunu büken beyaz karları ne nefsimiz, ne de bazı duygularımız kabule yanaşmıyor. Zevalde iken güneşin tutulmasına kaç gönül razı olabilir? Gel gör ki; hükmümüz ne geceye, ne güne, ne aya, ne de güneşe geçmiyor. Eli kısa, iktidarı kısa, ömrü kısa, fakat arzu ve emelleri up uzun varlıklarız biz… İçinde dahil olduğumuz tüm çarkları çeviren kudretin Sahibine rızadade olmaktan öte ne gelir ki elimizden…

Şu dünyada ölmek mi, yaşamak mı hayatın esas rengidir diye bize sorulsa, çoğumuz “yaşamak” diyecektir. Fakat bizi çevreleyen hayat sahiplerinin haberli-habersiz gidişleri üzerinde iyice yoğunlaştığımızda, herşeyin hayattan ziyade ölüme daha yakın olduğunu müşahede ederiz. Bitkilerden, hayvanlardan, tek hücreliden, çok hücreliden insana kadar her hayat sahibiyle birlikte, yanımız sıra çağıldayan “ayrılık nehrinde” yıkanışımızın farkında olmayışımızın sebebi, suların bazan direkt olarak sahillerimize vurmayışı değil mi? Fakat ayrılıklar seli, saniye durmaksızın; kalbimizden, vücudumuzdan ve yerleşmeye çalıştığımız dünyamızdan binlerce parçalar kopararak mütemadiyen akıyor. Bazan ahenkli durgun-beyaz, bazan öfkeli, ürkütücü, bulanık…

Bazan cemalle billurlaşırken, bazan celâlle vuruyor bizi…
Mayıs ortasında, zümrütten dağların doruklarına yükselen ceylanın ani düşüşünü… Bara durmuş gencecik bir meyve nihalinin bir sebeple kırılışını… Nil-i mübarekten tâ Anadolu’ya bin bir zahmetle uçan turnanın bilinmedik bir nedenle bitişini… Hedefe kilitlenmiş, şaha kalkmış genç bir küheylanın bir lâhzacıkta yıkılışını hiç düşündünüz mü?

Ceylanı doruğa, nihali semaya, turnayı yükseklere ve küheylanı şaha kaldıran Kudretin takdirini bilenler; “kader…” dediler ve boyun büktüler… Bizim de boynumuz bükük… Dört mevsimlik bir ömrün Mayıs’ını yaşayan, akran iki nihalin ani kırılışlarından kalbimiz buruk ve kader önünde boynumuz bükük… Hayatları İslâmla yoğrulmuş, Kur’ân’a ve imana hizmet yolunda hedefe kilitlenmiş, bin bir zahmetle üniversitelerini bitirmiş ve başörtülerini şeairin mevsimimizdeki bayrağı olarak dalgalandırmış iki kardeşimizin aniden rahmete gidişlerini nefislerimizle bazı duygularımız evvelâ kabullenmek istemediler…

İlkbaharın seherinde tohumu parçalatarak sümbüle yol veren, bu sonsuz Kudretin sahibi değil mi? Ya bu iki ceylanı Mayıs ortasına ulaştıran.. lâleye ve güle “cemal” yolunu açan Kimdi? İnanıyoruz ki, onları rahmetine alan Zat, bu iki kardeşimizi, kalpleri buruk, gözleri yaşlı annelerinden daha fazla seviyor.. Kişi Sevenine çağrılmışsa, nefis ve duygularımıza ne oluyor ki…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*