Nisan ayında mıyız?

Fark edenleriniz var mı bilmiyorum?

Birkaç senedir Haziran ayı geldiğinde hâlâ havalar acaib yağışlı oluyor. Adeta, hani eskilerin “ma-i Nisan” diye tabir ettikleri Nisan yağmurları, neredeyse Haziran ayında yağıyor. Yani öyle ki, batı bölgelerimizde bile, kaloriferleri yakma raddesine geliyoruz. Hatta evlerinde hasta, yaşlı ve küçük çocukları olanlar yakıyor da. Tıpkı kış mevsiminde, tam kış olmayıp kar yağmadığı gibi, yaz mevsimi de bir acaib hâlde seyrediyor. Peki, bu durumlar nedir, bunlar normal midir? Tabiî görünüşte normal değil. Bundan yarım asır önceki bizim çocukluğumuzda iyi hatırlıyorum, mevsimler, bir-iki müstesna hâlin dışında, normal zamanında olurdu. İlkokulda okurken sınıfımızın duvarında bulunan mevsimleri gösteren tabloda; Aralık-Ocak-Şubat KIŞ. Mart-Nisan-Mayıs İLKBAHAR. Haziran-Temmuz- Ağustos YAZ. Eylül-Ekim-Kasım KIŞ olarak belirtilir ve hemen hemen de öyle olurdu. Ama şimdilerde öyle mi? Maalesef, mevsimler zamanında olmuyor, birbirine karışmış vaziyette. Peki, şimdi bunların sebebi nedir acaba? Neden böyle olmaktadır?

Bunun cevabını vermeden önce şunu ifade edelim ki, bu gibi tabiat hadiseleri tamamen Cenab-ı Hakk’ın kudret elinde olan şeylerdir. O, ne derse o olur. “Ol” der, olur. O kadar. Yoksa böyle karışık işlerin, tabiat hadiselerine bağlanması çok saçma sapan bir şeydir. Birçoğumuz hatırlarız.

Taa ilkokul sıralarından itibaren bizlere, yağmurun, karın nasıl yağdığı anlatılırken, “denizlerden yükselen buharlar, gökyüzüne, yukarılara çıkar, orada soğuk bir tabakaya rast gelince yağmur, daha soğuk tabakaya gelince de, kar olarak dünyaya yağar.” denirdi. Dediğimiz gibi, bu felsefe tamamen yanlış ve saçmadır. Nitekim bundan kırk yıl kadar önce Ankara ziraat fakültesinde okuyan ve bizim de devam ettiğimiz dershanede kalan bir arkadaşım anlatmıştı. Bir gün yağışlarla ilgili dersi anlatan bir Prof. hocaları, bunları söyledikten sonra “bırakın çocuklar bunları! Daha kar ve yağmurun nasıl yağdığı doğru dürüst bilinmiyor bile. Bunlar tamamen Allah’ın işleri” demiş. Gerçekten de öyle. Yahu, o buhar ne akıllıymış öyle! Az soğuk tabakaya gelince yağmur, biraz daha soğuğuna rastgelince kar olarak dünyaya dönüyor. Peki, dolu nasıl oluyor acaba? O da, herhalde, biraz melez tabaka buluyor ve yağmur-kar karışımı bir şey oluyor öyle mi? Yok, yok, hiç kafamızı yormayalım, bunlar Cenab-ı Hakk’ın kudret tezahürlerinden başka bir şey değildir. O zaman, fen ve felsefenin zirveye çıktığı çağımızda, onlara da müdahale edelim haydi! İstediğimiz zaman yağdıralım, istediğimiz zaman yağdırmayalım! Bırakın onları, daha bu gibi semavi hadiseler, âlem-i gaybtan, âlem-i şahadete, yani Cenab-ı Hakk’ın, insanlara o hadiselerin meydana geleceğini bildirmesi anından sonra bile, bu zamanın meteoroloji ilmi tam tahminde bulunamıyor, çoğunda yanılıyor. Bir de tabiî bu meselenin başka bir ciheti var, o da şudur: Cenab-ı Hakk, bırakın hava unsurunu, yer-gök, canlı-cansız, bütün kâinatı insanın emrine vermiştir. Âmâ buna mukabil, insandan istediği en büyük şey de,”… İnsan, santral gibi, bütün hilkatin (yaratılışın) nizamlarına ve fıtratın kanunlarına ve kâinattaki nevâmis-i İlâhiyenin (İlâhî kanunların) şuâlarına bir merkezdir. Binaenaleyh, insanın, o kanunlara intisap ve irtibat etmesi (uyması ve bağlanması) ve o namusların (Allah’ın koyduğu İlâhî kanunların) eteklerine yapışıp temessük etmesi lâzımdır ki, umumî cereyanı temin etsin. (Kâinatta düzgün işleyen işler) Ve tabakat-ı âlemde deveran eden dolapların (âlem tabakalarında işleyen sistemin) hareketlerine muhalefetle o dolapların çarkları altında ezilmesin…” Yani insan, Allah’ın kâinata koyduğu kanunlara uyacak, Allah’ın emir ve yasaklarından kaçınacak ki, kâinattaki düzen bozulmasın. Yoksa kâinatın düzgün işleyen işleyişine aykırı hareket eder, Allah’ın emir ve yasaklarına uymazsa, ona isyan eder, karşı çıkarsa, Rabbimiz de o kâinattaki düzeni bir anda alabora eder, sel, fırtına, yangın, deprem gibi afâtlarla bizi îkaz ederek, kendimize getirmeye çalışır. Memleketin hâline bir bakın! Bir İslâm beldesi olan bu vatan ne hâle gelmiş? Her türlü ahlâksızlığın işlendiği, bacak kadar çocukların, milletin gözünün içine baka, baka işledikleri densiz ve ahlâksızlıkları. Müslümanların, hem içeride, hem de dışarıda birbirini yeme, yok etme operasyonlarını Cenab-ı Hakk hoş görür mü? Bir de üstüne üstlük, Kur’ân’ın bu asırdaki en büyük tefsiri ve yukarıdaki saydığımız densizliklerin ve ahlâksızlıların panzehiri olan Risale-i Nurlar üzerine konmak istenen ambargo da, bunun tuzu biberi olmaktadır.

Evet, havaların düzelmesi, kendimizin düzelmesi ve havamıza girmemizle bu işler de düzelir inşâallah! Cenab-ı Hakk, bizlere acısın, her türlü afâtından, içimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri helâk etmesin inşâallah!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*