Nisan’ı beklemeyen Şubat gülleri

Image
Aşağıdaki garip iktibası, bir âşığın terekesindeki mektubundan aldık. Mevzumuzla alâkalı kısmını ilgiyle okuyacağınızı zannediyoruz.
“A sevgilim, bu ulvî kelimeyi kalemim yazarken bile etrafıma bakınıyorum. Birileri hissedecek diye… Sevginin fısıltı halinde ve gözyaşlarıyla söyleneni bile ürkütüyor beni. Duyulacak ve görülecek diye…

Ayrılığın dalgalandırdığı hüzünlü yüzümü gecelere saklıyorum. Hıçkırıklarımı ise ücradaki tabiatla paylaşabiliyorum. Sevgilim, sevgimiz yalnız ikimizi ilgilendirmiyor muydu? Bir üçüncüsünün seyri sana da ıztırap vermez mi?

“İlk olarak senden duymuştum. Mahrem tutulmuş aşklarda nafile ibadetin rayihası var diye… Hem aşkını gizleyerek ölen şehit olduklarını… Sevgi, sevgili ve aşk kelimelerini afişe edenlerin onları lekedar ettiklerini sen anlatmıştın. Sevgimizi yedi kapılı sarayın hazine dairesinde saklı elmasa sen benzetmiştin.
“Sevgilim, sevgimizin taşra ile temasına müsaade etme. Etraf, ismetlerini kaybetmiş sevgilerle dolmaya başladı. Sevgiliye vâsıl olmadan kırk kapı dolaşan sevgilerden, el âleme rüsva olmuş aşklardan bahsediyorum. İki kişi arasındaki sevgiden mahremlerle namahremler haberdar olduktan bu yana aşklara Şubat soğuğu musallat oldu sevgilim. Aşkın, muhabbet ve mahremiyetin sembolü gülleri konuştuğumuzda değinmiştik. Bizim diyarımızda güllerin Nisan sonunda açmaya başladığını, Şubat ortasında açan güllerden sevgiliye verilmeyeceğini konuşmuştuk. Kokmayan güllerden hep ürkmüştük. Gel, gör ki İstanbul caddelerini Şubat gülleri süslüyor artık. Kış ortasında güzel görünme uğruna tabiatını da değiştirmiş kırmızı, beyaz ve sarı güller… Nisan yağmurunu bekleyememiş güllerden… Yanağına çiğin dokunmadığı ve budağında bülbülün gezinmediği güllerden uzak duracağımıza söz vermiştik.

“Hafta başında caddenin iki yakasını tutmuş çiçekçilerin de sevgiliden bahsetmelerine öyle şaşırdım ki… Endişe ve korku ile bakınarak irkildim. Birilerinin sevgimizi fâş etmesinden endişelendim. Fıtratlarından vazgeçerek Şubat soğuğuna meydan okumuş güllerin kış ortasında caddenin iki yakasını birleştirmesi güzel görünse de, umumî manzara ürkütüyor beni… Şubat’ın ortası, kış mevsimi, fıtratına müdahale edilmiş çiçekler ve kaldırımlarda sürünen sevgi, sevgili veya Sevgililer Günü… Sevgimizle, aşkımızla, ismetli duygularımız ve cennete saklanmış hayallerimizle hiç ilgisi olmayan şeyler bunlar sevgilim.

“Endişelerim devam ediyor. Şubat soğuğuna meydan okuyan rayihasız güllerle, sokakta sevgili avına çıkan cadıların silüetleri ve ve kara pelerinli kara adamların ellerindeki gül desteleri endişeden korkuya itiyor beni.”
Bu isimsiz mektubun üzerinden fazla bir müddet geçmemişti ki, Avrupalıların kadını sefahet batağına sürükleyen ve tüketim canavarını besleyen “Sevgililer Günü”nü medyadan okuduğumuzda, ülkemizin ismi konulmamış bir işgal altında olduğunu düşünmek zorunda kaldık.

Siyasî vitrinlerin, manyetik ekranların ve Kemalist zorbaların ortak çalışmalarıyla “modern cehalete” mahkûm ettiği gençliğimizin, sefih Avrupa’dan gelen tavra karşı gelecek gücü yok gibi… Tenezzüh için, soğuk, fakat güneşli bir günde çıktığım Çamlıca Tepelerindeki kız-erkek çiftler, endişelerimizi derinleştiriyor.
Bekçilerin menfaatlerine düşkün ve korkak olmaları, mahalleyi perişan ediyor. Milletin dinî ve millî değerlerini hedefleyenler şeytanı şaşırtacak yüzlerce proje ile mahalleye dalarken, bekçinin yalnızca uzun uzun düdük sesleri geliyor. Gençliğin ahlâk, iffet ve sağlığıyla beraber istikbalinin de tehlikede olduğuna inanmayanlar, bir de buradan İstanbul’u seyretsinler. Globalleşmeyi dinsizlik ve ahlâksızlık çerçevesinde değerlendiren “hakim medyaya” itiraz edecek ve bu ülkenin bin seneyi aşkındır Müslüman olduğunu, bu coğrafyada milletin değerlerine aykırı müptezelliklerin yapılamayacağını köşelerinde yazacak gazetecileri, halkımız gibi biz de hasretle bekliyoruz.

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*