Nisbî hakikatler

Zıtlıklar dediğimiz hayır-şer, çirkin-güzel, iyi-kötü, eksik-fazla, az-çok gibi hakikatler hayatımızın her tarafına kök salmış. Elbette ki bu zıtlıkların hayat içerisinde böylesine yer almasının mühim hikmetleri ve vazifeleri var. Hiçbir şey hikmetsiz değil.

İşte bu zıtlıkların hayat içindeki önemli vazifelerinden birisi de bir ölçü birimi görevi görmesidir. Aynen fen ve matematikte kullandığımız ölçü birimleri gibi. Meselâ metreyi ele alalım. Metre bir ölçü birimidir. Uzunluk ölçümünde kullanılır. Yani uzunluğu tanımlar. Bir başka deyişle metre, uzunluğun kıyas düzlemidir. Şimdi metreye sadece metre açısından baktığınızda bir tanım ile karşılaşmazsınız. Yani tek başına metre bir mânâ ifade etmez. Metre, metre, metre deyin durun. Bunları yüz kez de söyleseniz bir anlamı yoktur. Ama üç metre dediğiniz zaman bu bir anlam ifade eder. Hemen zihnimizde bir uzunluk belirir. Beş metre, yüz metre, bin metre de aynı şekilde bir anlam taşır. İşte metre gibi bir ölçü birimi işin içine girmesiyle uzunluk denilen tek bir kavram yüz, bin, yüz bin, milyon kez farklı anlama kavuşur. Yani metre uzunluğun bir ölçü birimi olmuştur ve uzunluk denilen kavramı metrenin alt ve üst katları sayısınca farklı anlamlara büründürmüştür.

Benzer tarzda bir sıcaklık kavramını ele alalım. Derece sıcaklık kavramını ölçmek için bir ölçü birimidir. Dereceye sadece derece olarak baktığınız zaman bir mânâ ifade etmez. Nedir derece? Bu soruya bir değer atamak mümkün değil. Ama ‘on derece’ dediğimiz zaman bir sıcaklık kavramı kendini gösterir. Eksi derecelerden sıfır dereceye, on derecelerden yüz dereceye, bin dereceye, güneş yüzündeki sıcaklığa, hatta Cehennem sıcaklığına kadar sayısız sıcaklık mertebeleri derece aynasında gözükür. Bunun gibi soğuk kavramı da aynen bir derece gibidir. Soğuk kavramı sıcaklığın içine girmesiyle hem sıcaklık bir mânâ kazanmış, hem de sıcaklığın yüzlerce, binlerce mertebesi ortaya çıkmış oluyor. Bu iki misali fen ve matematikteki diğer ölçü birimlerine uygulayın benzer bir durumla karşılaşırsınız.

İşte bunun gibi zıtlıklar da bazı hakikatlerin ölçü birimi mahiyetindedir. Bir hakikatin içine girerek o hakikatin binlerce kez çoğalmasına, binlerce mertebenin ortaya çıkmasına vesile olmuşlardır.

Meselâ güzellik bir hakikattir. Çirkinlik işin içine girerek hem güzelliği ortaya çıkarmış, hem de güzelliği güzeller sayısınca çoğaltmıştır. Bir güzel bayanı ele alalım. Bu bayan aynaya baktıkça kendini güzel olarak görecektir. Neye göre? Elbette ki kendinden daha az güzel olan veya kendinden daha çirkin olan birisine göre. Şimdi bu bayanın anladığı çirkinlik hakikî değil, izafîdir. Zira kendisini güzel olarak kıyasladığı çirkin kişiye gidip sorsanız, o da kendisini güzel olarak sayacaktır. Çünkü izafî veya bağıl olarak o kişiden daha çirkin birisi mutlaka ki vardır. En azından zihnî ve hayalî olarak vardır. Bu noktada ‘çirkinlik’ kavramını güzellik için bir ölçü birimi olarak alırsak güzellik insan sayısı kadar artar. Yani her insan bulunduğu makam itibari ile kendinden bir aşağıdakine bakıp kendini güzel sayabilir. Halbuki en çirkin diye kabul ettiğimiz insan bile yüzlerce güzelliğe sahiptir. İşte çirkinlik kavramı göreceli olarak insandan insana değiştiği için, veya hakikî değil izafî olarak, yani kişiden kişiye bağıl olarak işin içine girdiği için yüzlerce hakikatin ortaya çıkmasına bir kıyas düzlemi olur, bir ölçü birimi hüviyetine bürünür.

İşte Cenâb-ı Hakkın Cemil ismi bir hakikat-i sâbite iken çirkinlik kavramının ölçü birimi olması vesilesiyle yüzlerce, binlerce, milyonlarca ve belki de sayısız mahlûkat adedince tecellîleri vardır. Yani Cemil ismi binlerce mahlûkatı ayrı, ayrı güzelleştirir. İnsanlarda ve diğer mahlûkatın üzerinde farklı bir güzellik gösterir. İşte bu farklı güzellikleri de bir çirkinlik kavramının güzelliğe katılması ile anlıyoruz. Güzellik bir tek sabit hakikat iken mahlûkat sayısınca çoğalmasına bir ölçüde nisbî hakikatler denir. Yani bağıl, izafî, bir ölçü birimi veya kıyas düzlemine göre şekillenen hakikatler.

Meselâ ilim sıfatı da öyledir. İlim bir tek hakikat iken ‘cehalet’ işin içine girmiş, yüzlerce, binlerce derece kazanmıştır. Zira cehalet kavramının ölçüsü ile her kişi kendini bilgili, alim sayabilir. Çünkü mutlaka ki kendinden daha az bilen birisi vardır. Veya ilim sıfatı ilkokul mezunu olan birisinden tutun da, üniversite mezunu bir kişiye kadar farklı bir şekilde kendini gösterir. En cahilden bir profesöre kadar farklı bir çizgi ortaya çıkar. Halbuki en cahil dediğimiz kişiyi bile hayvanlara kıyaslarsak bilgili ve âlim birisidir. En azından konuşur, bakar, görür, hisseder, güler, ağlar vs. İnsanlığın gereklerini yerine getirir. İşte Allah’ın ilim sıfatı vardır. Yani Allah Alim’dir. Cenâb-ı Hakkın Alim ismi bir hakikat-i sâbite iken ilim sahipleri adedinde farklı tecelliye sahip olur. Meleklerden, cinlerden, ruhanilerden tut da, ta avâmî bir mü’minden âlim bir mü’mine kadar, evliyalara kadar, peygamberlere kadar farklı bir tecellî, farklı bir gösterim ortaya çıkar.

Demek ki ilim sıfatı bir sabit hakikat iken ‘cehalet’ gibi izafî bir kavramın ölçü aynasında yüzlerce derece kazanır. Yüzlerce, binlerce nisbî hakikatlere inkılâb eder.

Her bir zıtlığa bakın, benzer bir durum karşınıza çıkacaktır. Zıtlıklarla birlikte ihtiyaçlar, noksanlıklar da nisbî hakikatlerin ortaya çıkmasına vesiledir.

Meselâ rızk konusundaki ihtiyaçlarımız. İnsanlar rızka muhtaç ve ihtiyaç içinde yaratılmış. Bu ihtiyaç sebebi ile insanlar ve insanlarla birlikte her bir canlı rızka muhtaç olmuş. Yani her canlı az-çok bir rızka muhtaçtır. İşte Cenâb-ı Hakkın Rahman ve Rezzak isimleri bu ihtiyaçları karşılamak için tecellî ederler. Muhtaç olan ihtiyaç sahiplerine ihtiyaçlarını verirler. Rahman ve Rezzak isimleri bir hakikat-i sâbiteyi ifade ederken, ihtiyaç sahipleri adedince farklı tecelli misâlleri gösterirler. Yüzlerce, binlerce mahlûkat rızk ihtiyacını bu isimlerin âleme tecellîleri neticesinde giderirler.

İşte bunlar gibi Cenâb-ı Hakkın her bir isminin tecellîsinde, yani bu isimlerin hakikatlerinin gözükmesinde ve meydana çıkmasında nisbî hakikatler birer vesiledirler. Nasıl ki zıtlıklar nisbî hakikatlerin gözükmesine vesiledir. Aynı onun gibi nisbî hakikatler de Cenâb-ı Hakkın Esma-ü Hüsnasının nakışlarının ortaya çıkmasına, yani isimlerinin mahlûkat üzerinde gözükmesine bir sebep, bir vesiledir.

İşte bütün bu sebeplerden dolayı hayatın içine girmiş olan zıtlıklara, hem hayatı anlamamız, hem Cenâb-ı Hakkın isimlerini tanımamız, hem de hakikatlerin birden bine çıkması için ne kadar çok ihtiyacımız olduğu açıkça görülür.

Demek ki bu hayat ve hayatın hakikatlerini hakkıyla anlayabilmemiz için zıtlıklara, eksikliklere, ihtiyaçlara, noksanlıklara ihtiyacımız var.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*