Nûr içinde yatanlar!

Ders günlerinden bir gün dü.Hem tâziye, hem de dersti, beraber. Kalabalık cemaate dar geldi o an, mekân. Ama, gönül sığınca, elbet gövde de sığar. Sığdık.

Gövdemiz de sığdı, gönlümüze de sığdırdık o günü.

Bir ders okunup gitti, verilen ara bitti; ikinci ders başladı. Sükûn hâkim salonda, ses kesildi bir anda.

Ali Vapurlu, Mesnevî’den bir konuyu işledi. O okudu, biz dinledik; vaktin nasıl geçtiğini bilmedik.

Hâne sahibi Adem Bey, ağabeyi Ahmet Özkan’ın mezarından bir olayı nakletti: Merhumun defnedildiği gece, mezarlıktan, önce mezar büyüklüğünde olan, daha sonra ağaç cesametine ulaşan bir ışık, bir nûr görünmüş. Çadırlarda yaşayanlar heyecana bürünmüş. O civarlara kurdukları çadırlarda konaklayan mevsimlik işçiler, gece vakti gördükleri bu ahvali, aralarında bulunan ve “hoca” namlı bilge kadına söylemişler, o kadınla birlikte o nûru izlemişler. Ertesi gün bu haber, bütün köye yayılmış. İnşaallah, Rabb-ı Rahim, Ahmet’ten hoşnut olur.

Nurcuların ölümünde olağandır böyle şey.

Hayatına nûrları rehber eden insanlar, mematında nûrlarla parlatırlar makberi. Mezarda olduğu hâlde, kendisini el’an hayatta bilen; kabrindeki meleklere “Meyve” ile ders veren mes’ut mevtler çokçadır.

Allah’ın (cc) ihsanı bu!

Ali Vapurlu vakıayı dinledi, arkasından, hafif sesle inledi! Devam etti dersine: “Kabir, âlem-i âhirete açılan bir kapıdır; arka ciheti rahmettir, ön ciheti ise azaptır. Bütün dost ve sevgililer, o kapının arka cihetinde duruyorlar. Senin de onlara iltihak zamanın gelmedi mi? Ve onlara gidip onları ziyaret etmeye iştiyakın yok mu? Evet, vakit yaklaştı.” 1 Bu son cümleden sonra başı, kitaptan kalktı. Gözlüğün üstünden bakan bir çift göz, karşısında bulunan gözlerimle buluştu.

Bana: “Vakit yaklaştı, Ali Rıza!” dedi. Lâtif bir lâtifeden sonra, Mesnevî-i Nuriye’deki bu bölümün, vaktiyle, merhum Zübeyir Gündüzalp Ağabeyin toprağa verilişinden sonra merhum Doktor Sadullah Nutku Ağabey tarafından iştiyakla okunduğunu ve fakat onun da bir sene sonra vefat ettiğini nakletti. Derin bir iç geçirerek:

“Şu hizmetler olmasa… insanın ölesi geliyor!” dedi. İmanlı bir kalp, sükûn bulmuş bir ruh, ölümü düğün bilmiş, zahir!

Öylesi içtenlikle söyledi ki bu sözü, dünyada yoktu, zerre kadar bir gözü. Demek, hayatını hizmetine adamış, onunla var olmuş; onunla hemhâl olmuş. Söylediği kelâmın, mefhûm-ı muvâfıkı bu. Biliyorum.Terütaze bir yaştan bugünlere bir ömür, ile’l-ebet vakfolunup bu hizmete başladı; fani oldu, dâvâsında taçlandı.

Tirmizi’de geçen bir hadiste, Efendimiz (asm): “Allah’ın rahmet eli cemaatle beraberdir” buyuruyor.

Hasenâtın bulaşması, duaların ulaşması, cemaat ruhuyla daha semeredar oluyor; şirket-i maneviye-i hayriye ile de, yerlerini buluyor. Çünkü: “Birimiz dünyada, birimiz âhirette, birimiz şarkta, birimiz garbda, birimiz şimâlde, birimiz cenubda olsak; biz yine beraberiz.” 2 Çünkü, mezkûr bu mânâ, paratoner hükmünde.

Ne gam!

Efendimiz (asm), Peygamberler, Üstadımız, saff-ı evvel göçenler ve ondan sonra gidenler…

Şu an berzah bayram yeri gibidir!

Nûr içinde yatanlara muîn oluruz, belki…

Dipnotlar:

1- Said Nursî, Mesnevî-i Nuriye, 207.

2- Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, 600.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*