Nur Menzilleri gezisinden arda kalanlar

19-24 Nisan tarihleri arasında İstanbul’da ikamet eden üniversiteli genç arkadaşlarla bu yıl ikincisi düzenlenen Nur Menzilleri gezisine katıldık. Toplamda 46 kişilik bir öğrenci gurubuyla Ş. Urfa – Batman – Siirt – Bitlis ve Van illerini gezdik. Otobüsümüzde bize eşlik eden iki şoför ve rehber ağabeylerimizle tadı yıllarca damağımızda kalacak bir hatıralar silsilesine şahitlik ettik. Yol boyunca söylenen ilâhiler, “Aziz Üstadım” ezgileri, tesbihatlar ve Risale-i Nur dersleriyle manevî olarak -tabiri caizse- kendimizi şarj ettik.

İstanbul Şirinevler’den yola çıkan otosübümüzün ilk istikameti Şanlıurfa idi. “Peygamberler şehri” olarak anılan bu muhteşem şehrin ara sokaklarında ilerleyerek ilk olarak Üstad’ın da vaktinde ikamet ettiği İpek Palas Oteli’nin bulunduğu mevkiye geldik. Ancak otel tamir ve bakım işlemlerinden geçtiği için ziyaret edemedik. Sonrasında ise yine ara sokaklardan ilerleyerek dersanemizin bulunduğu mevkiye vardık. Çeşit çeşit izzet-i ikramlarda bulunan Urfalı ağabeyler sayesinde midemizi de doyurduktan sonra, Şemsettin Ağabeyin davudî sesi ve hoş sohbeti eşliğinde Urfa’yı keşfetmeye çıktık.

İlk olarak Risale-i Nur Müzesini ziyaret ettik. Burada Üstadın vefatından sonra kalan eşyalarını görünce dünya hayatına ne kadar dalmış olduğumuzu bir kez daha hatırladık. Dünya namına hiçbir şeye ehemmiyet vermeyen Üstadımızdan geriye ağzı kırık çaydanlık, bir kaç yamalı giysi, bozuk para ve kibrit kutuları gibi pahada hafif eşyalar kalmıştı. “Haydi, sadece 100 eşya ile yaşayalım” diyen Dave Bruno gibi zatlara ders verecek derecede az eşya ile hayatını idame ettiren Üstadımıza bu noktada da hayran kalmamak elde değil doğrusu. Şemsettin Ağabey bize, orada bulunan eşyalar hakkında bilgiler verdi, zaman zaman gözlerimizin dolmasına da engel olamadık. Sonrasında ise yine Şemsettin Ağabeyin rehberliğinde Balıklıgöl’e doğru yol almaya başladık. Bediüzzaman Said Nursî Çeşmesinden su içtik ve yine hemen çeşmenin yanında bulunan Üstadın bir gece parçalanan kabrinin bulunduğu makamı ziyaret ettik. Fatihalar okuduktan sonra Balıklıgöl’de balıklara yem attık, küçük bir çocuktan kafilece puşi satın alıp yüzünü güldürdükten sonra otobüslerimize binip bir sonraki durağımıza doğru yol almaya başladık: Batman.

Batman’a vardığımızda akşam olmuştu ve o gün bölge cemaati Risale-i Nur dersi düzenleniyordu. Yemeklerimizi yiyerek ikinci derse yetiştik ve kafilemizde yer alan İsmail Ağabeyin hoş sohbetine şahitlik ettik. Dersten sonra çay eşliğinde Batman Yeni Asya okuyucularıyla selâmlaşma ve muhabbet faslına girdik. Hayatımız boyunca ilk kez gördüğümüz, belki de bir daha göremeyeceğimiz insanlarla bu denli samimî ve ihlâslı bir muhabbet gerçekleştirmemizi sağlayan yegâne şey, kuşkusuz aramızdaki manevî uhuvvet ve tesanüt bağlarından başkası değildi. O gece de Batman’da konaklayarak Siirt’e doğru yola koyulduk.

Siirt, aynı zamanda “evliyalar diyarı” olarak da anılan güzide bir şehrimiz. Öncelikle Baykan ilçesinde bulunan Veysel Karani Türbesini ziyaret ettik. Namazlarımızı eda ettikten ve türbede de Fatiha’larımızı okuduktan sonra bir sonraki hedefimize doğru yola koyulduk. Yeni adıyla Aydınlı, eski adıyla Tillo olan bölgeye kısa bir yolculuk sonrası vardık. Burada İbrahim Hakkı Hz.’lerinin hocası İsmail Fakirullah Hz.’lerine olan sevgisini ifade etmek için inşa ettiği kuleyi ziyaret ettik. “Yeni yılda doğan ilk güneş hocamın baş ucunu aydınlatmazsa, ben o güneşi neyleyim!” diyerek bu kuleyi inşa eden İbrahim Hakkı Hazretleri, gece ve gündüzün eşit olduğu günlerde (senede 2 kere gerçekleşen ekinoks günleri) harçsız taşlarla inşa edilen bir duvardan yansıyan güneş ışığının İsmail Fakirullah Hazretlerinin Türbesinin baş ucuna düşmesini sağlar. Manevî ilimlerde olduğu gibi pozitif ilimlerde de (astronomi başta olmak üzere) zamanın bir hayli ilerisinde olan İbrahim Hakkı Hazretlerinin inşa etmiş olduğu bu kule, 1960 yıllarında restore edilmek istenirken bozulur, yerli ve yabancı bilim adamlarının çabalarına rağmen bir türlü eski haline getirilemez. Ancak orada bulunan ve bize eşlik eden İbrahim Hakkı Hazretlerinin akrabası bir zat, Akdeniz Üniversitesi’nden hocaların gelip incelemelerde bulunduklarını ve uzun çalışmalar sonucu ışığın tekrar İsmail Fakirullah Hazretlerinin baş ucuna düşmesini sağladıklarını ifade etti. Biz de türbenin başında Yasin-i Şerif ve Fatiha’lar okuyarak yolumuza devam ettik.

Bu sefer de Üstadın doğup büyüdüğü Bitlis şehri bir sonraki varış noktamızdı. Kalplerimizde Üstad’ı ağırlayan bu toprakları görecek olmanın heyecanı ve tatlı telâşesi vardı.

Bitlis’e vardığımız zaman bölge halkından bir ağabeyimiz otobüsümüze katılarak bizlere rehberlik etti. Hizan’a vardıktan sonra  sarp uçurumlardan geçerek Nurs Köyüne vardık. Burada bizi Nurs Köyü sakinleri büyük bir ilgi ve alâka ile karşıladılar. Kafile olarak herkesle tek tek selâmlaştıktan sonra köy meydanında bulunan misafirhaneye geçtik. Ufak bir dinlenme faslından sonra yine Hikmet Ağabeyin rehberliğinde köyü gezmeye başladık. Öncelikle Üstad’ın doğup büyüdüğü evi ziyaret ettik. Herhangi bir evin salonu kadar olan bu tek odalı evde bir zamanlar, zamanın Bedî’sinin bulunduğunu hissetmek yoğun bir duygu atmosferine girmemize sebep oldu. Sonrasında da Üstad’ın ders yaptığı köy camiini ziyaret ettik, burada da akşam namazını eda ettik. Namazımızı kılarken imamlık yapan ağabeyimizin hıçkırıklarına engel olamamasına yol açan o manevî atmosfer; ne caminin soğukluğunu, ne de karanlığını düşünmemize fırsat tanımamıştı bile… Namazdan sonra yapılan tesbihat ve ders fasıllarından sonra tekrar misafirhanemize döndük. Burada bize ikram edilen leziz yemekleri de tattıktan sonra istirahat için odalarımıza çekildik. Sabah ise Üstadın anne ve babası olan Nuriye Hanım ile Sofi Mirza Efendi’nin kabirlerinde duâ ettik, Yasin-i Şerif okuduk. Her birisi Üstadın birer akrabası hükmünde olan köy halkıyla teker teker vedalaşarak otobüslerimize binerken, içimizde bu güzel topraklara veda ediyor olmanın verdiği hüzün vardı. “Elveda Nurs!” diyerek gezimizin son durağı olan, depremin yaralarını büyük ölçüde saran Van yoluna çıktık.

Van, Doğu’nun güzel şehirlerinden birisi. Şehre girdiğimiz zaman yüksek bir dağa kazınmış olan “Ne mutlu Türküm diyene” lâfzı ilk olarak dikkatimizi çekti. Şimdiye kadar ziyaret ettiğimiz 4 şehirde böyle bir metne hiç rastlamamıştık. Şehir olarak oldukça canlı bir ticaret hayatının hüküm sürdüğü Van’da halen daha çatlaklarla dolu ve boşaltılmış metruk binalara rastlamak mümkün. Yeni Asya Van Temsilciliği’nin bulunduğu binaya vardığımız zaman bize ikram edilen Van kahvaltısını da kafilemizin çoğu ilk kez tatmış oldu. Çeşit çeşit malzemeden oluşan bu kahvaltıdan sonra “Elhamdülillah” dedik ve tekrar otobüse binerek Erek Dağı’nın eteklerine vardık. Halen daha tepelerinde kar bulunan, dağların hizasında ve bu dağlara nisbeten daha alçaktaki Erek Dağı’na 30-45 dakika kadar bir sürede tırmandık. Üstad’ın da kâinatı temaşa ve tefekkür ettiği bu dağlardaki temiz havayı ciğerlerimize çektik. Sonrasında tekrar otobüsümüzün yanına vardık ve otobüsün park ettiği yerin karşısındaki evden hiç tanımadığımız bir ağabeyin bizlere çay ikram ettiğini gördük. Doğu insanının temiz kalpliliği ve misafirperverliğine canlı kanlı bir delil olan bu ağabeyin leziz çayını tattık, ikinci kez çay demleme teklifini de “Allah razı olsun” diyerek ve teşekkür ederek geri çevirdik ve otobüsümüze bindik.

Geceleyin ise Van Kalesi’ni ziyaret ettik. Kaleye tırmanmadan önce etrafımızı saran bir çok çocuk bize rehberlik etmeye çalıştılar. İngilizce, Fransızca, Almanca, Kürtçe ve hatta Japonca bile kalenin tarihini anlatabilen bu çocukların tek olumsuz yanı; para alana kadar ve hatta para aldıktan sonra bile peşinizi bırakmıyor oluşları. Bu kadar dili nereden öğrendiklerini sorunca ise “rehberlerden dinleyerek öğrendik” cevabını aldık. Van Kalesi’nde yatsı namazını da açık havada eda ettikten sonra akşam yemeğini yedik ve eve dönüş yoluna girdik. İstanbul’a dönerken de Çorum’da 1-2 saatlik bir piknik yaptık, ikindi namazlarımızı da kıldık ve sabah saat 02-03 sularında evlerimize vardık.

Evet; 5 günlük bu süre zarfında gerçekleştirmiş olduğumuz Nur Menzilleri gezisi, yıllar sonra da tebessüm ederek hatırlayacağımız ve bu yazıya da sığdıramadığımız bir çok maceraya ev sahipliği yaptı. Doğu insanının ne kadar misafirperver, iyi kalpli ve halis niyetli olduğunu hakkelyakin görme imkânına da kavuştuk. Gittiğimiz her yerde izzet-i ikram ile peşimizde olan, konaklama ihtiyacımızı karşılayan ve bizi el üstünde tutan cemaat fertleriyle aramızdaki görünmez bağları daha da sağlamlaştırdık. Kelimelerle anlatılamayacak, satırlara sığdırılamayacak bir gezi oldu bizler için. Geziyi düzenleyen, katılan, emeği geçen herkesten ve bu güzel cemaatin bütün fertlerinden Allah razı olsun! (Amin)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*