Nurcuların müşfik ağabeyi; Bayram Yüksel

Vefatının 16. yılında rahmetle anıyoruz

Bundan on altı sene önce (19 Kasım 1997) Avrupa’daki hizmetlerden dönüş yolculuğunda, yanında yine ateşîn Nur talebelerinden Ali Uçar ve bir başka kardeşle beraber, Bulgaristan’da geçirdikleri trafik kazası neticesi şehid olan Bayram Yüksel ağabeyi, vefat yıldönümü vesilesiyle, bir kez daha rahmetle yâd edelim istedik.

Onunla epey bir görüşmemiz ve hukukumuz olduğundan, kendisini unutmamız mümkün değil. Bize söylediği bazı sözler zaman zaman aklımıza gelir, yaptığı tavsiyeleri hatırlarız. Şimdilerde düşünüyorum da, o zamanlar şimdiki gibi teknoloji ilerlemediğinden, her zaman fotoğraf makinesi bulundurmak ve taşımak mümkün olmuyordu. Ondan dolayı, Bayram Ağabeyle, gerek kaldığı Hacı Bayram’daki “Yirmi yedi” diye bilinen dershanede, gerekse başka yerlerde birçok görüşmemiz olmasına rağmen, maalesef bir tane bile (benim hatırladığım) fotoğrafımız yok.

1970 senesinde Ankara’da tanıdığım (o zaman 17 yaş içindeydim. Tevafuk ki, Bayram ağabey de aynı yaşlarda, Nurlarla ve Üstadıyla tanışmış) Risale-i Nur eserleri ve cemaatle irtibat hâlleri içinde Bayram Ağabeyle de tanışmış ve Ankara’dan ayrıldığı 1977 senesine kadar birçok görüşme ve münasebetlerimiz olmuş, pek çok hâline muttalî olmuştuk. Onun en büyük özelliklerinden biri, “Nurcuların müşfik, şefkatli bir ağabeyi” olmasıydı. Hepimizi, adeta bir baba şefkatiyle sever, o mütebessim çehresiyle dertlerimize çare bulur, gerek hizmetlerde, gerekse bazı hayat hâllerinde yollar gösterir, tavsiyelerde bulunurdu. Bayram Ağabeyin, benim cemaate intisab ettiğim yıllarda, Ankara’da, on civarında olan dershane sayısını (o zaman cemaatte iftirak da yoktu. Mehmed Kurdoğlu, Sıddık Dursun gibi ağabeyler de, o dershanelerde vakıf olarak hizmet ediyordu) nasıl sür’atle arttırdığını, bu dershane hizmetlerinde nasıl marifetli olduğunu çok iyi bilirim.

1972-73 senelerinde dâhilde başlayan sıkıntılarda dengeleri sağlamaya çalışır, sık sık bizim Ulus Kediseven Sokak’taki Yeni Asya büromuza gelir, bizlere şevk verirdi. Yine 1974 senesinde hizmet maksadıyla bir sene kadar çalıştığım, Said Özdemir Ağabeyin, Hacı Bayram’daki İhlâs Kitabevinde iken, oradan gelip geçerken, yanımıza uğrar, hâl hatır sorar, şevk verirdi. Onunla alâkalı birçok hatıra ve beraberliğimiz var. Onlardan bazılarını vefat ettiği zaman yazdığım yazıda da ifade etmiştim. İşte onlardan bazılarını yine nazarlarınıza tevcih ederek, yazıyı bağlayalım:

27’ye gittiğimizde (çoğu zaman bir ve beraber olduğum, ayrılmaz bir ruh gibi olan Lütfü Taşçı kardeşimle beraber ziyarete giderdik. Hattâ yıllar sonra Isparta’da kısa dönem askerlik yaptığımda Bayram Ağabey’in ziyaretine gidince beni Lütfü’yle karıştırmıştı. O kadar beraberdik) Bayram Ağabey’i orada göremezsek, bir eksiklik hisseder, vaktimiz müsaade ederse, onun gelmesini beklerdik. Yine öyle bir gün, baktık orada yok. Bekledik, öyle bir nefes nefese geldi ki, heyecanı yüzünden belli oluyordu. Biraz dinlendikten sonra anlattı: “Bekir (Berk) Ağabey, bana emniyetteki bir birimden dâvâmızla alâkalı bir dosya numarası (veya bilgisi) almamız icab ettiğini, ama oraya girmenin biraz zor olacağını söyledi. Ben de gidebileceğimi söyledim ve gittim. Binaya girdikten sonra, o birimin kapısına doğru ilerledim, baktım kapıda iki nöbetçi. Bana, buranın biraz özel yer olduğu ihsasını yaparak bir şey sordular. Ben de sanki onlardanmış gibi ‘Tamam, mühim değil’ deyip içeri girdim. O mâlûmâtı alıp dışarı çıktım, ama herhalde benden şüphelendiler. Bir baktım peşime koca kafalı birini taktılar. Ben de 27’ye geliyorum ama heyecanlandım. Onu atlatmaya çalışıyordum. Ulus’a gelmek için minibüse bindim. Baktım o da peşimden bindi. İner inmez hızlı adımlarla yürüyordum. Baktım, o da arkamdan geliyor. Aklıma birden yürüyen merdivenli çarşı (Anafartalar Çarşısı) geldi. Hemen oraya girdim. Yürüyen merdivenlerden, bir aşağı, bir yukarı inip çıkarken izimi kaybettirdim. Üst kattan baktım aşağıda dönüp duruyor beni bulmak için. Üstadımızın himmetiyle beni kaybetti, bulamadı. Biraz sonra da geldim. Dâvâmızla ilgili mühim bir hizmeti de yerine getirmiş oldum, Allah’a şükür!”

Yine o yıllarda, Ankara’da Aziz Dinlen Ağabeyin evinde birkaç arkadaş sohbet ediyorduk. Aziz Ağabey çiğ köfte yapacaktı. “Bayram Ağabeyi de getirelim” dedik. Getirme işi de bana kalmıştı. Telefon ettik ve ben bir ağabeyimizin kamyonetiyle 27’ye gittim. Bayram Ağabeyi aldım, arabaya binince “Kardeş, maşaallah sen de şoförmüşsün!” dedi ve ilâve etti “Sen benim de şoför olduğumu biliyor musun?” dedi. “Yok ağabey, daha yeni duydum” dedim. “Ya, kardeş ben de şoförüm, ama Üstad Hazretleri beni araba sürmekten menetti. Onun sözü üzerine o gün bugündür araba sürmüyorum” dedi.

1974 senesiydi. Yine ben ve birkaç kardeşin bulunduğu (hâlen hayattadırlar; bir tanesi yine bizim Lütfü’dür) bir cemaatte, rahmetli Bayram Ağabeyi 27’de ziyaretimizde şunları söylemişti: “Gazetede (Yeni Asya) Üstadımızın hayatı neşroluyor. (N. Şahiner’in yazdığı tarihçe-i hayat). Gazeteye muarız olan, Üstadımıza muârız olur. Üstad’a muârız olmak, Risale-i Nur’a; Allah muhafaza İslâmiyete karşı gelmektir.” O zaman bunları not ederek düştüğümüz tarih de; 10 Nisan 1974 idi.

Unutamadığım bir hatıram da şu: Yine Lütfü’yle büroya uğramıştık. İkindi namazı da olmuştu. Büronun mescidinde namaz kılmaya girdik. Lütfü, her zaman olduğu gibi, beni iteleyerek, zorla imamlığa geçirdi. İkimiz kılıyorduk. Fakat biraz sonra ayak sesleri gelmeye başladı. Gelen, arkaya namaza duruyordu. “Herhalde dershanedeki arkadaşlardır” diye düşündüm. Ama selâm verdikten sonra, beynimden vurulmuşa döndüm. Bir baktım ki, başta Bayram Ağabey olmak üzere; (yanılmıyorsam) Tahirî ve Sungur Ağabeyler, Kutlular, Fırıncı, Birinci Ağabeyler ve de Kırkıncı Hoca arkamdalar. Çok büyük bir mahcubiyet yaşamıştım…

En son da, 50 yaş civarında rahmetli Ceylan Ağabey’in kız kardeşiyle evlenerek, bir müddet sonra da (27’deki hizmetleri Ömer Tuncay Ağabeye emanet ederek) Ankara’dan ayrılıp, Nur’un ilk menzilleri olan Isparta’ya hicret ederek, Üstadına yakın olmak istemiş ve vefatından sonra da Barla’ya defnedilmiştir.

Başta Üstadımız olmak üzere, o kahraman ağabeylerimizin çoğunun vefat tarihlerinde bir hikmet vardır. Memleketin başına birer kâbus gibi çöken hain ihtilâllerin çoğunda, bu hikmeti görmek mümkündür (tabiî bu bizim görüşümüz). 1960 ihtilalinden iki ay kadar önce Üstadımız, 12 Mart 1971’den bir ay kadar sonra Zübeyir Ağabey ve 28 Şubat 1997 hadisesinden dokuz ay kadar sonra da Bayram ağabey vefat ederek, âdeta memleketin, milletin kararmasına yol açan bu ihtilallerde, sanki bir paratoner gibi, kötülükler, onların beka âlemine geçmesiyle def edilmiştir. Allah, hepsine, ahirete irtihal etmiş bütün Nur talebesi ağabeylerimize rahmet eylesin. Makamları Cennet olsun. İnşâallah ahirette de, yine onlarla beraber olmayı nasib etsin. Ruhları şâd olsun.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*