KİMLİKSİZ NESİLLER SORGULAMAYI BİLMEZLER…
Yeni Dönemin hikâyesini birlikte taakip ederken, bir felaketin ardı sıra ağıt yakmadığımızı da vurgulayalım. Belki hasar tesbitinden sonraki inşaa ve yükseliş sürecinin bizden istediği hususlar üzerinde duruyoruz. Kimlik kaybı bir tesbit idi. Bütün Peygamberlerin ve onları taakip eden dava adamlarının başarıları kimliklerinde gizli değil mi? Eşyanın mahiyeti, canlıların mahiyeti, insanın mahiyeti ve fikirlerin mahiyetleri hep kimliklerle anlaşılırlar. Yanlışın tesbiti; doğrunun tanım, tarif ve mahiyetinin tesbitiyle yapılırsa, orada kör duyguların kavgası hiç olur mu?
Eşyanın mahiyetini öğrenme, olayların hangi neticeye aktığını anlama ve bütünün içine dağılmış parçaların misyonlarını görme vesilesiyle, fıtri bir ihtiyaç olan “sorgulamayı” nurculara 12 Eylül felaketi kısmen unutturdu. Kur’an ve sünnetin de bir üslubu olan sorgulamayı İsm-i HAKİM ‘e mazhar olmuş Bediüzzaman Risale-i Nur’da en güzel örnekleriyle ortaya koymuştu. Ve nurcular da zamanlarındaki en güzel sorgulamayı ihtilalden önce yapıyorlardı. Bu cihetiyle kâinata, insana ve hadiselere bakıldığında; Kur’an ve tercümesi olan Sünnet-i Seniyye’yi; tanımlardan, tarif, düstur, prensip ve bunların hayata nasıl uygulanacağını izah eden kurallardan da sayabileceğimiz bu usulün kaybını da “ kimlik kaybıyla” ilişkilendirebiliriz.
12 Eylül felaketinden önce Nur Cemaati yukardan beri ifadeye çalıştığımız çerçevede, tüm kuşatma ve hücumlara rağmen büyük muvaffakiyetlerle yoluna devam edegelmişti. Yalnızca Türkiye’deki dindar medyada değil, belki bütün sağ basında birçok yeni fikir, yeni metod ve yeni eser nurcularla ortaya çıkmıştı: Roman, tiyatro, oratoryo, kısa metrajlı filim, musiki kaseti, anma toplantıları ve tematik yayınlar hep nurcularla başlamıştı. Yeni Asya’nın 1968’den bu yana (o zaman ki ismi Mihrap Yayınevi idi) neşredilmiş eserlerine ve medyadaki diğer geçmişteki ürünlerine bakarsanız, bu tarihçeyi bir çırpıda göreceksiniz… İşte gürül gürül akan bir nehrin önüne ihtilallerle set inşa edip; bu nehri nifaklarla on- yirmi kola ayırarak yatağından uzaklaştırmak olan On İki Eylül ihtilâlinin mahiyetini hem Nur talebeleri ve hem de demokrasi sevdalıları tüm teferruatıyla gelen nesillere anlatmak zorundadırlar. Biz anlatmadıkça münafıklar, yeni yeni oyunlarla çocuklarımızın Kur’an ve İman davasına girmelerini engelliyorlar. Zira geçmişi azıcık karıştıranlar, bu dehşetli kopukluğun farkına varıyorlar. Nifak cereyanı bu dehşetli boşluklara maalesef yeni tuzaklar döşüyor… Hem de dost bildiklerimiz ve hatta kardeş bildiklerimizin elleriyle… Çevremize baktığımızda, bilhassa dahildeki münafıkların oyunlarına gelip Müslüman kardeşlerine zarar verenlerin mahiyetini rahatça görebilecekler. Detay bilgiye girmemek daha hayırlı olur, düşüncesindeyiz.
Kimlik ile sorgulama kelimelerini yan yana düşünmek istiyoruz. Veyahut, kimliği olmayanlar “doğru sorgulamayı” yapamazlar, kanaatimizi sizinle paylaşmak istiyoruz. Zamanımızı “helâket ve felaket” zamanı olarak nitelendirdiğimizde, “seriüsseyr zamane çocuğunun “başına çok işler geldi ve gelecek demektir. Zamanın dışına çıkış mümkün olmayınca da “ahir zamanın” cemiyetimizdeki tahriplerini bir bir görmeye hazır olmamız gerekiyor. Bu da kaderin hakkımızdaki takdiri ve zamanımızın korkulu kimliği… Nitekim, yaşadığımız sürelere göre bir çoğumuz bazı şeyleri yaşadık. Yaşadıklarımız içindeki güzellikleri, ferec ve fütuhatları unutturan “ihtilaller, devrimler, nesillerin imanlarını tutuşturacak cereyanların faaliyetleri ve ecdadımızın yüzünü kızartacak iffetsizlik ve vefasızlıklar” adeta her şeyi bize unutturdu, değil mi? Bu dehşetli zamandan, ilk peygamber Adem atamızdan bu yana haber veriliyor. “Ahir zaman fitnesi, Deccaliyet, süfyaniyet, Yecüc-mecüc, tahripkâr bidalar, yaratılışa müdahaleler ve insaniyeti bozma” gibi tabirlerin açılımları, zaten içinde bulunduğumuz devrin dehşetiyle, burada meydana gelen hadiselerin mahiyetlerini az-çok anlatıyor. Önemli olan husus bu zamanın mahiyetini, bu zamanda yaşayan şerir şahısların mahiyetleri ve onların düşünce ve icraatlarının mahiyetlerinin bizce doğru bilinmesiydi. İşte 12 Eylül İhtilali, yavaş yavaş ışıyan ferece karşı, tam kırk sene sürecek simsiyah bir perde gerdi ve insanlığın çürümesini maalesef hızlandırdı… Önce korku ve rüşvet ve sonra da dozajı deccaliyetçe ayarlanan mütemadi bir hipnoz… Ümidimiz ve kanaatimiz o ki, artık o menhus devir sona eriyor; İnsanlığın Risale-i Nur ile uyanacağı “Yeni Dönem” başlıyor.
Bir dane-i hakikat binlerce yalanı yakarmış. Önemli olan o hakikat danesini “kimlik olarak” taşımak… Ve yalanları yok edecek hakikatlerle sorgulamayı başlatmak olmalı. Nurcular bunu 12 Eylülden önce yapıyorlardı. İttihad’tan günümüz Yeni Asya’sının arşivine girenler, göreceklerdir. 1960’lı yıllarından bu yana istikamet üzere nurlarla yaşayanların kütüphanelerindeki kitaplar da buna şahit olacaklardır. Risale-i Nurlardaki hakikatleri kanlarına karışacak biçimde benimsemişlerin İslâm’a, İnsanlığa, fıtrata ve genel ahlâka zıt düşünce ve davranışların kahramanca nasıl sorgulandıklarını ve sonra da kamuoyu vicdanları nezdinde yargılandıkları orada resim ve çizgileriyle bellidir. Mesele yalnızca haramın, yanlışın veya bid’anın sorgulanıp yargılanmasıyla kalmamış. Yaratılış ve fıtrat adına, adeta hayat tüm boyutlarıyla yeniden ele alınıyor ve yaratılış kanunlarına zıt unsurlar sorgulanıp yargılanıyordu. Buradaki ölçünün, metodun ve üslubun Risale-i Nur’daki Kur’anî hakikatler ve sünnet üslubu olduğunu tekrarlamamızda fayda vardır.
Hayâlen 1960’lerden yola çıkıp 1980’lere vardığımızda, nurcuların birçok yanlış uygulamalardan kamuoyunu haberdar etmek üzere yüzlerce konferans, röportaj dizisi, seri yazılar, kampanya ve başka etkinliklerde bulunduklarını hatırlarsınız… Çoğunun da belgesi, gazetemizin arşivinde bulunmaktadır. Meselâ “Müstehcen Neşriyatın zararları”, mesela tüketim toplumuna giden yolda yapılan “israflarla ilgili etkinlikler”, mesela “sünnet-i seniyye” ye itiraz eden bidatçıların mahiyetlerini deşifre eden seri yazılar, meselâ insanlığın ana sermayesini kemiren “Faiz belasından” ülkeyi kurtaracak formüller, meselâ komünistlerle Kemalistlerin “tarih düşmanlıklarına” karşı milli duruş ve cevapları ihtiva eden eserler, meselâ “milli sinemamıza” destek olacak yazılar-yayınlar, mesela komünistlerin esas aldığı “kadın-erkek beraber yüzme” fuhuş- fitnesine karşı şeriatın ortaya koyduğu duruşun halka anlatılması için yapılan neşriyat, meselâ “ istibdadın bazen irticaya, bazen devrimlere, bazen moderniteye bürünerek çeşitli kılıklarla halkı kandırmasına karşı”, hürriyet ve demokrasi cephesine kuvvet veren etkinlikler ve yüzlerce broşürler… Belki de günümüz gençliğinin garipseyeceği en önemli nokta, saydığımız yukardaki tüm etkinlikleri sahaya ilk olarak indiren ve halka tanıtan nur talebeleriydi. Bir üniversitede bit talebenin, bir okulda bir öğretmenin, bir fabrikada bir işçinin, bir camide bir cemaatin ve siyasi bir partide (demokratların safında) bir üyenin “nur talebesi” olması yeterliydi. Söz konusu kuruluşlarda ve mahfillerde, tüm insanlar, yanlışın yerine ikame edilecek doğrulardan mutlaka haberdar oluyordu.
Nur talebeleri, kimlikleri itibariyle “ahir zamandaki tahribatçılar” karşısında tamiratçı olduklarının şuurunda idiler. Risale-i Nur ile içine doğdukları toplumda; hem doğruyu, hem alternatifini, hem pratiğini barış içinde anlatıp icra ettiklerinden; saldırgan sol ile Kemalistler, devrimlerinin boşa çıkmaması yolunda 12 Mart ile 12 Eylül ihtilallerinde ittifak ile acele etmişlerdi. Bilhassa 12 Mart’çıların itiraflarını okuyanlardan hatırlayan kuşağımız, Mümtaz Bey (meşhur hukukçu) ve arkadaşlarının acûliyetlerinin sırrını da hatırlarlar. Bediüzzaman’ın tabiriyle hem ulema(üniversite) ve hem de demokratik siyasete nurcuların yön verdiğini biliyoruz. Bizim neslimiz hem ulemanın ve hem de demokratik siyasetin gecikmeli de olsa nurcuları dinlediğini veya en azından düşüncelerimizi nazar-ı dikkate aldıklarını yaşadığından, rahatlıkla hatırlar. 12 Eylül’ün zehirli hançerine henüz maruz kalmamış kuşakların kimlikleri, o zamanlarda uzaktan uzağa bile görünürlerdi. Bin kişi içinde kimlerin nurcu olduklarını, az çok herkes bilirdi. Kimliğimiz ve kimliğimizin gereği olan düşüncelerimiz, icatlarımız ve mücadelemiz, kendileriyle iftihar ettiğimiz unsurlardı. Bizim itiraz ve muhalefet reflekslerimizden ziyade, muhatabımızı tashih eden doğrularımız, mütebessim, demokrat ve kucaklayıcı duruşlarımız toplumda ilgi görürdü. Her nurcunun içinde yaşadığı cemiyette olan- biten karşısında, adeta bir “ hakem “ muamelesi gördüğüne binlerce kez şahit olmuşuzdur, ihtilalden önce…
Kimlik sıkıntısı olmayan hakperest ve demokrat nurcular, sözlerinin doğruluklarına emniyet ettiklerinden, yüksek sesle ve tam söylerlerdi, fikirlerini. İsm-i Hakîm e mazhar Risale-i Nur’dan derledikleri düşünceleri karşısında muhatapları, ya susarlardı veya görüşlerini tashih ederlerdi.
Başlığımızdaki “sorgulama” kelimesi yerine mantıklı düşünme, hikmetli düşünüp-konuşma veya iddiaları isbat manasında da bir kelime bulabilirdik. Belki de 12 Eylül faciası; korku, rüşvet, müdahalecilik, takiyyecilik, fikri magazinleştirip itibarsızlaştırma ve hipnoz gibi nöro-psiko arızaları üzerimize boca ettiğinden, bil mecburiye “sorgulama” ifadesini kullandık. Yanlış bulan okuyucularımızın müsamahalarına sığınırız.
- Risale-i Nur Talebeleri ve Yeni Dönem
- Nurculukta Yeni Döneme Doğru – 2
- Nurculukta Yeni Döneme Doğru – 3
- Nurculukta Yeni Döneme Doğru – 4
- Nurculukta Yeni Döneme Doğru – 5
- Nurculukta Yeni Döneme Doğru – 6
- Nurculukta Yeni Döneme Doğru – 7
- Nurculukta Yeni Döneme Doğru – 8
- Nurculukta Yeni Döneme Doğru – 9
- Nurculukta Yeni Döneme Doğru – 10
- Nurculukta Yeni Döneme Doğru – 11
- Nurculukta Yeni Döneme Doğru – 12
- Nurculukta Yeni Döneme Doğru – 13
Benzer konuda makaleler:
- Nurculukta Yeni Döneme Doğru – 15
- Nurculukta Yeni Döneme Doğru – 9
- Nurculukta Yeni Döneme Doğru – 6
- Nurculukta Yeni Döneme Doğru – 2
- Nurculukta Yeni Döneme Doğru – 13
- Nurculukta Yeni Döneme Doğru – 3
- Nurculukta Yeni Döneme Doğru – 11
- Nurculukta Yeni Döneme Doğru – 10
- Risale-i Nur Talebeleri ve Yeni Dönem
- Nurculukta Yeni Döneme Doğru – 5
Almanya İslam Konseyi Din Şurası Sözcüsü / Eğitimci – Yazar
İzaha muhtaç ve bilgi yetersizliğinden anlaşılması zor bir hikaye. Rabbim suhulet vetsin
Evet aziz kardeşim. Yazılanlar serapa hakikattirler. Bizim neslimiz bütün bunları birebir yaşamıştır. O güzel günlerin ve hizmetlerin canlı şahitleriyiz.
Yasadigimiz o guzel gunler ile yasamakta oldugumuz bu gunler arasnda yapilan mukayese kaleminize saglik dokulmus . Allah razi olsun Insallah o eski Mutlu gunlere kavusmak dilegiyle selam ve dualar
Hayâlen 1960’lerden yola çıkıp 1980’lere vardığımızda, nurcuların birçok yanlış uygulamalardan kamuoyunu haberdar etmek üzere yüzlerce konferans, röportaj dizisi, seri yazılar, kampanya ve başka etkinliklerde bulunduklarını hatırlarsınız…
Biz bu döneme yetisemesekte o ruhu hissettirecek güzel faaliyetlerin sonuna yetiştik sanırım , yada rüzgarını esintisini Azda olsa cigerlerimize hüzünle çektik. Belki de ruhlarimiz gelecekte olacakları hissetmişti.Yigit düştüğü yerden kalkacak inşaallah ,bu hizmet âli değil mi. Tespitler tam yerinde kimlik tanımlamaları ve şuurlanma haritası mükemmel ,ne kadar kafa yordugunuz belli. Allah razı olsun. Boşluğa düşmeden devam edilmesi gerekiyor.
Yaşça genç bir nurcu olarak bu yazı içimi göremediğim günlere özlemle doldurarak gördüğüm hataların düzeltebilecegine dair umutla doldurdu. Bu dopdolu yazı için Allah razı olsun, ellerinize sağlık
Nurcuların dikkat edilmemiş ve bilinmeyen garip bir hikâyesi gebi geliyor, şu yazılar bana…Bu serinin günümüze uzayıp gelmesini ağabeyimizden istiyoruz.
Kimliğe düşmanlığın tevhide düşmanlıkla eşdeğer olduğunu düşünüyorum. Yaratıcını tanıma peşinde olmayan nesebini ve milletini hiç araştırmaz. Bu gibiler için kimliksizlik bir kaçış veya kurtuluştur… İhtilalciler lanetle anılmaya bedel tanınmamayı yeğlerler.