Nüzûl-ü İsa’nın (as) delilleri

Giriş

Yeni Asya Yazarlarından Şemsettin Çakır hocamızın İsa Aleyhisselamın hayatı ve nüzul etmesi hakkındaki bu çalışmasını sizlere takdim ediyoruz. Bu yazı serisi Yeni Asya Gaztesinde muhtelif zamanlarda yayınlandı. Biz bu yazıları derleyerek toplu bir döküman şekline getirdik. Faydalı olması dileğiyle.(Euronur Editörü)

Hayat ve Hz. İsa (as)

Hayat; icra ettiğimiz halde idrak edemediğimiz, ism-i Azam’ın tecelli ettiği en büyük nimetlerdendir. Fakat bilmem binde kaç kişi bu nimeti idrak ve itiraf eder? Fakat biz idrak ettiğimiz kadar izah’a çalışalım.
Biz hayatı; biyolojik canlılık nitelikleri olan, kimyevî reaksiyonlardan ibaret, maksadı olmayan, istikameti meçhul sığ ve anlamsız davranışlar olarak görmediğimiz için, bu gibi müşkil meselelerde Bediüzzaman’ın derin tahlilleriyle, çok kısa ve tanım seviyesinde bakıp asıl mevzuum olan Hz. İsa’nın (as) hayatına yoğunlaşmak istiyorum.

Hayat: Altı ismi azamdan biri olan “HAY” isminin bir tecellisidir. Yani hayat: İsmi Azam’ın bir inikası olduğu için öylesine külliyet ve ehemmiyet arz etmiştir ki, Bediüzzaman Hz. “İsm-i Hayy’ın bir cilvesi uzaktan uzağa aklıma göründü ve uzaklığına rağmen bazı remizlerle o hakikat-i ekberin ve Nuri Azam’ın bazı şuâlarını muhtasaran görmeye çalışacağız” der ve şöyle devam eder: “Hayat,

• Şu kâinatın en ehemmiyetli gayesi,

• Hem en büyük neticesi,

• Hem en parlak nuru,

• Hem en lâtif mayası,

• Hem gayet süzülmüş bir hülâsası,

• Hem en mükemmel meyvesi,

• Hem en yüksek kemâli,

• Hem en güzel cemâli,

• Hem en güzel ziyneti” (Lem’alar Otuzuncu Lem’a, s. 323) gibi çok tanımlar yapmaktadır ve her biri birer kitap cesametin de konulardır.

Hz. İsa’nın (as) hayatı, semaya ref’i, nüzulü ve mematı gibi gündemdeki önemli konulardan, ancak bu yazımızda kısa hayat ve semaya yükselişi işlenecektir.

Bilhassa günümüzün gündemini meşgul eden meselelerden birisi de, Hz. İsa’nın (as) hayatıdır. Çünkü; Hz. İsa (as); ahir zamanda kıyamete alâmet olarak indirilip, âlemi İslâmı Deccal belâsından ve içine düştüğü vahşet, helâket ve felâketlerden kurtaracağı müjdelenen, ülül azm bir peygamber olarak çok önemlidir. Fakat her şeyde olduğu gibi bu müjdenin kabulünde bile muvafıklar ve muarızlar vardır.

Zira bu meselede de, Kitap, Sünnet, İcma’i ümmet’e rağmen, “altın kupa içinde zehir sunarcasına” ehl-i sünnet ulemasını Kur’ân’ın ve hadisi şeriflerin sarahatına rağmen, Hıristiyan teolojisinin ve misyonerlerin etkisinde kalmakla itham edenler, asıl tehlikeyi gözden kaçırarak 1850’li yıllardan itibaren materyalist felsefenin tahakkümüne girip; Yahudi teolojisinin, oryantalist ve müsteşriklerin etkisine kapıldıklarını gözden kaçırmaya çalıştıklarını idrak edemiyorlar.

Âlemi İslâm ve insanlığın kurtuluş reçetesi olarak naslar ile (Âyet ve Hadisler) bildirilen böyle küllî bir hayra karşı çıkanları; Firavunun Belâm’ından, Cengiz’in Cafer Hocası’ndan daha beter bir durumda görünür. Çünkü; onlara direkt baskı ve can tehlikesi söz konusu idi. Bunların ise böyle bir mazereti dahi olmadan, kendilerini “Kur’ân Müslümanlığı” iddiası ile kamufle ederek samimiyetsizliklerini ortaya koydukları aşikârdır.

Bediüzzaman’ın “Batılı tasvir saf zihinleri idlal eder” kaidesine uyarak kişileri ve sözlerini teşhir etmiyeceğim. Bunu anlayabilmek için biraz basiret ve feraset yeter deyip, bunların bariz vasıflarıyla, asıl tehlikeye dikkat çekmeye gayret edeceğim.

Meselâ: Sen Hz. İsa’nın (as) hayatına ve inişine ait Âyet ve Hadislere rağmen, karşı çıkarken, Âlemi İslâm bugün esarette mi değil mi? Süfyan ve Deccalden haberin var mı yok mu? Yoksa sen başka bir dünyada mı yaşıyorsun? Asr-ı Saadette mi? Yoksa Fatih döneminde miyiz ki ihtiyacımız olmasın? Yoksa bu umumî belâyı def etmek için bildiğin bir başka çaren veya garantin mi var? gibi sorular akla geldiği için bunların cevaplandırılmasını da, onlardan istememiz gerekmektedir.

Yani bu âlemi İslâm çeşni olsun diye mi Hz. İsa’yı (as) bekliyor? Siz “kul bunalınca Hızır yetişir” sözünü de mi hiçe sayıyorsunuz? İtikadımız budur ki, bu vesileyle; hem Hz. Mesih, hem Hz. Mehdi ve hem de Hz. Hızır, Deccala karşı beraber olacaklardır. Bunu hangi mü’min istemez?

Devamlı Müslümanları suçlamakta maksadınız nedir? Bu zalimlerin hiç mi suçu yoktur ki, onlara toz kondurmayıp, üstelik haklı görüyorsunuz.

Eğer Müslümanı, Müslüman olarak suçluyorsan karşı çözümünüz nedir? diye serzenişin ötesinde bunları artık hesaba çekmek ehl-i imanın zarurî görevi haline gelmiştir.

Yine Bediüzzaman’ın “Kimin himmeti milleti ise o tek başına bir millettir” sözünü ve “…fitne katilden eşeddir..” (Bakara. 191) âyetinin hükmünü ihtar etmek isterim ve bu fitnenin; âlemi İslâmda 1880’li yıllarda İngiliz sömürgesi olan Hindistan’daki proje “kadiyanilikle” başladığını ifade ederek.

A- HZ. İSA (AS) HAYATTA MIDIR?

Bu başlıktaki soruya peşin cevabımız; kitap, Sünnet ve İcma’i Ümmetle EVET. Ancak bu cevabımız kıyamete yakın gelip, o menhus Deccalı öldürünceye kadar geçerlidir. Yani öyle önemli bir görevi ahirzamanda yaptıktan sonra o da, ölümü tadacaktır. Bu vesileyle neden o zamana kadar öldürülmeyip kıyamete kadar bekletildiğini bir kaç madde ile özetleyelim:

1. Her peygamberin kabule şayan bir duâsı vardır, işte Hz. İsa’nın (as) böyle bir duâsı da, “ahirzaman peygamberine ümmet olmaktır”. (Bu mesele bugünkü İncil nüshalarında da mevcuttur. Papazlar Efendimiz’in (asm) isimlerini ayıklayıp tahrif ederken her nasılsa bunu anlayamamışlardır. Yuhanna İncili’ndeki “paraklet”in (14/16, 15/26, 16/7) Ahmet anlamına geldiği Müslümanlarca ileri sürülmektedir ve bu hadise onun inancının ve duâsının kabulüdür. Hatta Yuhanna İncil’i “Selâniklilere mektuplar”dan biri de, “yasa tanımaz adam”a karşı çıkacağı şeklindedir ki, o yasa ancak Kur’ân-ı Kerîm’dir. Zira “İsa kendinden sonraki gelecek peygamberi müjdelemiştir ve onun ümmetinden olma şerefine nail olmak da, istemiştir. Bu aşikârdır ve onun için en makul bir istemdir. Âyeti kerîme buna şöyle işaret eder: “Bir zamanlar Meryem oğlu İsa şöyle demişti: Ey İsrail oğulları! Ben size (gönderilen) Allah’ın Rasulüyüm. Önümde Tevrat’ı onaylayıp doğrulayan ve benden sonra gelecek olan bir resulün müjdecisi olarak geldim ki, onun adı Ahmed’dir…” (Saf: 6) Yani “ben onu müjdelemek için geldim.”

Yani; o öyle mühim bir zattır ki, Allah (cc) onun müjdelenmesi için bir peygamber gönderiyor.

Tabiri caiz se başka bir şey de pek yaptırmadılar zaten. Sanki asıl görevi o imiş ve hayatıyla da bunu isbat etmişdir. Hıristiyanlar da, müjdeleneni değil de, müjdeleyeni muhatap alıp hatta taptılar. Aslında hiçbir peygamberin böyle bir sapıklığı istemesi mümkün değil.

Ey dinde sathî enaniyeti kaviler, bunların anlamını düşünmeyecek misiniz? Bu derece müjdelediği bir kâinat serverine ümmet olmayı istemek gibi bir şerefi idrakten âciz misiniz? Aslında bu sizin inandığınız peygambere, inancınızın zaafının ifadesidir.

Kur’ân açıkça teslisi reddetmekte ve Tevhidi esas temel prensip olarak ortaya koymakta (Nisa 171 bak teslis) olduğunu bilmiyor musunuz?

2. Zalim ve hasut Yahudilerin zulmünden elçisini azat etmektir.

3.  Ahir zamanda gerçekten Deccalın fitne ve zulümleriyle zor duruma düşürülen Habib’i Muhammed’in (asm) ümmetini bu felâketler ve helâketlerden kurtarmak gibi temel sebepleri sayabiliriz. Ve şimdi ki, fitne de, işte tam o haber verilen fitnedir.

Zira İmam-ı Gazali “Doğru çıkan haberin butlanına gidilmez” demiştir.

Hz. İsa (as) semaya yükselmesi

Şimdi gelelim hakikaten Yahudilerce öldürülemeyip semaya kaldırıldığına dair sarih naslara. Böylece; “Geldi mi? Deccalı öldürdü mü? Vefat etti mi?” sorularının cevabını daha sonraki yazılara bırakmış olacağız.

Bir kere Hz. İsa (as), 15 sûre ve 93 âyet-i kerîmede isim veya sıfatları ile zikredilmekte olup, bunlarda ağırlıklı olarak; Yahudilerin Hz. İsa’yı öldüremediği, çarmıha geremediği ve bilâkis Allah’ın (cc) onu, ahirzaman alâmeti olarak indirmek için semaya yükselttiği anlatılmaktadır.

Bilhassa Hz. İsa’nın (as) babasız dünyaya gelişi bir mu’cize olduğu gibi, doğumunda putların yere serilmesi ve yeni doğmuşken kundakta konuşup annesinin masumiyetini isbatı da, diğer bir mu’cize olup, daha çocukluğu mu’cize ve harikalara sahne olmuş bir zatı nuranidir. (Maide 75)

A- Hz. İsa’nın (as) semaya yükseltilmesinin Âyet-i kerîmelerden delilleri.

1- “Hani Allah buyurmuştu ki:

Ey İsa! şüphesiz Ben seni “teveffi” ediciyim, seni kendime yükselticiyim, o kâfir olmuş kimselerden seni tertemiz ediciyim ve kıyamet gününe kadar sana uymuş olanları, inkâr etmiş olanların üstünde kılıcıyım, sonra dönüşünüz ancak Banadır. Artık kendisinde ihtilâf da bulunduğunuz hususlarda aranızda Ben hüküm vereceğim.” (Ali İmran 55)

İşte “teveffi” kelimesinin anlamları ondan sonraki zikredilen kelimelerdeki anlamlar olup, yüceltmek ve koparıp, yükseltmektir. Bu kelimenin Arap lügatındaki, anlamları da, aynıdır.

2- Bir de onların “biz Allah’ın Rasulü (geçinen!) Meryem oğlu İsa mesihi gerçekten öldürdük” demeleri sebebiyle (Onların kalplerini mühürledik. Halbuki ne onu öldürebildiler, ne de onu asabildiler: ve lâkin onlar(ın kafalarını karıştırmak) için iyice benzetildi. (Yani casus Yahoda’nın, Hz. İsa’ya benzetilmesi) şüphesiz o kimseler de, onun hakkında şüpheye düşmüşlerdir…

Kendileri için bu hususta tamamen zanna uymaktan başka hiçbir ilim yoktur… doğrusu Allah onu kendisine yükseltmiştir. Allah aziz ve hakimdir. (Nisa, 157-158)

Buradan bir çıkarım yapacak olursak; madem Allah (cc) “o öldürdük diyen Yahudilerin kalbini mühürlediğini” haber veriyor. O Yahudilere uyanların da, mühürlenmiş olması lâzım gelmez mi? diye bir soru aklıma takıldı.

3- “Andolsun ehl-i kitaptan her biri ölümünden önce ona mutlaka inanacaktır. Kıyamet günü ise onlar aleyhine bir şahit olacaktır.” (Nisa, 159)

Bu da, Hz. İsa’nın (as) nüzulünü ve ondan sonrasını gösterir.

4- “Şüphesiz ki, o İsa (as) elbette kıyamet için önemli bir bilgidir (ve alâmet). Öyleyse onun hakkında asla şüphe etmeyin! (Ey kullarım!) siz Bana hakkıyla uyun! İşte bu dosdoğru bir yoldur.” (Zuhruf. 61)

5- İsa (as) beşikte de, yetişkinken de, insanlara konuşacak ve salihlerden olacaktır. (Ali İmran: 46)

Ulema bu Âyet-i Kerîmede geçen “Kehl” (yetişkin) kelimesinin Arap dilinde otuz beş (35) yaş sonrası anlamına geldiğini ifade ederek 33 yaşında nüzul ettiği düşünülürse ondan sonraki yaşın kast edildiğinin anlaşıldığını ifade etmektedirler. Yani bu yaş; nüzulünden sonraki yaşdır. İmanı, insafı, izanı olana bu kadar yeter diye diğer âyeti kerîmeleri izaha lüzum görmediğimi arz ederim ve bundan sonra da bazı hadisleri zikredelim.

B- Hadislerde Hz. İsa’nın (as) öldürülemeyip semaya alınışı:

Burada da, Hz. İsanın (as) öldürülemeden ruh maal cesed semaya ref olup, kıyametten önce “Nüzulü İsa” olarak, kıyamete alâmet olmak üzere yeryüzüne indirilip Deccalı öldürüp ancak ondan sonra gerçek anlamda vefat edeceğini, sünnetle anlatmış olacağız. Meselâ:

Bir hadis mealinde “Her doğana şeytanın mutlaka dokunduğu, ancak Hz. İsa’ya (as) doğrudan değil perde arkasından dokunabildiği, onun beşikte iken konuşan üç kişiden biri olduğu, Hz. Peygamberin (asm) onunla, Mi’rac Gecesi’nde buluştuğu, kıyamette Hz. İsa’ya (as) şefaat için gelenleri Hz. Muhammed’e (asm) göndereceği” belirtilmektedir.

Meryem oğlu İsa’ya (as) en yakın kimsenin Hz. Muhammed (asm) olduğu da, yine hadislerden anlaşılmaktadır. (Buhari Salat “enbiya” Menakıbel Ensar, Tevhid) Rikah, Hudud tabiri ureyva ve Fitenlerde…

Meşhur allame Muhammed Enver şah el Keşmir’i Et Tarih bina Tevatüre fi Nuzul’ül-Mesih isimli eserinde; 76’sı merfu, toplam 101 hadis nakletmiştir. Merfu rivayetleri nakleden sahabi sayısı 35 olduğu nakledilir, bir de, sükût ikrardan kaidesine göre kabul edenler de, düşünülürse meselenin tevatür derecesinde olup, inkâr edilemez bir mesele olduğu aşikârdır.

Ehl-i sünnet kelâmcılarıyla, Selefiyye ve şia da bu görüştedirler (ibn. Babeveyh s. 69)

Akla takılan diğer bir soru; Semaya ürüç ve nüzulün aksini iddia eden müddeiler arasında acaba bize Hz. İsa’nın (as) mezarını gösterecek var mı?

Bu konuda Buhari ve Müslim’den Müttefakun aleyh bir hadisle yetinmek istiyorum, zaten izan sahibine biri de, yeter. Said İbn. Müseyyeb’den nakle göre Ebu Hüreyre (ra) şöyle derken işitmiştir: Rasulullah (asm) şöyle buyurmuştur: “Nefsim yedinde (kudret elinde) bulunan Allah’a yemin olsun ki, muhakkak Meryem oğlu İsa’nın (as) sizin içinize âdil bir hakem olarak inmesi, Hıristiyanların o haçını kırması, domuzu öldürmesi, cizye vergisini kaldırması ve malın haddinden fazla çoğalması yakın zamanda elbette vaki olacaktır.”

Sahih ve sarih rivayetlerin tevatüren zuhurundan dolayı ümmetin uleması İsa’nın (as)

Kıyamete alâmet olmak üzere nüzul etmesine icma etmişlerdir. Buna rağmen bu hakikati inkâr etmenin Hz. Peygamberimizi (asm), yalanlamak anlamına geleceği vahametini de o izansızlara söylemişlerdir.

Hindistan’da, İngiliz projelerinden olan 1880’lerde türeyen Kadıyanilikten önce Hz. İsa’nın (as) öldüğünü söyleyenler İslâm âleminde yok denecek kadar az olduğu halde bu projenin ortaya çıkışıyla birdenbire muhaliflerin hortlaması, bizdeki ulemaissu’un da onlara çeşne olması tesadüf olmasa gerektir. Çünkü bu proje; böylece hem İslâm birliğine, hem de İslâm Hıristiyan ittifakına darbe vurarak Yahudi projelerine hizmet etmiş oluyor. İşin diğer bir calibi dikkat tarafı ki, Yahudiler herkesten çok bu gibi rivayetleri ve zamanlarını takip ederler. Meselâ: 93 harbi (1877 Osmanlı Rus Savaşı)ndan sonra kıyametin son alâmetleri yani, Hz. İsanın (as) inme zamanlarına yaklaştığımız zamanlara tekabül ediyor ki, kâinatta tesadüf yoktur.

Bediüzzaman; ise “Hadislerin de, Âyetler gibi müteşabihatı vardır, tefsirden ziyade tevili gerekir” deyip, şimdiye kadar kimsenin keşfedemediği şekilde hayat mertebelerini izah ederek Hz. İsa’nın (as) vefatından maksadın; ölmek değil, bilâkis bir yüksek hayat mertebesi olan, dünya hayatından Sema hayatına intikal edip 3. Kat semada ve üçüncü hayat mertebesinde yaşaması demektir deyip, çok açık izah ederek, ‘Tabaka-i hayat beştir’ diye de, şöyle sıralamıştır: Birinci tabaka’i hayat: Bizim dünyevî hayatımız ki, dünya levazımatıyle sınırlıdır, İkinci tabaka’i hayat: Hz. Hızır’ın hayat tabakasıdır, Üçüncü tabaka’i hayat: Hz. İsa’nın (as) tabaka’i hayatıdır ki, “beşeriyet levazımatından tecerrütle, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letafet kesb eder. Adeta bedeni misalî lefaretinde ve cesed-i Necmi nuraniyetinde cism-i dünyevileriyle semavatta bulunurlar.” (Mektubat, s. 16)

Hz. İsa (as) ve yaşadığı hayat mertebesi

Dördüncü Tabaka’i hayat: Şühedanın ve Beşinci tabaka’i hayat ise: Ehl-i kubur’un hayatı olduğunu çok açık ve net olarak ifade edip, bu muğlak meseleyi de, berrak olarak isbat etmiştir. Ayrıca 15. Mektup da, “Hz. İsa (as) nuru imanın dikkatiyle bilinir” dediğine göre inkârcıların dikkati gerekir. Böylece Risale-i Nur; Âyet-i kerîmenin, ne zahirini ne batınını incitmeden sulhu umumiyi temin etmiştir.

İşte bütün bu çelişkileri giderip sulhü umumiyi te’min edecek böyle bir Mehdinin zuhuru da, ne kadar önemli ve insanlığın kafasının karıştırıldığı bu zamanda öyle bir zata ne kadar muhtaç olduğumuz izahtan varestedir. Böylece inşaallah mesele daha iyi anlaşılmış oluyor. Zaten “Ekabir bezmi ahirde gelir” diye bir tabir de vardır. O da, bu gerçeği ifade ediyor. O halde bütün müşkil meseleleri sorduğumuz gibi bu meseleyi de, sorup meratibi hayatı öğrendiğimize göre bazı kimselerin Hz. İsa’nın (as) hayatını inkâr sebebini de; Bediüzzaman, “bizim gibi aynı hayat şartlarında yaşamadığındandır” demekle ifade ettiğini biliyoruz.

Demek “menlem yezuk lem ya’rif imiş. Yani; (tatmayan bilmezmiş) ifadesiyle Hayat: Hayatı dünyeviyeye münhasır değil, bilâkis hayata en namüsait burası olup hayatın esas yeri kaynağı olan nuranî âlemlerdir ve zaten Hz. İsa da (as) nuraniyet kesb ederek melek hayatı gibi bir hayata mazhar olmuş demektedir.

Maalesef bazı medyatik meşhur ilahiyatçılardan bile; bir materyalist gibi, veya oryantalistlere keyif bağışlarcasına; “semada, ekmek ve su mu var?” sorusunu sorumsuzca sorma bahtsızlığına düşebiliyorlar.

Demek Risale-i Nur’a herkes şiddetle muhtaçtır. Bunların bu kafa ile “Ashab-ı Kehf’i de hatta Mi’racı da, inkâr etmeleri bir vakı’adır yani; bir ateist mantıkla, Ashab-ı Kehf 300 sene nasıl yemeden içmeden o mağarada yaşar? Veya bu kadar kısa zamanda nasıl Mi’raca gidip gelinir gibi kudrete mügayır sözlerin mantığı aynıdır. Demek bunların kudret-i İlâhiye akidesinde arıza vardır. Hayatın bir tecelli olduğu gerçeğinden habersizdirler. Neticede İlâhî ilimler Allah rızasından başka maksatlarla tahsil edilir, madde ve makamlara alet edilirse olacağı budur. Bediüzzaman onlara; “Her şeyin maddeden ibaret olduğunu zannedenlerin akılları gözlerine inmiştir, göz ise maneviyatta kördür” demiştir.

Demek herkes kendi ayinesinin müşahedatına tabi olduğundan, kendi algı düzeyleri zaviyesinden görebiliyorlar ve birde kimse ayranım ekşi demiyor. Bediüzzaman ise; “benim fikirlerimi mihenge vurun!” gibi sözleriyle akıl ve vicdanlarına hitap etmiştir.

Demek bu sakat ve arızalı anlayışın projeden başka izahı yoktur.

Şimdi bir de Hz. İsa’nın (as) semaya yükseltildiğini bildiren âyet ve hadislerin mesajlarına bakalım:

1- Herşeyden önce bu telâkki bize ahirzaman hakkında uyarıcı, yönlendirici ve sorumluluk yükleyici çağrılar ilham etmektedir.

2- Hz. İsa (as) ile eş zamanlı olarak Hz. Mehdiyi çağrıştırmanın yanında ahirzamanın  ve kıyamete kadar bütün zamanların en şeriri Deccalı hatırlatıp bizi teyakkuza sevk etmekte ve sorumluluk yüklemektedir.

3- Keza insanlık âlemindeki nifak ve küfür hadiselerinden anlaşılan, çevre ve cereyanlardan ehl-i dalâlet kimlerdir? diye uyanma vesilesidir.

Meselâ: Hz. İsa’nın (as) karşısında Deccal olacaktır, Deccalın yanında Yahudiler bulunacaktır ve Deccalı Hz. İsa’sız (as) anlamak mümkün değildir. Demek bu menhus zihniyet böylece çaktırmadan Deccala yardım etmiş olduğu anlaşılacaktır. Yani vakıa o ki, Hz. İsa’nın (as) nüzulünün ve ona inanmanın hiçbir negatifi yok, pozitifi ise pek çoktur. Aksi takdirde şer isyan ve felâket olur.

4- Nüzulü İsa (as) diğer kıyamet alâmetleriyle entegre veya bütünlük arz eden bir mesele olduğu için, birini münker olan, hepsini inkâr etmek mecburiyetinde kalır. Veya onların asıl niyeti de bu olabilir mi? Ve maalesef biz bunun yansımalarını bazı hutbelerde bile görüyoruz. Meselâ: Kıyamet alâmetlerini inkâr eden bir hutbeyi İstanbul’da dinleyip imamı ve Fatih Müftüsü gibi bazılarını ikaz etmiştim.

Onlar da Diyanet adına özür dilemişti. Böyle bir menhus anlayış, imanlı bir insanın akl-ı selimiyle asla bağdaşmamaktadır. Bu gibiler böylece sadece kendilerini değil, insanlığı felâkete atmaya çalışıyor.

İnkârın hükmü: Akide metinlerimizde yer alan, bu esasları inkâr eden kişinin ehl-i sünnet ve cemaat akidesine bağlı kalamayacağı kesindir. Zira hakkında tevatür ve icma vardır ve böyle birinin bid’at ve dalâlet ehlinden olacağına ittifak vardır. Hatta bazı âlimler nüzulü İsa’yı (as) inkâr edenin küfrüne kail olmuşlardır. İmam-ı Suyuti, Alusi ve Keşmir’i gibi meşhur zatlar bunlardandır.

İlk müfessir olarak İbn Abbas, Celâleddin Suyuti, İbn Hacer, Ebu Hanife Fıkh’ül Ekberinde Hz. İsa’nın (as) nüzulü ve ahir zamanda deccalle mücadelesini kabul ettiği gibi e’azım-ı müctehidinden olan diğer Ahmet b. Hanbel ve emsali de böyledir. Bize düşen Allah’dan (cc) hidayet dilemektir.

Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerde takdim edilen Hz. İsa ve İnciller, Hıristiyan teolojisinden çok farklıdır. Meselâ: Hz. İsa’nın (as) çarmıha gerilme ve kurtuluş fidyesi oluşu gibi tabirler kabul edilemez.

Kelâmcılar bu meseleyi teolojik kelâmın meselesi olarak görmemiş, zira Hz. İsa’nın (as) semaya yükselişine dair Âyet-i kerîmelerde ittifak vardır. Yalnız ahirzamanda indirilmesinde ihtilâf etmişler. Zira; (Ali İmran 54-55 ve Nisa 157-158) gibi âyetlerde Hz. İsa’nın (as) yükseltildiği bildirilmektedir. Biz de deriz ki, yükselten indirmesini de bilir. Yoksa işin mantığı kalmaz. Halbuki hadisi şeriflerde açıkça neden yükseltildiği ve neden indirileceği de, anlaşılmaktadır. Demek o tür kelâmcılar da, sahih hadisleri nazara almamışlar demektir.

Aslında bu ve benzeri meselelerde başta âyet-i kerîme, yanlış anlama ihtimaline karşı da hadisi şerifler esastır. Bu ikisine veya Efendimizin (asm) hadisi şeriflerine ters düşen ne kelâm ne de tasavvufî yorumların hiçbir kıymeti olamaz. Halbuki Efendimizin (asm) hadislerinde çok açıkça ineceği bellidir. En son asrımızın söz sahibi de, bu meselenin en doğru tevillerini Âyet ve Hadislerin zahir ve batınlarını rencide etmeden yapmıştır. Bizim için ulema adına hüccette odur.

Bu gerçeğe karşı çıkan ülemaissuun tezviratlarının hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.

Çünkü: 1- Müctehit değiller. 2- İcma-i ümmete hiç mazhar değiller. 3- Müceddit değiller. 4-Artık içtihad dönemi bittiği gibi haliyle icma’i ümmet de sona ermiş demektir. Dolayısıyla onlar dinen muhatap alınmazlar, zira onların yaptıkları umumun dini olarak kamu hukukuna aykırı olup, onlar hakkında kamu dâvâsı açmak gerekir. Çünkü bunlar bütün akıllarını oryantalistlere teslim etmiş olup, yavuz hırsızlık yapıyorlar ve efendilerinin gözüne girmek için milletin inancıyla alay edip, kafasını karıştırıyorlar. Eğer samimiyetlerini isbat etmek istiyorlarsa, önce Deccalden dini kurtarıp sonra Hz. İsa’nın (as) inişine karşı çıksınlar. İhtiyaç kalmadı, bak biz bile hallettik, demek deccal de İsa da (as) boş diyebilsinler. Heyhat bunlar nere o nere! Bu müsteşrik taşeronlarından elbette bu beklenmez. Zira zulüm bütün şiddetiyle devam ediyor. Kimseyi itham etmek istemem, fakat bu gafil veya hainlerin hali bana Nasreddin Hoca’nın şu fıkrasını hatırlatıyor.

Malûm; Hoca dondurucu bir kış sabahında bir köye gider ve köyün köpekleri saldırır. Hoca taşa sarılır donduğundan sökemez ve “Bu ne zalim ve hain bir köy! Köpekleri salıp taşları da, bağlamışlar” der. Onların teşhisini de, Ziya Paşa’ya havale ediyorum. Hani “Muin’i zalimin…” demiş ya… Demek bunlar fuzuli dellâl.

Allah (cc) ise; kulu bunalınca Hızır’ını yetiştirir. Hz. İsa (as) ise “Her derdin bir devası vardır, fakat ahmaklık müstesna” demiştir. Vesselâm.

Semadaki İsa (as)

Şimdiye dek Hz. İsa’nın (as) semaya yükseltildiğini işledik.

Bu noktada da, onun semanın hangi katında olduğuna değinip, bazılarınca istihzâî olarak “orada ne yeyip-içiyor” şeklindeki itirazlarına cevap vermek istiyoruz.

Bu vesileyle önemine binaen çoğu zaman tekrar ettiğim gibi, bize âyet-i kerîmeden sonra en büyük delil ve şahit Hatemü’l-Enbiya Hz. Muhammed’in (asm) hadis-i şerifleri olacaktır. O halde Fahr-i Cihan Efendimizin (asm) Mi’raca çıkış esnasında Hz. İsa’yı (as) kaçıncı kat semada ziyaret ettiğini, Bediüzzaman’ın Mektubat isimli eserinin Birinci Mektubundan itibaren ve bir de Mi’rac Risalesi’nden ilgili hadis-i şeriflerle takip edelim.

Hadis-i şeriflerde Hz. İsa’nın (as) “Âhirzamanda geleceği ve şeriat-ı Muhammediye (asm) ile amel edeceği” (Buharî, Mezalim: 31; Müslim, İman: 242, 243; İbn Mac’e, Fiten: 33) açıkça ifade edilmekte olup, bu hadisler onun zarurî olarak hayatta olması gerektiğine de delâlet etmektedir.

Peki,  hayatta ise nerededir? Buna Bediüzzaman beş çeşit hayat mertebesi olduğunu söyleyerek, Hz. İsa’nın (as) üçüncü hayat mertebesinde olduğunu şöyle ifade etmektedir: “…Üçüncü Tabaka-i Hayat: Hazret-i İdris ve İsa Aleyhimesselâ­mın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüdle, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letafet kesb eder. Adeta beden-i misalî letafetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semavatta bulunurlar.” (Mektubat, Birinci Mektub)

Yukarıda kaynaklarını verdiğimiz sahih hadislerin nassı ile Hz. İsa’nın (as) semada bulunduğu çok açıktır. Bazı itikadı zayıf, enaniyeti kavî, dinde sathîlerin “Orada ne yeyip ne içer” diye adeta acı ve çirkin bir istihzâî tavır sergileyerek sormaları, onların seviyesizliğini veya niyetlerini göstermektedir. Eğer çok merak ediyorlarsa biz de onlara; onun gerçek gıda olan nur yiyip nur içtiği cevabını verebiliriz, zira bizim kudret-i İlâhiyenin sınırsızlığından şüphemiz yoktur. Sıradan bir insan bile misafirine bir sürü ikramda bulunurken, -hâşâ- Rezzak-ı Âlem nasıl olur da aziz bir misafirini ağırlayamaz? Bu kudret-i İlâhiyeye hem de “Kadîr” ismine mazhar olan bir peygamberine rağmen en büyük bir iftiradır. Bu zihniyet akla imana ziyan, sığ, pespaye ve çirkin bir anlayıştır ki, değil bir münkiri imana getirmek, Allah’ın (cc) sonsuz kudretine inanmış bir mü’mini bile şaşırtacak dessasiyette, hatta şeytanı bile sollayan bir seviyesizliktedir, zira şeytan dahi Allah’ın kudretinin sonsuzluğunu inkâr edemez.

Biz de Bediüzzaman’ın ifadesiyle: “Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise maneviyatta kördür” deriz. Aslında bu meseleyi hem rivayeten hem de ilmen ispata hazırız. Şöyle ki; Fahr-i Cihan Efendimizin (asm) “Evvelü mâ halakallahü nûrî…” (Allah en önce benim nurumu yarattı; ondan da kâinatı yarattı) hadisine göre bizim besinlerimizin de aslı nurdur. (Acluni, 1/265-266)

Demek maddenin de aslı nurdur, hatta bütün kâinat aynı zamanda Cenab-ı Allah’ın Nur isminin de bir tecellisi değil midir? Eğer böyle; dinde ve fende sathî, imanı zayıflara bu sahih rivayetler de yetmezse, fizik ilminin şahikasına çıkmış, kuantumun da elementlerin özünde tesbit ettiği bir ışığı ki, onun aslı elbette nurdur. Bu tesbit Efendimizin (asm) hadisini tasdik ettiği gibi, hatta asrımızın dahilerinden Einstein de “Kâinatta bir milyon kere milyar km sahaya bir gram madde düşer, o da enerjiye dönüştürülüp biter” demek suretiyle yine, maddenin aslında kâinatta bir hiç olduğunu ve gerçek gıdanın da enerji olduğunu ifade etmiş oluyor.

Artık gıda mühendisleri ve bilim adamları da, insanları yemek hamallığından kurtarıp bir tabletle günlük enerjinin sağlanacağını iddia ediyorlar, o şahsiyetlerin haberi olsun! Malûm, zaten meleklerin gıdaları nurdur. Bediüzzaman Hazretleri ise, “Hz. İsa (as) beşeriyet levazımatından sıyrılarak nuraniyet kesbetmiş” demek suretiyle bu meseleye açıklık getirmiştir. Allah’ın (cc) sonsuz kudretine rağmen, Hz. İsa’nın (as) yemeğine kafası takılanlara şair “Bizim Hüdaya nidamız rızk için değildir haşa, / Hüda Rezzak-ı Âlemdir, rızıksız insan yaratmaz ya!” demek suretiyle ders veriyor.

“Elbette karanlıklı bir hane hükmünde olan şu arza nisbeten müzeyyen kasırlar, mükemmel saraylar hükmünde olan yıldızlar ve yıldızların denizleri olan gökler; zîşuur ve zîhayat ve pek kesretli ve muhtelifü’l-ecnas olan melaike ve ruhanîlerin meskenleridir.”

Bu gerçeği Kur’ân şöyle ifade ediyor: “O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra Kendine has bir şekilde, onu yedi kat gök olarak yaratıp düzenledi (tanzim etti). O, her şeyi hakkıyle bilendir.” (Bakara Suresi: 29)

Bir de semada olan sadece Hz. İsa (as) da değildir. Başka peygamberlerin de her birerlerinin makamları vardır.

Bu gerçek; Peygamberimizin (asm) hadis-i şeriflerinde şöyle ifadesini bulur: “Resulullah (asm) Cebrail’le birlikte semaya urûc ettiğinde; birinci kat semada Hz. Adem, ikinci kat semada Hz. Yahya ve Hz. İsa, üçüncü kat semada Hz. Yusuf, dördüncü kat semada Hz. İdris, beşinci kat semada Hz. Harun, altıncı kat semada Hz. Musa, yedinci kat semada Hz. İbrahim’le (aleyhimüsselâm) görüşmüştü” (Buhari, Menakibü’l-ensar: 42)

Bediüzzaman, Mi’rac Risalesi’nde Resul-i Ekrem’in (asm) nebilerle görüşmesine değinirken şöyle demektedir: “Meselâ, ism-i Kadîr’e mazhar Hazret-i İsa aleyhisselâm, hangi semada Peygamber aleyhissalâtü vesselâm ile görüştü ise işte o sema dairesinde Cenab-ı Hak, Kadîr unvanıyla bizzat orada mütecellidir.” (31. Söz, İkinci Esas)

Bu meseleyi istib’ad edenlere (akıldan uzak görenlere) çok sözümüz vardır ve hülâsaten deriz ki; “Arz [Dünya] gibi ağır bir cisim, fenninizce hareket-i seneviyesiyle bir dakikada takriben yüz seksen sekiz saat mesafeyi keser. Takriben yirmi beş bin senelik mesafeyi, bir senede katediyor. Acaba, şu muntazam harekâtı ona yaptıran ve bir sapan taşı gibi döndüren bir Kadîr-i Zülcelâl; bir insanı, arşa getiremez mi? Şemsin cazibesi [Güneşin çekim gücü] denilen bir kanun-u Rabbanî ile Mevlevî gibi etrafında pek ağır olan cism-i arzı gezdiren bir hikmet, cazibe-i rahmet-i Rahman ile ve incizab-ı muhabbet-i Şems-i Ezel ile bir cism-i insanı berk [şimşek] gibi arş-ı Rahman’a çıkaramaz mı?” İşte bunların hepsi Allah’ın (cc) kudret tecellileridir. Demek Hz. İsa (as), Allah’ın kudret tecellilerine mazhar olarak ve bu tecellileri temâşâ ederek beslenir ve hamd ü tesbihatına devam eder.

Allah’ın “Kadîr” ismine mazhar olan Hz. İsa (as) bizatihî kendisi de, hem genel anlamda her varlık gibi hem de hususî anlamda özel durumları bakımından “kudret tecellisidir.” Bunları şöyle sıralayabiliriz:

a) Babasız dünyaya gelişi, b) Yahudiler ve zalim Roma imparatorluğu gibi düşmanlarından kurtuluşu, c) Semaya yükseltildiği, d) Semada da İsm-i Kadîr’e mazhariyetleri, e) Ahirzamanda kıyamete alâmet olarak indirilip âlem-i İslâmı işgal edecek olan Deccala galebesi gibi harikalar sayılabilir.

Bütün bunlar ortada iken, Hz. İsa’nın (as) hayatta oluşunu inkâr eden ve nuzulünü reddeden ulemaü’s-su’ hakkında benim gördüğüm bir acı gerçek de, bunların münkirlerden daha tehlikeli oluşudur. Zira münkire münkir deyip kale almayız, fakat aynı davranış veya fikri din adına, üstelik adı ilahiyatçıya da çıkmış, hatta devşirme ünvanlı birisi, ki ben en azından bunların bir kısmının özel proje olduğuna inanıyorum, halkın karşısına çıkışı onların imanını sarstığından bunlara karşı sert konuşmak bende bir hamiyet haline geldi. Çünkü sahih rivayetleri de inkârla kendileri küfre gittiği gibi çoklarının imanını da tehlikeye atıyorlar. Demek ahirzamanda şerrinden kaçılması gereken hocalar bunlar olsa gerektir.

Bu vesileyle dikkatimi çeken ve hasretini çektiğim bir hususu da arz ederek konuyu bitirmek istiyorum. Mutedil, muhafazakâr ulema; müteşabih âyet-i kerîme ve hadis-i şeriflere teslimiyeti tam oldukları için, sadece nakille yetinip ispat cihetine gitmemişlerdir. Bediüzzaman ise; bu fitne ve fesat asrının, tahkikî iman vazifelisi olarak, o nassların; ilmî, aklî ve fennî boyutlarını da, dikkate alarak o gibi mevzuları asrın idrakine göre işlemiştir. M. Âkif’in “Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhamı, / Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmı” dediği tam da budur.

İşte tabir yerinde ise bu dahi, bir Bediüzzaman farkıdır. Demek özellikle bu asır insanı için meseleyi aklî ve fennî olarak da temellendirmek lâzımdır. Zira, Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı aklîye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur’ân hükmedecek.” Öyleyse âyet ve hadisleri, asrın ihtiyacına göre, ruh-u aslîsini rencide etmeden tefsir ve te’vil etmek gerekir.

Sonuç olarak Hz. İsa (as) hayatta olup, kıyametin şartları inişini gerektirdiği zaman nüzul ettirilecektir. (Belki de etti). Allah (cc) bizi de, idrak edip icraatına muavenet edenlerden eylesin. Âmin!

Nüzûl-ü İsa’nın (as) delilleri

Bizim bir Müslüman olarak edille-i şer’iye denilen temel prensiplerimiz vardır ve onlara göre bu mesele tamamdır.

Ancak buna rağmen bazı meselelerin yine de ihtilâf konusu edilmesinin ahirzaman fitnelerinden sayılmasında şüphe yoktur. İşte onların en önemlilerinden biri de, Hz. İsa’nın (as) yükseltildiği semadan kıyamete alâmet olarak indirilmesidir.

Daha önceki yazılarımızda âyet-i kerimelerle ve hadis-i şeriflerle, öldürülemediği, çarmıha gerilemediği ve bilâkis semaya yükseltildiğini anlatmıştık. Bu yazımızda ise, yine âyet, hadis ve icma-i ümmetle arza indirileceğini anlatmış olacağız.

Bunları şöyle sıralayabiliriz:

A- Âyet-i Kerîmeler.

1. “Ehl-i kitaptan herbiri, ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o, onlara şahit olacaktır.” (Nisa: 159)

Buradaki kıyamet gününden ne anlamalıyız? Her halde mahşeri anlayamayız zira başka nasslarla beraber mütalâa edilince kıyamet alâmetlerini anlamak gerekir ve mesele, gelecek âyet-i kerimeyle daha da tavazzuh etmektedir.

2. “Şüphesiz ki, o (İsa), kıyametin (ne zaman kopacağının) bilgisidir ve ondan hiç şüphe etmeyin…” (Zuhruf Sûresi: 43/61). Daha açık ifade ile Hz. İsa’nın (as) inişi, kıyamet alâmetlerindendir.

3. “Hani Allah buyurmuştu: ‘Ey İsa! Seni vefat ettireceğim. (Yani seni nezdime yükselteceğim). Seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden (seni inkâr edenlerden) üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz Bana olacak, işte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda hükmü Ben vereceğim.” (Âl-i İmran, 3/55)

Yine buradan anlaşılan da, onun kıyamete kadar semada bekletilip, âhirzaman alâmeti olarak indirilmesidir. Fakat insanların ancak çok müttakî olan az bir kısmı bu hadiseyi fark edecektir. Bu da, imtihan sırrının muhafazası için zaruridir. Yoksa Ebu Cehil ile Hz. Ebu Bekir arasındaki fark nasıl anlaşılacaktı?

Peki, ya bir de şu âyet-i kerimenin sarih ifadesine ne demeli: “Bilâkis Allah, (İsa’yı) kendi nezdine yükseltmiştir.” Bu âyetteki “rafeahû” kelimesi “onu kaldırdı, yükseltti” demektir. (Nisa: 158) Zuhruf Sûresi 61’de de, “ahirzamanda indirileceği” ifade ediliyor.

Başta bu âyetleri kendi maksadına uygun anlamak gerekirken, çelişkiye düşülürse çare ve şahidimiz hadis-i şerifler olacaktır.

İşte biz de öyle yapalım, meselâ:

İbni Abbas (ra) “Ey İsa! Şüphesiz seni vefat ettirecek olan (onlar değil) Benim.” (Âl-i İmran 3/55) âyetindeki “müteveffike” ibaresini “Seni öldürecek olan” diye açıklamış. Burada mazi değil, siga itibariyle hâl ve müstakbel anlamı olduğuna göre, elbette zamanı gelince demektir ve onun zamanı dahi, âhirzamandaki Deccalın âlem-i İslâmı kasıp kavurduğu, felâketler ve helâketler asrıdır. Zira, inişinin çok önemli bir sebebi olması lâzımdır. O da, Deccalı öldürmektir. Çünkü Cenab-ı Allah abes iş yapmaz. O halde bu âyetin anlamı: ‘Âhirzamandaki görevini yaptıktan sonra seni vefat ettireceğim’ demektir.

Bu izahı yapan da, öyle bir zat ki, Fahr-i Cihan Efendimizin (asm), “Ya Rabbi! Onu dini doğru anlamaya muvaffak kıl” diye duâ ettiği, amcasının oğlu olan, mümtaz bir sahabi ve ilk müfessirdir. Bu rivayeti Buhari de kaydetmiştir. (Buhari, Suretü’l-Maide, Kütüb-ü Sitte Terc., c. 3, s. 365)

Yani mesele o kadar açık ve net ki, hem “müteveffike” kelimesinin anlamı muzarîdir, hem hadis sahihtir, hem de İbni Abbas’ın da izahı budur.

B- Bazı Hadis-i Şerifler:

1. “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, yakında Meryem oğlu İsa âdil bir hâkim olarak inecektir. Haçı kıracak, domuzu öldürüp cizyeyi kaldıracaktır. O zaman mal o kadar artacak ki, onu kimse kabul etmeyecek. Artık Allah’a bir kere secde etmek dünya ve dünya içindeki her şeyden daha hayırlı olacaktır.” (Buharî, Büyü: 102, Enbiya: 49, Müslim, İman: 242, Ebu Davud, Melahim: 14, Fiten: 54, hd. no: 2234, Ahmed b. Hanbel 11/240- 249-538; Tercrid-i Sarih Ter., c. 6, 5.532) Bu kadar kaynaklara rağmen inkâr, ya cehaletten bir cesaret veya ihanetten gelen bir cür’ettir. Hatta kaydedemediğimiz birçok kaynakta mevcuttur.

2. “Ümmetimden bir grup hak için muzaffer şekilde mücadeleye kıyamet gününe kadar devam edecektir. O zaman İsa ibni Meryem de iner. Bu Müslümanların reisi (Mehdi) ‘Gel, bize namaz kıldır!’ der. Fakat İsa (as) ‘Hayır!’ der, ‘Allah’ın bu ümmete bir ikramı olarak siz birbirinize emirsiniz.’” (Müslim, İman 247; Küt. Sitte, 14/274)

3. Bir hadiste de, Meryem oğlu İsa kıyametin on alâmetinden birisi sayılmaktadır. (Ebu Davud: Melahim, 12)

4.Bazı hadis rivayetlerinde “Şam’daki beyaz minareye iner” (Tirmizî, Fiten: 59) buyurulmaktadır.

5. Yine bir hadiste, “Sizler on alâmeti görmedikçe hiçbir zaman kıyamet kopmaz… Onlardan biri de, İsa’nın inmesidir.” (Müslim, Fiten: 39) denilmektedir.

6. “Hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Meryem oğlu İsa’nın adaletli bir hâkim olarak içinize inmesi yakındır.” (Buhârî, Büyü: 102;  Enbiya 49, Müslim, İman: 242; Ebu Davud Melahim: 14)

7. “Hz. İsa ahirzamanda gelecek, şeriat-ı Muhammediye (asm) ile amel edecek.” (Buharî, Mezalim: 31; İbni Mace, Fiten: 33) Görüldüğü gibi sahih hadis kaynaklarında yer alan bir çok rivayette Fahr-i Kâinat Efendimiz (asm), Hz. İsa’nın (as) nuzulünü haber vermektedir.

C- İcma ile ilgili hususlar:

Hz. İsa’nın (as) ineceğine inanmak icma-i ümmetle sabit olup, aynı zamanda itikadî bir meseledir. İtikad ise; şek üzerine kurulmaz; sarih âyet, mütevatir Sünnet ve icma-i ümmet üzerine bina edilir. Hz. İsa’nın (as) göğe çıktığı ve ahirzamanda ineceği, yakîn (kesin bilgi) ifade eden nasslar ve mütevatir hadislere dayandığı için icma-i ümmet ile sabittir. İnkârı, icma ile küfürdür. (Said Havva A.g.e. 9: 336 ve s. 420)

Bu vesile ile bazı mütebahhir ulemanın görüşlerini de takdim edelim:

1. Hanefî fıkhının müessisi Ebu Hanife, ünlü eserinde, “Deccalın çıkması ve Hz. İsa’nın (as) nüzulü haktır” demektedir. (el-Fıkhu’l -ekber, son sayfa).

2. Şevkani Hz. İsa’nın (as) yeryüzüne ineceğini bildiren hadislerin toplamının 29’u bulduğunu ifade etmektedir.

3. Sahih-i Müslim’de de, aynı kayıtlar vardır. (Müslim, 2:58)

4. “Beklenen Mehdi ve Deccal hakkında rivayet edilen hadisler olduğu gibi Hz. İsa b. Meryem’in ineceği hakkındaki rivayetler de tevatür derecesine ulaşmıştır.” (Sıddık Hasan Han es-Seyyid Muammer el Kannuci, el İsa (Kahire: 1407/ 1986 s. 114; Said Havva age. 9, 335-336, 446)

5. Meşhur müfessirlerden İbn Kesir tefsirinde Zuhruf Sûresi’nin 61. Âyetinde geçen Hz. İsa’nın (as) kıyamet alâmeti olduğu, kıyamet kopmadan önce nüzul edeceği vb. bilgilerin yine tevatür derecesine ulaştığını bildirmektedir.

6. Allame Muhaddis Kittani de, aynı görüştedir.

7. İbni Hacer, Fethü’l-Bari isimli, Buharî şerhine tahsis ettiği kitabında Hz. İsa’nın (as) inip Hz. Muhammed’in (asm) ümmetinden olacağı ve Hz. Mehdinin arkasında namaz kılacağı ile ilgili hadislerin tevatür derecesine çıktığını kaydetmektedir.

8. Meşhur kelâm âlimlerinden Tahavi, Ebü’l-Hasan el-Eş’ari, Pezdevi, İmam Maturidi,  Taftazani gibi âlimler de, söz birliği içinde Hz. İsa’nın kıyamet öncesi nüzul edeceğini belirtmektedirler. (Kaynaklar için bk. Hüseyin Aydın, “Kur’ân bütünlüğü açısından Hz. İsa’nın Akıbeti Meselesi”, kelâm araştırmaları, 6:2 (2008), s. 17-46)

Sonuç olarak bu mesele aynı zamanda Hz. İsa’nın da (as) duâsının kabulü demektir. Zira, Hz. İsa (as) İncil’de, bu ümmetin övgü dolu sıfatlarını gördüğünde, onlardan eylemesi için Allah’a duâ etmiş, Allah da (cc) duâsını kabul etmiştir. Bu duânın kabulü ise; semaya çıkış ve inişi şeklinde tezahür etmiştir. Buna kim ne diyebilir? (Bu gibi hususlar için Barnabas İncili’ne de bakılması gerekir)

Fakat Cenab-ı Allah, Hz. İsa’nın (as) inişini, hikmeten, Deccalın zuhur ettiği zamanda dilemiştir. Bundan daha güzel, daha hoş, daha mantıklı ve hikmetli ne olabilir?

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*