O gün sabah namazında camilerde yer bulamadık

O günü unutmak mümkün mü? 17 Ağustos 1999’da meydana gelen büyük Marmara depreminden bahsediyoruz.

Sıcak bir Ağustos ayının gece yarısında, herkesin gaflette, derin uykusunda olduğu bir anda sarsılarak uykudan uyanıp, yataktan fırlayışımız gözümün önüne geliyor da, Aman Allah’ım o ne dehşetti öyle?

Deprem, sel v.s gibi âfâtları, Cenâb-ı Hak, durduk yere, boşu boşuna vermez. Bunu, geçmiş kavimlerin başlarına gelen felâketlerden anlıyoruz. Tabiî o hadiseleri de bize haber veren iki dünyamızın yol haritası mesabesindeki kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’dir.

Bunları bilen bir çok kavim, başlarına bir felâket gelmemesi için hep gayret etmiş, Cenâb-ı Hakk’ın gazabını celbedecek hâllerden kaçınmıştır. Hassaten Müslüman kavimler buna daha çok dikkat etmiştir.

İşte bu son büyük Marmara depremi de, böyle gazab-ı İlâhîyi celbedecek bazı hadiseler neticesinde meydana geldiği bizce melhuzdur. Nitekim, Müslüman millete, milletin değerlerine, dinine, inancına, Cumhuriyetin ilânından bu tarafa yapılan zulümlerin en sonuncusu olan 28 Şubat 1997 hain hareketi ile, birçok masumun hakkı gasbedilmiş, zulüm yapılmıştır. Diğer taraftan tabii, ahlâksızlığın, had-hudud tanımaz derecedeki azgınlığın da bu âfâtlara sebeb olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.

Neticede deprem oldu. Her taraf yerle bir oldu. Binlerce masum can verdi, yaralandı. Birçok çocuk, babasız anasız kaldı. O şaşkınlıkta herkes biraz kendine geldi. “Eyvah!” dedi, ama “Allah!” da dedi. O şaşkınlıkta bizler yine de asıl vazifelerimizi unutmadık şükür. Bir müddet sonra sabah namazının vakti girdi. Sabah namazı kılmak için camiye yöneldik. Bir de baktık ki, cami lebaleb dolmuş, neredeyse yer kalmamıştı. İçimizden “Fesübhanallah!” dedik. Şaşırmıştık, depremi yaşayan kendini camiye atmıştı! İçimizden, “Keşke daha önceki günlerde de millet olarak namaza böylesine bir hassasiyet gösterebilmiş olsaydık” demekten kendimizi alamadık. Ama işte, şeytan ve nefs-i emmarenin tesiriyle gaflet halleri insanları bırakmıyordu.

Milleti temsil etmeyen cuntacı hainlerin güdümündeki, yine milleti temsil etmeyen o basiretsiz hükümetin aciz kaldığı depremzedelere yardım işini millet üstlenmiş ve hükümetten önce âfetzedelere yetişmişti. Gerçi o zaman o yardım yapanlara da “Onlar irticacı” diye engel olunmuştu, ama millete yetişen yine o gruplar olmuştu.
Depremin bir tek adı vardı; o da “İlâhî ikaz”dı. Bunu dillendirip milletin hissiyatına tercüman olan muhterem Mehmed Kutlular Ağabeyimizin başına gelen zulüm ve haksızlıkları unutmuş değiliz. (Aslında bu 28 Şubat dâvâsında en çok mağdur olanlar; Mehmet Kutlular, Yeni Asya gazetesi ve mensupları ama, onları ne gören, ne de soran var.)

Bir 17 Ağustos yıldönümünde daha hatırladığımız bu deprem ve sair âfâtlardan, Cenab-ı Hak, bütün insanlığı muhafaza eylesin inşâallah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*