Allahu Ekber diyerek girdi kapıdan. Yoğun bakımın loş ışığı altında koşturanlar, ağlayanlar, bağıranlar, küfredenler… Bitkin hemşireler… Bir damla nefese bile muhtaçtı, nasıl da aciz ve fakirdi.
Kutsal ağacın altındaydı. En sevdiği, koca zeytin ağacının… Hiç kıpırdayamıyordu nedense; kolları, bacakları, kalbi sanki kendine ait değildi. Doğru ya, mülk başkasınındı… Bunu şimdiye kadar kavrayamamış olduğuna çok içerledi.
Ağaç canlı gibiydi. Hayır, hayır! Bir ağaç gibi değil… Keşke bana sarılsa, diye geçirdi içinden. Dalları, meyveleri kocamandı. Yakından görmek istedi ama vücudu ona ait değildi, kıpırdayamıyordu. Ama biliyordu, o ağaç kutsaldı ve dallar ona doğru yaklaştı, büyüdü sanki… Meyveler harfler gibiydi. Hayır, hayır, cümlelerdi! Bizi de oku, dediler. Okudu… Başı dönüyordu.
Hemşire, “Nasılsınız?” dedi. Düşündü. Cevabı yoktu.
O’na sor, dedi bir ses.
“Kim O?”
O, Sahibim.
Allahu Ekber, dedi, büyük bir kapıdan girerken. Hafifçe sallanarak Fatiha‘yı okudu. Şaşırdı. Bir daha okudu. Bir daha… Hayır, şaşkınlık yoktu. Ağzından değil, kalbinden sesleniyordu kelimeler:
İyyake na’büdü ve iyyake nestain
Hatırladı.
“Ey insan! Sen kendini, kendine mâlik sayma.”
Tam da şimdi anlamıştı bunu. Biraz geçmişti vakit…
Kendine çok güvenirdi, saçlarını ve ellerini muhteşem bulurdu. Evet, öyle ya… Şimdi kıpırdatamadığı elleri… Bu eller kimin?
Altı Ay Sonra
Ruhsal tedavisi asrın doktoru tarafından tamamlanmıştı. Eve dönerken kendi kendine mırıldanıyordu:
“Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur.”
Şoför sordu: “Bir şey mi dediniz?”
“Hayır,” dedi, “hayır, ben bir şey demedim.”
Asansöre bindi ve aynada yüzüne baktı. Hafifçe gülümsedi. Henüz kapı kapanmamıştı.
“Oh be, Ramazan’a yetiştim.”
Ramazan
Bu son Ramazan’ım belki de… “Allah’ım, bir yol göster,” dedi ve ekledi:
“Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize, şu durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla!” (Kehf, 10)
Kedisine sarıldı. Çok özlemişti onu. Sanki gülümsüyordu. Sevenlerine sarıldı. Onları da çok özlemişti. Artık onlara daha çok kıymet vereceğim, diye geçirdi içinden. Ama aslında… Onunla konuşmak istiyordu. Küçük odasına geçti, her şey aynıydı. “Biraz yalnız kalmak istiyorum,” dedi ve kapıyı kapattı.
“Ne olur konuş benimle,” dedi ağlayarak ve kitabın kapağını açtı.
Merhametlilerin en merhametlisi onu kabul etti.
İçeri girdi.
Ve başladı…
“Bismillahirrahmanirrahim…”
- Kuşluk vaktine andolsun,
- Karanlığı çöktüğü vakit geceye andolsun ki,
- Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı da.
- Muhakkak ki âhiret senin için dünyadan daha hayırlıdır.
- Şüphesiz, Rabbin sana verecek ve sen de hoşnut olacaksın.
- Seni yetim bulup da barındırmadı mı?
- Seni yolunu kaybetmiş olarak bulup da yola iletmedi mi?
- Seni ihtiyaç içinde bulup da zengin etmedi mi?
- Öyleyse sakın yetimi ezme!
- Sakın isteyeni azarlama!
- Rabbinin nimetine gelince; işte onu anlat.(1)
Çok sevinmişti. Rabbi ne de çok seviyordu kullarını.
Sevinci, küçükken saçı okşanmış bir çocuğun sevinci gibiydi. Ve niyet etti: Ben de seni asla terk etmemeye niyet ettim.
Ey sıkıntım ânında hazırlığım, Ey musîbetim ânında ümidim, Ey yalnızlığım ânında arkadaşım, Ey gurbetliğimde dostum, Ey nîmetlendiğim anda sahibim, Ey kederim ânında ferahlatıcım, Ey ihtiyacım ânında yardımıma koşan, Ey zor durumumda sığınağım, Ey korkum ânında yardımcım, Ey şaşkınlığım ânında yol göstericim.(2)
Dipnotlar:
(1) Duha Suresi
(2) Cevşen 11. Bab
Benzer konuda makaleler:
- Peygamber efendimizin iletişim tekniği
- Abdulkadir Badıllı
- Mehmet Kutlular: Bir nur talebesinin siyasetteki istikameti
- Corona virüs musibetinin hikmetleri ve manevi tedbirler
- Bayram Yüksel
- Müflis Proje: KEMALİZM
- Mehmed Fırıncı