Şani-i Hakîm hurdebinî bir varlıktan en büyük seyyarelere kadar, her şeyi ölçülü, san’atlı ve hikmetli yaratmıştır.
Rabbimizin bu isim ve sıfatlarının âlem-i şehadette ve bilhassa insanda tecellileri çok daha hikmetli ve çok daha san’atlı olmakla birlikte, asla israf ve abesiyetten eser görülmez.
Yaratılıştaki bu fıtrî mükemmeliyet, ölçü ve israfsızlık ve bunun İlâhî programları insanoğluna ve hususan abdullah (Allah’ın kulu) vasfını taşıyanlara hikmetli hareket, ölçü ve iktisada emir niteliği taşır. Kısacası iktisat İlâhî bir kalıp ve program, “abdullah” olmanın ehemmiyetli bir vasfı.İnsanın kendi vücudundaki nizam ve intizam ve âlet, duygu ve edavatın, israf olmaksızın, yerli yerine yerleştirilmesi bu hadisenin İlâhî vechesini teşkil eder. Şu ana kadar insanın fizyolojik, biyolojik ve diğer yönlerini inceleyen ilim adamları, insan için “Şurası da şöyle olsa daha güzel olurmuş” cinsinden herhangi bir görüş serdetmek bir yana, daima insan ve onun maddî ve manevî donanımlarının taşıdığı sırlar karşısında, hayranlık duyarak, onu çözmeye ve anlamaya çalışmışlardır. Hakikaten insanın maddeten sahip olduğu basit hammaddelerden, bu kadar muhteşem ve kemiyet ve keyfiyeten, kâinata numune-yi misâl olacak, “ahsen-i takvîm” sırrında, üzerinde “insan” yazan bir varlığın yaratılışındaki san’at, mükemmellik ve israfsızlık, onu dikkatle tedkik edenler için, “Allahü Ekber!” nidalarıyla karşılık görecektir.
Cenâb-ı Hak aynı sırla kan ve fışkı ortasından insana süt gibi en leziz bir gıdayı ihsan ettiği gibi, yine aynı sırla taş, toprak ve çamurlar arasından âb-ı hayat olan suyu insana ikram etmiştir.
O halde iktisat yaratılış ve fıtratın bir gereği ve mukteza-yı hâle ve yaratılışa muvafık olan ölçü ve hikmette bir zirvedir.
Başta zamanı ölçülü ve verimli kullanma olmak üzere yemede içmede ve sahip olduğumuz bütün maddî ve manevî değerlerimizde muktesit olmamız, bize bu nimetleri verene karşı yapacağımız en mükemmel ve fiilî bir şükürdür.
KUR’ÂN VE SÜNNET’TE İKTİSAT
İktisatlı harekete emir ve israftan nehiy Kur’ân-ı Hakim’de yaratılış hakikatının zirvesine uygun ve mutabık, birçok İlâhî emir ve nehiylerde apaçık yer alır; işte bu nurlu âyetlerden bir kısmı:
“Yiyiniz içiniz; fakat israf etmeyiniz! Çünkü Allâh isrâf edenleri sevmez.” (A’râf Sûresi 7/31)
“Ey îmân edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin! Eğer sâdece Allâh’a kulluk ediyorsanız, O’na şükredin!” (Bakara Sûresi 2/172)
“Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Bununla beraber malını saçıp savurma.” (İsra Sûresi -26)
Bütün maddî ve manevî iş ve ahvalimizde yegâne rehberimiz olan Hz. Resûlullah (asm), sıkıntı ve yokluklarla geçen hayatı boyunca, iktisada bihakkın uyup israftan içtinap etmesiyle, bizim için en büyük numune-i misâldir.
İşte onun hayat ve yaşayış çizgisini gösteren nurlu hadislerinden bir kısmı:
“Canının çektiği ve arzu ettiğin her şeyi yemen, şüphesiz israftır!” (İbn-i Mâce, Et‘ime, 51)
“İnkâr edenler, dünyada sâdece zevk u safâ ederler ve hayvanların yediği gibi yerler! Onların varacağı yer cehennemdir.” (Muhammed 47/12).
Bir keresinde, çokça yiyen bir adam geğirmeye başlayınca, Efendimiz adamcağıza:
“Geğirmeyi bırak. Çünkü dünyada çok doyanlar, kıyamet gününde en uzun müddetle aç kalacak olanlardır” diye uyarmıştır. (Tirmizî, Kıyâmet, 37)
“Âdemoğlu, midesinden daha fena bir kap doldurmamıştır. Belini doğrultacak üç-beş lokma nesine yetmez ki? Eğer insanın mutlaka yemesi gerekiyorsa midesinin üçte birini yemek, üçte birini suyla doldursun. Geri kalan kısmını da rahat nefes alması için boş bıraksın.” (Câmiü’s-Sağir: 3461)
“ON DOKUZUNCU LEM’A”
İnsanlığın geleceğini şekillendirip ona maddî ve manevî refah ve huzuru temin edecek olan, zirvedeki bir ölçü iktisat hakikati. Fitne ve fesat asrı ahirzamanın Kur’ân Tefsiri Risale-i Nur’un 19. Lem’a’sında şöylece zirvedeki yerini alır:
“Birinci Nükte: Hâlık-ı Rahîm, nev-i beşere verdiği nîmetlerin mukabilinde şükür istiyor. İsraf ise; şükre zıttır, nîmete karşı hasâretli bir istihfaftır. İktisat ise, nîmete karşı ticaretli bir ihtiramdır. Evet iktisat hem bir şükr-ü mânevî, hem nimetlerdeki Rahmet-i İlâhiyyeye karşı bir hürmet, hem kat’î bir surette sebeb-i bereket, hem bedene perhiz gibi bir medâr-ı sıhhat, hem mânevî dilencilik zilletinden kurtaracak bir sebeb-i izzet, hem nimet içindeki lezzeti hissetmesine ve zâhiren lezzetsiz görünen nîmetlerdeki lezzeti tatmasına kuvvetli bir sebebdir. İsraf ise, mezkûr hikmetlere muhâlif olduğundan, vahim neticeleri vardır.
İkinci Nükte: (…) İşte mâdem ağızdaki kuvve-i zâika bir kapıcıdır; mîde, cesedin idaresi noktasında bir efendi ve bir hâkimdir. O saraya veyahût o şehre gelen ve sarayın hâkimine verilen hediyenin yüz derece kıymeti varsa, kapıcıya bahşiş nev’inden ancak beş derecesi muvafık olur, fazla olamaz. Tâ ki; kapıcı gururlanıp, baştan çıkıp vazifeyi unutup, fazla bahşiş veren ihtilâlcileri saray dahiline sokmasın. İşte bu sırra binâen, şimdi iki lokma farzediyoruz. Bir lokma, peynir ve yumurta gibi mugaddi maddeden kırk para; diğer lokma, en âlâ baklavadan on kuruş olsa.. bu iki lokma, ağza girmeden, beden itibariyle farkları yoktur, müsâvidirler; boğazdan geçtikten sonra, cesed beslemesinde yine müsâvidirler. Belki, bazen kırk paralık peynir daha iyi besler. Yalnız, ağızdaki kuvve-i zâikayı okşamak noktasında yarım dakika bir fark var. Yarım dakika hatırı için kırk paradan on kuruşa çıkmak, ne kadar mânâsız ve zararlı bir israf olduğu kıyas edilsin. Şimdi, saray hâkimine gelen hediye kırk para olmakla beraber, kapıcıya dokuz defa fazla bahşiş vermek, kapıcıyı baştan çıkarır, ‘Hâkim benim’ der. Kim fazla bahşiş ve lezzet verse onu içeriye sokacak, ihtilâl verecek, yangın çıkaracak, ‘Aman doktor gelsin, hararetimi teskin etsin, ateşimi söndürsün’ dedirmeye mecbur edecek.
“İşte iktisat ve kanaat, hikmet-i İlâhiyyeye tevfîk-ı harekettir. Kuvve-i zâikayı kapıcı hükmünde tutup, ona göre bahşiş verir. İsraf ise; o hikmete zıt hareket ettiği için çabuk tokat yer, mîdeyi karıştırır, iştiha-yı hakîkîyi kaybeder. Tenevvü-ü et’imeden gelen sun’î bir iştiha-yı kâzibe ile yedirir, hazımsızlığa sebebiyet verir, hasta eder.
(…)
Evet iktisat etmeyen, zillete ve mânen dilenciliğe ve sefalete düşmeğe namzeddir. Bu zamanda isrâfâta medâr olacak para, çok pahalıdır. Mukabilinde bazen haysiyet, nâmus rüşvet alınıyor. Bazen mukaddesat-ı dîniye mukabil alınıyor, sonra menhus bir para veriliyor. Demek mânevî yüz lira zarar ile, maddî yüz paralık bir mal alınır.
(…)
İslâm Hükemâsının Eflatunu ve hekimlerin şeyhi ve feylesofların üstadı, dâhî-i meşhur Ebu Ali İbn-i Sinâ, yalnız tıb noktasında başta yer alan âyeti şöyle tefsir etmiş. Demiş: ‘İlm-i Tıbbı iki satırla topluyorum. Sözün güzelliği kısalığındadır. Yediğin vakit az ye. Yedikten sonra dört-beş saat kadar daha yeme. Şifa, hazımdadır. Yâni, kolayca hazmedeceğin miktarı ye. Nefse ve mîdeye en ağır ve yorucu hâl, taam taam üstüne yemektir.”
“İKTİSAT RİSALESİ” DERS KİTAPLARINA GİRMELİ
Son günlerde gazetemizde de yer aldığı gibi, günde 5 milyon ekmek çöpe gidip israf oluyor maalesef. Yiyecek ve gıdaların yüzde ellisi israf oluyor. İsrafa giden kaynakla yüzlerce okul, onbinlerce aç insanı doyurmak mümkün. Bu ve benzeri hadiseler israfın tehlike çanlarının çoktan çaldığını, bermuda üçgeni gibi insanımızı ve insanlığı maddeten ve manen yutmakta olduğunu gözler önüne seriyor. Burada devletin en tepesinden en altına kadar yetkililerin kampanyalar düzenlemesi şart. Fakat şu da açık bir gerçektir ki, bu kadar maddî ve manevî sıkıntılar ve israf içinde bocalayıp perişan olan beşere, iktisadın yüksek hakikatlerini kalbine yerleştirip, israftan içtinap ettirecek yine hakaik-i Kur’âniyedir. Diğer tedbirler pansuman ve geçici tedbirlerdir. Ders kitaplarına 19. Lem’a’nın hakikatlerinin konulup bu milletin çocuklarına ve gençlerine bu hakikatler anlatılıp benimsetildiği gün mesele kendiliğinden çözülecektir.
İktisat mevzuunda yaşadığımız bir hatırayı da sizlerle paylaşmak istiyorum. 19. Lem’a’dan iktisat konusunu işlediğimiz nurlu bir sohbette gençlerle aramızda şöylece bir muhavere geçti:
Ben “İçimizden kaç kişi yemekte doymadan kalkıyor? Kaç kişi abdest alırken en az suyu kullanmak şartıyla, azaları yıkama arasında musluğu kapatıyor? Kaç kişi kuruyan ekmekleri değerlendirmeyerek onlardan vazgeçiyor?” diye sordum. Bu suallere baktım ki, yok denecek sayıda parmak kalkıyor. O zaman Hz. Resûlullah’ın (asm) ömür boyu bir kere dahi doyuncaya kadar yemek yemediğini; “Bir nehrin kenarında bile olsanız suyu iktisatli kullanın” dediğini; 1 litre kadar bir suyla abdest alıp 3 litre civarında bir suyla gusul yaptığı hakikatini paylaştık.
Ayrıca ömrü harp meydanlarında ve memleket hapishanelerinde sıkıntılar içinde geçen Bediüzzaman Hazretlerinin, hayatı boyunca çok az bir gıda ile iktifa ederek minnet altına girmediğini hatırladık.
Ahirzamanın en dehşetli şahıslarının ve iblisin en büyük tuzaklarından birinin beşeri israfa teşvik ederek yoldan çıkarıp maddî ve manevî perişaniyetlere sürüklediği, zamanımızda aynel ve hakkalyakin yaşanan acı bir gerçektir.
O halde farz bir emir olan iktisada riâyet edip, mutlak bir nehiy olan israftan uzak durarak hem rıza-yı İlahiyi kazanalım, hem de şefaat-i Peygamberîye (asm) nail olalım.
Şunu da unutmayalım ki, emr-i İlâhiye ve Sünnet-i Peygamberiyeye uyarak (asm) yaptığımız iktisatlar cennet yemişleri suretinde, israflar ise cehennem zakkum ve azapları şeklinde sahibine ikram ve tevdi edilecektir. Keyfiyet bize ait olup, neticesine de katlanacak olan biziz…
Benzer konuda makaleler:
- İktisat, mânevî bir şükürdür
- Hâlık-ı Rahîm, şükür istiyor
- İktisad ve kanaat, hikmete uygun harekettir
- Hâlık-ı Rahîm şükür istiyor
- İktisat Risalesi ve glisemik indeks
- İktisad niçin önemli?
- Cenab-ı Hak nimetleri mukabilinde şükür istiyor
- Cenâb-ı Hak, nimetleri mukabilinde şükür istiyor
- Lezzet kapıcısı: Kuvve-i zaika
- Her zamanın mühim bir dersi: İktisat Risalesi
İlk yorum yapan olun