![]()
Hayat, tıpkı bir rüya gibi akıp gidiyor. Doğuyoruz, büyüyoruz, var oluyor ve bir gün gözlerimizi açmamak üzere yumuyoruz. Her şeyin bir sonu var gibi görünüyor.
Peki ya bu son, aslında yeni bir başlangıçsa?
O çok korktuğumuz “yok oluş”, aslında varoluşun en büyük sırrıysa?
Dirilmemenin imkânsız olduğunu gösteren deliller, sadece kutsal kitapların sayfalarında değil, bizzat tabiatın kalbinde ve insan ruhunun derinliklerinde gizli.

Tabiatın Diliyle Dirilişin İspatı
Bir düşünün…
Bir bahar sabahı. Kışın çetin ayazında ölü gibi duran ağaç dalları, aniden yeşile bürünüyor. Tek bir damla suyla; ufacık bir tohum, kendini feda ederek kocaman bir çınara dönüşüyor.
Bu, bir mucize değil mi?
Varlığın, yokluktan yeniden yaratılışının en muhteşem örneği. Bir kelebek, hayat döngüsünün sonunda; sıradan bir tırtılken kendini ipek bir mezara hapseder. O küçücük kozanın içinde; varlığı sona erer gibi görünürken; kanatlı bir sanat eserine dönüşür ve gökyüzüne doğru süzülür.
Dirilmemenin imkânsız olduğunu, her tomurcukta, her kelebekte, her doğan güneşte gözlemleriz.
İşte Bediüzzaman Hazretlerinin yazmış olduğu “Haşir Risalesi” bu mucizelerden yola çıkarak; Allah’ın Kudret ve İrade sıfatlarının, insanı yeniden diriltmesinin ne kadar kolay olduğunu anlatır.
Bir bahar mevsimi, binlerce türün, milyonlarca canlının aynı anda dirilişi demektir. Bu, kâinat çapında bir diriliştir.
Bu muhteşem kudret, neden tek bir canlıyı; yani insanı, diriltemesin? İnsanın kalbindeki sonsuzluk arzusu, bir tesadüf olabilir mi? Neden kısa ve fani bir hayat için yaratılmış olsak bile; ebedi mutluluğun hayalini kurarız?
“Haşir Risalesi”nin ilk işareti, bizi evrenin kendisini bir delil olarak görmeye davet eder. Modern bilimle de uyumlu olan bu bakış açısı; kâinatı tesadüfün ve amaçsızlığın bir ürünü olarak görmek yerine; her detayıyla bir sanat ve hikmet eseri olarak tasavvur eder.
Bir harfin kâtipsiz, bir kanunun hâkimsiz olamayacağı gibi; her kelimesi bir kitap olan bu kâinatın da sahipsiz olması imkânsızdır.
Fizikçi ve filozof Paul Davies’in kâinatın şaşırtıcı derecede ince ayarlı olduğunu ileri sürdüğü “ince ayar argümanı” da bu bakış açısını destekler.1
Evrenin temel fiziki sabitleri, hayatın oluşumuna izin verecek kadar hassas bir dengededir. Bu durum, tesadüften çok; bilinçli bir Yaratıcıya işaret eder.
“İkinci işaret” ise, yaratıcının varlığını kabul ettikten sonra; O’nun bizden gizlenmeyeceğini; aksine kendini göstereceğini ve tanıtacağını vurgular.
Bu tanıtım aracı da peygamberlerdir. Kâinat, bir sanat galerisiyse; peygamberler de bu eserin ne manaya geldiğini açıklayan, rehberlik eden rehberlerdir.
Modern psikoloji ve sosyoloji, insanlığın evrensel ahlaki değerlere ve bir üst varlığa inanma eğiliminde olduğunu göstermektedir. Carl Jung’un “arketip” kavramı; dinin ve manevi arayışın insan ruhunun derinliklerinde yatan evrensel bir ihtiyaç olduğuna işaret eder.2
Diriliş Penceresinden İki Kapı: Kerem ve Adalet
Bediüzzaman Hazretleri “ölümden sonra diriliş”in sadece dini bir dogma değil; aynı zamanda Yaratıcının isimlerinin bir yansıması olduğunu açıklar. Bu, dirilişi Allah’ın sıfatları (Kerim, Rahim, Adil, Hakîm, vb.) üzerinden akli bir zemine oturtur.
Mesela:
Bab-ı Kerem ve Rahmet (Kerem ve Rahmet Kapısı): Kâinatta gördüğümüz sonsuz cömertlik ve merhamet, bu dünyayla sınırlı olamaz.
Çünkü “Nihayetsiz kerem nihayetsiz ikram ister.” Bu dünyanın sınırlı mükâfatları, Allah’ın sınırsız cömertliğinin tam bir yansıması olamaz. Bu sebeple, sonsuz bir ikram yurdu; yani cennetin varlığı zorunlu hale gelir.
Bab-ı Adalet ve Hikmet (Adalet ve Hikmet Kapısı): Dünyadaki adaletsizlikler; zalimlerin cezasız kalması; mazlumların acı çekerek göçüp gitmesi; ilahi adaletin bu dünyada tam olarak tecelli etmediğini gösterir.
Bu, adil bir mahkemenin; bir hesap gününün mutlaka var olması gerektiğini ispatlar. Bu görüş, evrensel adalet duygusunun ve vicdanın da bir yansımasıdır.
Bilimin Işığında Yeniden Diriliş Mümkün mü?
Modern bilim de, yeniden dirilişin mantıki bir imkân dâhilinde olduğunu gösteren ilginç ipuçları sunar.
Termodinamiğin İkinci Yasası: Kâinatın entropisinin (düzensizliğin) sürekli arttığını söyler. Ancak hayat, bu genel eğilime karşı koyan bir “anti-entropi” durumu sergiler. Canlılar, kendi içlerinde düzeni korur ve hatta artırır.
Biyolojinin bu şaşırtıcı özelliği; hayatın rastgele bir tesadüf değil, bir amaç ve düzenin ürünü olduğunu düşündürür. Canlılığı var eden Kudret, onu yeniden yaratmaya elbette muktedirdir.
Hafıza ve Bilgi Korunumu: Fizikte bilginin asla kaybolmadığı (bilgi korunumu ilkesi) temel bir prensiptir.3
Kâinattaki her bir atomun, her bir parçacığın bilgisi saklıdır. Canlı organizmaların yapısı, DNA’daki genetik kodlarla detaylı bir şekilde korunur. Canlılığı oluşturan en temel yapıtaşlarının bilgisini muhafaza eden bir kudret; bu bilgiden hareketle canlıyı yeniden inşa etmeye elbette kadirdir.
Bugün bir canlının DNA’sına bakarak onun bütün özelliklerini anlayabiliyorsak; kâinattaki her bir atomun bilgisine sahip olan Yaratıcı, bizi yeniden yaratamaz mı?
Uyku ve Ölüm Benzerliği: Uyku, Kur’an’da “küçük ölüm” olarak nitelendirilir. Bedenimiz hareketsiz kalır. Bilincimiz geri çekilir ve fiziki duyularımız neredeyse tamamen durur.
Ancak sabah olduğunda, aynı bedende; aynı bilinçle yeniden uyanırız. Bu deneyim, ölümün bir yok oluş değil; yalnızca bir durum değişikliği; ruhun bedenden geçici olarak ayrılışı olduğunu gösteren güçlü bir kanıttır.
Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadisinde, uykuya yatarken “Allah’ım, senin isminle ölüyor ve diriliyorum” demeyi tavsiye etmiştir.4
Bu benzetme, ölümden sonraki dirilişin de en az uykudan uyanmak kadar doğal ve kaçınılmaz olduğunu vurgular.
Kur’an-ı Kerim’in ve hadis-i şeriflerin uyku ve ölüm arasındaki benzerliğe yaptığı vurgu; ölümün bir yok oluş değil, bir geçiş süreci olduğuna dair en güçlü metaforlardan biridir.
Tıpkı her sabah uyandığımızda, bilinç ve irademizin yeniden canlanması gibi; ölüm de ruhun bedenden ayrılması ve bir süre sonra yeniden canlanması olabilir.
Günümüzde modern tıp, “klinik ölüm” anında bile beyin aktivitesinin tamamen durmadığına dair bulgular elde etmiştir. Bazı araştırmalar, ölümden dönen hastaların “beden dışı deneyimler” yaşadığını rapor etmektedir.5
Bu tür deneyimler, ruhun bedenden bağımsız bir varlık olabileceği fikrini destekler.
Ölüm, hep son gibi görünse de, aslında bir kapıdır. Bu kapının ardında sonsuz bir hayat, ilahi adalet ve sınırsız rahmetin bizi beklediğine dair sayısız işaret vardır.
Felsefe ve bilim, bu işaretleri anlamlandırmaya çalışırken; inanç ise bize bu kapıdan cesaretle geçme gücünü verir.
Tabiat, her an bize dirilişin muhteşem bir provasını sunar.
Kışın cansız gibi görünen bir ağaç; bahar geldiğinde yeniden filizlenir. Çiçek açar ve meyve verir. Toprağa atılan bir tohum; kendi varlığını feda ederek yepyeni bir cana, upuzun bir fidana dönüşür.
Hayat, döngü şeklinde bir ritimle; sürekli olarak ölümden doğuşu, sonlanıştan başlangıcı gösterir.
Bu döngü; sadece bitkilerde değil, hayvanlar âleminde de gözlemlenir.
Kelebeğin tırtıldan, çirkin bir kozadan çıkıp kanat çırpması; adeta ölümden sonraki dirilişin minyatür bir örneğidir.
Kuşların göç etmesi, hayvanların kış uykusuna yatıp baharla birlikte yeniden canlanması; bu dirilişin ne kadar kâinata uygun ve sistemli bir yasa olduğunu gösterir.
Bütün bunlar; her bir zerrenin ve canlının Yüce bir Kudret’in kontrolünde olduğunu ve O’nun, dilediği zaman dirilten ve öldüren olduğunu ispatlar.
Bu gerçeklik, Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilir:
“O’nun ayetlerindendir ki; yeri donmuş, kurumuş görürsün. Sonra onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir ve kabarır. Şüphesiz ki; onu dirilten, ölüleri de elbette diriltecektir. Çünkü O, her şeye kadirdir.” (Fussilet Suresi, 39. ayet).
Bu ayet, toprağın canlanması ile insanın dirilişi arasında doğrudan bir bağ kurar. Kışın ölüp baharda dirilen yeryüzü; toprağı canlandıran kudretin, insanı da dirilteceğinin somut bir delilidir.
Yeryüzünde her an yaşanan diriliş örnekleri; ilmi gerçekler ve ilahi beyanlar; bize dirilişin imkânsız değil, aksine kaçınılmaz bir gerçeklik olduğunu gösterir.
Sonsuz bir kudretin, bir damla sudan harikulade bir insanı; bir avuç topraktan rengârenk baharları yaratması; O’nun için hiçbir zorluk teşkil etmez.
Ölümlü ve sınırlı dünyamızda bile sürekli yeniden yaratılışın örneklerini görüyorken; insanın sonsuz hayatının başlamaması; Allah’ın Kudret’ine, Rahmet’ine ve Adalet’ine zıt bir durum olurdu.
Dolayısıyla, “yeniden dirilmemek mümkün müdür?”
Sorusunun cevabı; kâinat kitabının her sayfasında, modern bilimin her keşfinde ve kalbimizin derinliklerindeki her umutta net bir şekilde yazılıdır:
“Hayır, mümkün değildir. Diriliş, hayatın en büyük vaadi ve kâinatın en büyük kanunudur.”
Bediüzzaman Hazretlerinin de işaret ettiği gibi; Yaratıcı, vermek istemediği bir şeyi bize asla isteme duygusu olarak vermezdi. Bu, insanın içindeki sonsuzluk özlemidir ve bu özlem; ancak ebedi bir hayatla giderilebilir.
Hayatımıza anlam katan tüm güzellikler, duyduğumuz sonsuz merhamet ve adalete duyduğumuz özlem, ancak dirilişle tam anlamıyla karşılık bulur.
Tıpkı bir ressamın tablosunu sadece fırça darbelerinden ibaret bırakmayıp ona anlam yüklemesi gibi; kâinatın sanatkârı olan Kudret, bu mükemmel sanat eserinin de bir anlamı ve devamı olduğunu bize gösterir.
İçimizdeki adalet duygusu da dirilişin kaçınılmazlığını gösterir. Dünya, sıklıkla adaletsizliklerin yaşandığı bir sahnedir. Bazen en iyi insanlar en çok acıyı çekerken, en kötü insanlar sefa sürer.
Eğer ölüm her şeyin sonuysa, bu adaletsizlik nasıl açıklanabilir?
Vicdanımız, bir şeylerin yanlış olduğunu haykırır. İşte tam bu noktada, akıl ve kalp birleşir ve Haşir Risalesi’nin vurguladığı gibi; ilahi bir mahkemenin, bir hesap gününün kaçınılmaz olduğu sonucuna varırız.
Adalet, dirilişi zorunlu kılar. Dirilmemek, varlığın anlamsız ve adaletsiz bir düzen üzerine kurulu olduğu anlamına gelir ki; bu, kâinatın muhteşem nizamı ve ahengiyle tamamen çelişir.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “Kendi yaratılışını unuttu, Bize misal getirmeye kalktı: ‘Çürümüş kemikleri kim diriltecek?’ diye”; “Sen de ki: İlk defasında onu kim yarattıysa O diriltecek. O her şeyin yaratılışını bilendir.” (Yasin Suresi; 78,79. ayetler) buyrulmuştur.
Bir şeyi yeniden yaratmak; onu yoktan var etmekten çok daha kolaydır. Yokluğa “ol” diyen bir Kudret için, var olanı yeniden bir araya getirmek; adeta bir baharı getirmek kadar kolaydır.
Gecenin ölümünden sonra doğan yeni gün… Tohumun toprağın karanlığında can bulması… Ve içimizde hiç bitmeyen o sonsuzluk aşkı… Hepsi, varoluşun en büyük sırrını seslendiriyor:
“Yeniden dirilmemek imkânsızdır.”
Bu evrensel kanun, sadece bir inanç meselesi değildir. O, kâinatın vicdanında yazılıdır. Ve aklın en temel gereklerindendir. Varlığın tüm işaretleri… Göklerden yere kadar… Fani dünyadaki her bir zerreden… Sonsuzluğa uzanan her bir ruh zerresine kadar… Hep birlikte haykırıyor:
“Diriliş, varoluşun en büyük vaadidir.”
Ve bu vaat… Tüm kudretiyle… Tüm adaletiyle… Tüm merhametiyle… Her an tecelli etmeye hazırdır. Bu yüzden, dirilmek; en az doğmak kadar hakikat ve en az nefes almak kadar kesin bir sondur.
Unutmayın… Ölüm… Bir yok oluş değil… Yalnızca bir kapıdır. Ve o kapıdan içeri girmemek…
Asla mümkün değildir.
Dipnotlar:
1- Paul Davies, The Goldilocks Enigma: Why Is the Universe Just Right for Life? (2006). Bu kitapta Davies, evrenin fiziki sabitlerinin hayat için şaşırtıcı derecede hassas olduğunu ve bu durumun tesadüfen açıklanamayacağını savunur.
2- Carl Gustav Jung, The Archetypes and The Collective Unconscious (1959). Jung, din ve mitolojideki evrensel sembollerin insanlığın ortak bilinçdışında var olan “arketip”lerden kaynaklandığını belirtir.
3- Stephen Hawking, A Brief History of Time. Hawking, fizik ve evrenin temel ilkelerini açıklarken, bilginin asla kaybolmadığı prensibine değinir. Evrendeki her parçacığın durumu ve bilgisi, bir anlamda “saklı” kalmaktadır. Bu da, diriliş gibi bir yeniden inşa sürecini teorik olarak mümkün kılar.
4- Hadis-i Şerif: Buhari, Tevhid 13; Ebu Davud, Edep 98; İbn Hanbel, Müsned, 2/79; Suyûtî, Cammiu’s- sağir, no: 2173. Bu hadisler, uyku ile ölüm arasındaki paralelliği vurgulayarak, ölümün bir son değil, yeni bir başlangıç olduğuna işaret eder.
5- Sam Parnia, What Happens When We Die? A groundbreaking study of human consciousness and the afterlife (2018). Parnia ve ekibi, kalp durması sonrası hayata dönen hastalarla yaptıkları araştırmalarda, bilincin ölüm anında bile devam edebileceğine dair bulgular sunmuş.
Benzer konuda makaleler:
- DNA ve genetik kotların Risale-i Nurdaki yansımaları
- Yapay zeka ile inanç üzerine bir konuşma
- Risale-i Nurda “RUH” kavramına farklı bir bakış
- Diriliş müjdesi