Ölülerle konuştuk

Çok uzaklarda mı kalmıştı size ölüm? Varlığını unutmuş, dünyaya dalmış gidiyor muydunuz? 301 kişi… Dile kolay. Ürpertiler sarıverdi birden. Sahi siz de duydunuz mu etrafınızda “Bugün uyku uyuyamadım” diyenleri. “Evet evet” dediğinizi duyuyor gibiyim, zira Türkiye’de gündem: Ölüm…

Belki de manevî hastalıkların pençesine takılmış, namazı terk etmiş, kabri unutmuş, aldatıcı dünya lezzetlerine dalıp, ahiret hayatımızı zedelemiştik ki; “Ölüm var!” sesi ile uyanıverdik. O zaman anladık. Evet, hiç şüphesiz ölüm var. “Bilmüşahede, göre göre, gayet süratle, sağa ve sola inhiraf etmeyerek [sapmayarak], ihtiyarsız bir tarzda, vefat eden ahbap ve akran ve akaribim[iz] gibi, kabir kapısına yanaşıyoru[z].”1

Soma’da “Küllü nefsin zâikatu’l-mevt. Sümme ileynâ turceûn.” [Bütün nefisler ölümü tadıcıdır. Sonra Bize döndürüleceksiniz.] âyeti yankılanıverdi birden. Ölümden kaçarken, ölümün pençesine nasıl da takılıvermiştik şimdi? Evet, her canlı ölümü tadacaktı. Bu elim hadisenin sorumluları da, anarşizmi körükleyenler de ve bizler de…

Sevdiklerimizi yokladık hemen; acaba yanı başımızdalar mı diye? O ana kadar unuttuğumuz birçok insan vardı ki; birden aklımıza geliverdiler. Ölümden korktuk. Peki ya ölüm…

Ölülere sordunuz mu ölülere? Doğru ya ölümü en iyi onlar bilir. 301 kişiye ya da ne bileyim vefat etmiş en yakınınıza. Geliniz sizinle fikren onları dinleyelim.

Evet, şimdi ölüler konuşuyor:

Sizlere, bu hadisenin yer yer ifrat boyutunda elem vermesinin asıl sebebi; bizlerin âdeta bir ecel cellâdı ile başlarımızın kesilip hiçliğe atıldığı hissinin sizlerde uyanmasıdır. Oysa ki “Biz ölmemişiz ve ölmeyeceğiz, yine sizinle görüşeceğiz” (11. Şuâ) Kısa bir yolculuğa çıktık. Hayat vazifesinden terhis edilip, hayat-ı fânîden hayat-ı ebediyeye gidiyoruz. “Saadet-i ebediye saraylarında hadsiz rahmeti ve keremi bulunan ve her bahar ve yazı birer sofra yapan ve nimetlerle dolduran bir Rahmân-ı Rahîm-i Zülcelâli ve’l-İkramın ziyafetleri(nin) kurul(duğu) ve ihsanlarının sergileri açıl(dığı)… bir mekânda sizleri bekliyor olacağız.” (bkz. Age). Bizlerin yok olduğunu düşünmeyiniz! Korkmayınız şu yaşadıklarımızdan! Zira her şeye sadece ol demesi ile oluveren bir Cenab-ı Hak varken korkuya yer olur mu? Sizler, “İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciûn”2 [Ondan geldik yine ona döneceğiz] deyip kalben emin olmuş bir vaziyette Rabb-i Rahim’e itimat ediniz. Rahat olunuz, bizleri merak etmeyiniz. Bizler, rahmeti her şeye kuşatan bir Rahim olan Allah’a döndük.

Ama sizlere birkaç şey daha söylemek isteriz. Bugün bizler nasıl ki aslî mekânımıza döndük, gün gelecek sizler de döneceksiniz. Bu sebeple hazırlanınız, her an çağrılabilirsiniz. Buralara tedariksiz gelmeyin. Unutmayınız “iman mukabilinde, (bulunduğunuz) zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlarla müzeyyen ve bâkî ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek dâvâsı başınıza açılmış. Eğer imân vesikasını sağlam elde etmezse(niz) kaybedeceksiniz. Ve kaybettiğiniz bu davanın yerine bütün dünya saltanatı verilse hiç doldurabilir mi?

Buraya ne paranız gelir ne de güzelliğiniz. O yüzden buraya getirebileceğiniz şeyleri tedarik etmeye çalışınız. Meftunu olduğunuz dünyaya ait sevgiler sizlere Allahaısmarladık bile demeden çekip gidecekler. Bizler “katî bir yakîn ile anladı(k) ki, hâliktir gider ve fânidir ölür.”3 Bir gün kabre girdikten sonra her şey sizi bırakır, bilmüşahede gördük ki, O’ndan başka melce ve mence yok. Unutmadan bizler için bir şey yapmak isterseniz, bize bir Fatiha gönderiniz ve ölümü asla unutmayınız. Hem ölmekten de korkmayınız. Hani hatırlar mısınız? Birgün Azrail (as) Hz. İbrahim’in (as) canını almaya gelmiş. Bunun üzerine Hz. İbrahim (as) de demiş ki: “Dost, dostun canını alır mı?” Allah u Teâlâ da, Azrail’e (as): “Söyle o kuluma” demiş, “Hiç dost, dostuna kavuşmak istemez mi?”

Allah’ım, kalplerimizi imân ve Kur’ân nuruyla nurlandır. Bizi Sana tevekkül edenlerden kıl. Bizi nefsimizin eline bırakma. Bizi, koruyuculuğunla muhâfaza eyle. Bize ve erkek, kadın bütün mü’minlere merhamet et. Amin…

Dipnotlar:
1- B. Said Nursî, Lem’alar, Yeni Asya Neş, s. 133
2- Bakara Suresi: 156.
3- B. Said Nursî, Lem’alar, Yeni Asya Neş, s. 133

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*