Ölü(mü) gördüm!

Ölüm…
Adı ne kadar da uzak… Ve kendisi bir o kadar yakın… İçimi ürpertecek, mağrur başımı ensesinden kavrayıp diz çöktürecek kadar güçlü… Öyle ki, içinde bulunduğum ve bulunacağım bütün zaman ve mekânda sürüyor hükmü.
Ne tuhaf! İnsan, hakikatini bildiği bir olgudan ürker mi? Titrer mi elleri? Şah damarı kadar yakınında olanı, Kaf Dağı kadar uzağında görür mü? Ah biçare insan! Bu haliyle kaçacağını zanneder ezeli yazgıdan…

Ölüm… Unutmanın aynasında mutlu sanırken kendimi, genç bir yaşa değdiğinde bir kuş alacak sanırım kalbimi. Olduğum yere yığılırken, “Hani dün görmüştüm, daha az önce bir şeyler konuşmuş, hayata dair planlar kurmuştuk” diyecek oluyor dilim. Anlıyorum anlatamamanın düğümünde: İnsan kurar, kader güler…

Salâ sesi kulaklarıma değdikçe, sanki “Ölüm var, ölüm/Ölün de görün!” diyor, soğuk bir ses. “23 yaşındaymış” derken biri, yarınlar fersah fersah uzaklaşıyor sanki. Aldanmış meğer “Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden” diyen şâir. Zira yıldırım yayılımı gibi kol geziyor ölüm yaşlı genç demeden. İşte, “Henüz, bir aylık öğretmenmiş” derken öteki, tul-i emel sönüyor hayal perdesinde. Ne desem, eksik kalıyor dilimde. Dahası, “Ölüm yakışmadı” hayıflanmaları arasında, donakalıyorum daha genç sandığım ömrümün baharında.

Nedense gözlerim üçüncü sayfa haberlerine takılıyor. Bugünlerde ölenler yaşıtlarım. Ömrümün orta yerinde, her nefes ölümün kucağına itiyor sanki. Kulağımda uğultu makamında bir türkü: “Ölüm Allah’ın emri de bu ayrılık olmasaydı”…  Susuyorum…

“Kızım daha çok küçük, bensiz ne yapar?” diyorum. Yüreğim sızlıyor. “Peki ya annem bensiz ne yapar? Nasıl yaşar? Ve hayat arkadaşım… Bensiz ne yapar, bu koca dünyada?” türünden sayıklamalar titretiyor bam telini ruhumun. 
Titriyor, ruhum. Yanıldığımı fısıldıyor inceden inceye… “Tedbirini terk et, takdir Hüda’nındır” nidası konuyor süveydasına kalbimin. Kızım bensiz de büyüyor zira. Gülüyor, seviyor, ağlıyor. Büyüme ve gelişme aşamalarında yapması gerekenleri bensiz de yapacak. Annem, hayat arkadaşım çok üzülecek belki; ama yaralarına zamanı sarıp, kabuk bağlamasını bekleyecekler unutmanın aynasında. Ve ben öldüğümle kalıyorum. Hâsılı, ölen heybesine doldurduklarıyla gidiyor: Sevabıyla, günahıyla… Geride kalanlar içinse, hayat devam ediyor.

Belki de hepimizi yanıltan bu. Bizsiz olmayacağını sandığımız ve bu sebeple ertelediğimiz, unuttuğumuz hayatın içindeki ayrıntılarımız. Yaşamamız gerekenler ve bir başkası ya da başka bir şey için ertelediğimiz mutluluğumuz… Ve en önemlisi, bahanelere sığınıp ihmal ettiğimiz ibadetlerimiz, itaatimiz ve dahi Allah’ın rızası…
Vazgeçilmez olduğumuzu sanırken, bir de bakıyoruz ki hakikat hiç de öyle değil. Zira ezelî kanun dairesinde herkes yaşayıp gidiyor. Ardımızdan kalan cümle ise: “Ölenle ölünmüyor.”
Belki de hakikat şu: Ölmek kolay, zor olan, “İmanım tutuşmuş, yanıyor” veciz sözünde ifadesini bulan âhir zamanda yaşamak…  Herkese ve herşeye rağmen…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*