Ölümünün 50. yıldönümünde Said Nursî

YENİ Asya Gazetesi’nden arkadaşlar arayıp hatırlatmasalardı Bediüzzaman Said Nursî’nin ölümünün 50. yılına ulaşıldığını hatırlamayacaktım (23 Mart 1960).

Ben bugün Said Nursî hakkındaki görüşümü yazmak istiyorum.

Dedikodu yapmak ile siyaset yapmanın birbirine karıştırıldığı ülkemizde, katıldığım tartışmalardan en fazla kendimin sıkıldığı bir ortamda Said Nursî gibi kim olduğu tam anlaşılmadan ya tabu ya da şeyh muamelesi gören bir insanı kendi açımdan değerlendireceğim. Hem de bunu bu yazının bile siyasete çekileceğini ve bir sürü dayak yiyeceğimi bile bile yapacağım!

«««

(…)

Beni Said Nursî bir mütefekkir (fikir adamı) olarak ilgilendiriyor ve onun 20. yüzyılda bu topraklarda yetişmiş en önemli fikir adamlarından birisi olduğuna inanıyorum.

Said Nursî “din” ile “bilim”in zıt çalışmalar olmadığını, tersine birbirlerini tamamlayan öğretiler/yaklaşımlar olduğunu keşfeden nadir düşünürlerden birisidir.

Ben de kendisi ile aynı kanaatteyim, farkın sadece metodolojide oluştuğu görüşündeyim. Tabii ki bilimsel düşünce metodolojisi ile ilahi düşünce metodolojisi farklı şeylerdir. Genellikle dünyayı din yolu ile kavramak isteyenler bilimsel metodolojiden, bilim metodolojisi ile kavramak isteyenler ise dini metodolojiden uzak kalmışlardır. Hatta, birbirlerini reddetmişlerdir.

Said Nursî’nin önemi bu reddiyenin reddine dayanır!

«««

Dini çalışmalar varlıkların içi (ruhu) ile ilgilenir, bu konuda açıklamalarda bulunurken, adeta varlıkların dışı (mekaniği/fizyolojisi) olduğunu unutmuştur.

Bunun tersi de aynen geçerlidir.

Varoluşu evrime bağlayan yaklaşım varoluşun ilk adımını açıklamayı bilimsel olmayan/hayali bir yaklaşımla (büyük patlayış) yapmış, varoluşu Yaradan’a bağlayan yaklaşım ise milyonlarca yıl sonra bile yaratılan her şeyin bugünkü hali ile yaratıldığı inancı ile evrilmeye sırtını dönmüştür.

Hem bir ilk Yaradan’ın, hem de onun koyduğu yasalar ile evrilmenin (zamanın değişen şartlarına uyarak değişmenin) mümkün olduğunu düşünen felsefi akımlar yok denecek kadar azdır.

«««

Said Nursî’nin fikri dünyası işte bu noktada köprü vazifesi görmektedir.

O, Kur’ân’ın ayetleri kadar fizik, kimya, biyoloji vb. bilimlerin yasalarının da Yaradan’ın eseri olduğu görüşünü, ayrıca bilimin insanların dünyevi refahını temin ettiği gerçeğini kabul etmiştir. Böylelikle, bir din âlimi olmasına rağmen, hem insanların dünyevi ihtiyaçlarının varlığına, hem de bu ihtiyaçları gidermenin yolunun bilimsel çalışmalar olduğuna inanmıştır. Bediüzzaman, kendi deyimi ile, İslam coğrafyasının merkezinde bir üniversite kurarak “din ilimleriyle” “fen bilimleri”nin birlikte okutulmasını daha 1907’de teklif etmiştir…

Müslümanların çağdaş medeniyet seviyesine çıkabilmelerinin tek yolunun fen bilimlerinin öğretilmesi ve öğrenilmesinden geçtiğini 100 sene önce ilan ederek bu toprakların Müslümanları’na yepyeni bir çığır açmıştır.

«««

Dilerim, Said Nursî ölümünün 50. yılında bir mütefekkir olarak da değerlendirilir!

Cüneyt Ülsever Hürriyet, 10.3.2010

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*