Önce İftira Ettiler, Şimdi İtiraf Ediyorlar, Yarın Sahip Çıkacakalar

Gazeteci-anchorman Mehmet Ali Birand’ın sözleri hala tartışılıyor. Tartışılmalı da.

Ne diyordu? Şunu: “Atatürk’ün kurduğu ve askere emanet ettiği, Laik Türkiye cumhuriyeti’nin yıllar boyunca iki düşmanı oldu. Ticaniler ve Kürtler.

“İrtica, en çok konuşulan en fazla üstüne gidilen düşman idi. Gazetelerde hep sakallı adamların resmi çıkar ve ‘iki Ticani daha yakalandı’, haberleri okunurdu. Siyah çarşaflı kadınlar, ‘karafatma’ diye adlandırılırdı. ‘Mümin’-‘Dindar’ kişilerle, ‘Dinciler’ arasında bir fark gözetilmezdi. Bu kesim, bizlerin kurduğu sistenin en büyük düşmanı olarak görülürdü. Aramıza girmelerine tahammülümüz yoktu. Hiçbir şekilde onları anlamaya çalışmadık.” (Posta)

Biz yıllardır bunu zaten yazıyoruz. Ama ipleyen yoktu. “Merdi Kıpti şecaat arzederken sirkatini söyler” hesabı… Mehmet Ali Birand itiraf edince kıymete biniyor demek.

Cumhuriyetin kuruluşundan beridir “dindarlara” yapılan baskı ve zulümün haddi hesabı yok.

İki örnek sunmak istiyorum. İskilipli Atıf Hoca ve Bediüzzaman Said Nursi hazretleri.

*

Imageİskilipli Atıf Hoca Cumhuriyet dönemi öncesi yazdığı eserden dolayı sehpaya gönderilmişti.

Hatta tutuklu olduğu dönem, bir arkadaşı ziyaretine gelerek “Sonunu nasıl görüyorsun?” diyerek sorar. Atıf hoca gayet emin, “Cürüm bulunmadı ki, ceza verilsin. Tabii beratımı umuyorum” der.

Tek kişilik hücreden çıkarılıp 8. koğuşa nakledilişini de buna bağlıyordu Atıf Hoca. Ümitliydi gerçekten.

Bolu’lu Nizamettin Saraç bey anlatıyor:

“Zannedersem, 1926 veya 27 seneleriydi.O sıralarda vazifem icabı Ankara’da bulunuyordum. Genç olmama rağmen İstiklal Mahkemelerini takip için verilen vesikalardan birini elde etmiştim. Bununla imkan buldukça celseleri(duruşmaları) takip ediyordum. Bir tesadüf eseri olarak Atıf Hocanın mahkemesinde de bulundum. Muhakemeyi reis sıfatıyla Kel Ali adıyla maruf Ali Çetinkaya yürütüyordu. Büyük bir hışımla hocaya dönerek, ‘Sen şapka aleyhinde bulunmuşsun!’ dedi.

“Hoca sakin ve vakur bir tavırla: ‘Evet efendim. Şapka kanunu çıkmadan iki gün önce, şapkanın bir Müslüman kisvesi olmadığına dair bir risale yazmıştım’ dedi. Kel Ali, ‘Şimdi ne yapıyorsun?’ diye sordu. Hoca, ‘Kanunlara itaat ediyorum’ cevabını verdi. Bunun üzerine Kel Ali hiddetle bağırarak: ‘Sen bilmiyor musun ki şapka da bezdir, fes de bezdir’ deyince hoca sükunetle: ‘Evet biliyorum. Ancak hey’et-i hakimin arkasındaki bayrak da bezdir, lütfen o bezi kaldırınız da yerine bir İngiliz bayrağı asınız’ karşılığını verdi. Kel Ali hiddetlenmişti. ‘Ne diyorsun?’ diye bağırdı. Hoca: ‘Şapka bir alamettir, adet ile alamet arasındaki farkı düşünerek o risaleyi yazmıştım.’ Dedi. Bunun üzerine celse tatil olundu ve savunmasını yapmak için mahkeme bir gün sonrasına ertelendi.”

Hatırladınız. Bu sahneyi usta yönetmen Mesut Uçakan “Kelebekler Sonsuza Uçar” filmiyle izleyenlere aktarmıştı. Filmin unutulmaz repliği idi bu sözler… Böylelikle hafızalara kazındı.

Atıf Hoca müdafaasını bizzat okumuş. Ama karar kaçınılmazdı. İdam edildi.

Atıf Hocanın yakın arkadaşı Tahir Mevlevi o günleri şöyle anlatır:

“Birdenbire gözüme ilişen bir manzara, beni olduğum yeri mıhladı. Evet, eski Meclis önündeki meydanın ortasına iki tane sehpa dikilmiş, onların arasına da beyazlar giydirilmiş iki vücut çekilmişti. Yüzleri diğer tarafa müteveccih olan bu cesetlerden birinin Atıf efendi olduğu, boyunun uzunluğundan ve hala görünen metin vaziyetinden anlaşılıyor, o ref’i (yüksek) vaziyetiyle merhum hayatındaki halinden yüksek görünüyordu. Bilaihtiyar gözlerimden yaşlar akarken, dudaklarımdan da ‘Uluvvün fi’l hayati ve fi’l memat. Le-hakkun ente ikdü’l mucizat’ (Sen hayatta da, ölümünde de yücesin. Gerçekten sen mucizelerden birisin) beyti döküldü.”

*

Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerinden Mustafa Sungur yıllar sonra anlatıyor: “Büyük Doğu”da neşredilen, İskilipli Atıf Hoca’nın başına gelenleri anlatan yazıyı Üstad’a okuyordum. Bir ara baktım, Üstad gözlerini siliyordu.”

Evet, Cumhuriyet dönemi mağdurlarından biri de “hakiki Cumhuriyetçi” olan Bediüzzaman Hazretleri’ydi. Bediüzzaman Hazretleri kendisinin “dindar bir Cumhuriyetçi” olduğunu Eskişehir Mahkemesinde ifade etmiştir.

“Hulefa-i Raşidin; hem halife, hem reisicumhur idiler. Sıddik-i Ekber (r.a.) Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reisiscumhur hükmünde idi. Fakat, manasız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mana-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler” diyerek sistem olarak Cumhuriyet’i “manasız isim ve resimden iberet olmamak” (Şualar, s. 317) kaydıyla savunmuştur.

*

Bediüzzaman Cumhuriyet adı altında baskılara, keyfiliklere ve dinsizliklere hayatı boyunca sürekli biçimde şahit olduğundan mevcut uygulamayı Denizli Mahkemesinde eleştirerek, dönemin reislerine, “Sizi iğfal eden ve adliyeyi şaşırtan ve hükumeti bizimle vatana ve millete zararlı bir surette meşgul eyleyen muarızlarımız olan zındıklar ve münafıklar, istibdat-ı mutlaka ‘cumhuriyet’ namı vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahet-i mutlaka ‘medeniyet’ ismi vermekle, cebr-i keyfi-i küfriye ‘kanun’ ismini takmakla hem sizi iğfal, hem hükumeti işgal, hem bizi perişan ederek, hakimiyet-i İslamiyeye ve millete ve vatana ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar” (Şualar, s.256) demiştir.

*

Ama mevcut sistem Bediüzzaman Said Nursi’yi de öğütmeye çalışmış, başaramamıştır. Bediüzzaman maddi ve manevi işkenceye tahammül göstermişti.. Suçsuz yere hapse atılması bir yana, zehirlemişlerdi. Soğuk ve tek kişilik hücrede buz gibi odada adeta ölsün diye beklediler. Allah’ın inayetiyle bu gerçekleşmedi. Ancak hapishaneler medrese-i Yusufiyeye tebdil olundu. Şer hayra döndü. Metanet ve sabırla bu ülkenin inşasına hapishanede de olsa, devam etti. Mehkeme heyeti, Bediüzzaman’ı idamla yargılamasına rağmen, hep beraatını netice verdi.

*

Devlet zulmetti, gazeteler alkışladı. Dönemin kudretli gazetesi Cumhuriyet, ha bire yakalanan dindarları afişe etti. Sanki terörist yakalanmış gibi manşete taşıdı. Ama gün geçti devran döndü. Şimdi itiraflar tek tek geliyor. Çünkü sistem artık eskisi gibi değil. “Demokrasi adına, darbelerle ince ayar yaptırdık” diyen Birand gibi gazeteciler şimdilerde “günah çıkarma” telaşına girdi nedense.

İftira, itirafı… İtiraf yarın sahiplenmeyi beraberinde getirirse şaşmayın.

Yani, bu itiraflardan sonra değil “muhafazakarlık”ta “Cumhuriyet düşmanları(!)”na bile sahip çıkacaklardır. İnanın o günler çok uzak değil.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Boylelerinin derdi davasi mideleri ve sosyal hayattaki rahatlaridir, veyahut aliskanlik haline gelmis yani koliklige yukselmis,kalabalikla olma ruh halidir. Eger ufo lardaki seyyahlar gercek olsalar ve anadoluyu zapt etseler , bir yolunu bulur gundemin icine otururlar.Ufocu olurlar.Herkes bir is icin halk edilmis.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*