Önyargı duvarları!

Evet, “peşin hüküm” olarak da dilimize doladığımız “önyargı” öyle bir belâdır ki, insanın başına hiç yoktan dert açar, olmadık belâlara dûçar eder.

Toplumun en küçük kurumu olan aileden tâ en geniş kitlelere kadar fertler arasındaki iletişimi zedeler, tahrip eder, bitirir. Barışa ve dostluğa uzanan yollar üstünde engeller oluşturur, duvarlar ördürür.

Sadece fertler, gruplar, kurumlar ve cemaatler bazında kalmayıp, devletler ve milletler arasında da menfî rolünü icra eder..

Nefis ve şeytanın telkinleriyle kalpte zaten çok kolay oluşan “su-i zan” hastalığına bir de “önyargı” eklenirse, artık dedikodu, hased ve gıybetin oluşturduğu duvarlar aşılmaz hale gelir maazallah!

İnsanları önyargılı (peşin hükümlü) hareket etmekten kurtarmak, toplum içinde meydana getireceği zararların önüne geçmek başlı başına bir eğitim meselesidir. Her ne kadar ailede, okullarda, din ve ahlâk dersi veren kurum ve kuruluşlarda, cemaatler içinde her türlü kötü tutum ve davranışlar gibi “önyargı”nın da zararlarından sakındırılmaya çalışılıyor.

Lâkin bugün gelinen noktada bu “önyargı” öyle bir boyut kazandı ki, bunun önüne geçmek büyük çoğunluğun kapsama alanında neredeyse imkânsız hale geldi.

Çünkü bu ÖNYARGI büyüye büyüye devlet oldu, hükûmet oldu!. İçim “cız” ederek sarfettiğim bu cümleden “Devlet-i Ebed Müddet” ünvanına lâyık olan devletimizin şahsiyet-i manevîyesini ve hükümetlerin millet adına olan hükmî şahsiyetlerini tenzih ederim. Lâkin bu iddiamızın kuru bir iddia olmadığı, sesini çıkaran-çıkaramayan herkesçe malûmdur, inkârı kabil değildir.

İşte bakınız, demokratik cumhuriyet sisteminin olmazsa olmazlarından olan “kuvvetler ayrılığı” acaba ne durumda seyrediyor..

Bunu anlamak için hukukçu olmaya gerek yok. Hem de hukukçu olmadığın belki daha iyi. Zira “önyargı”lardan hasıl olan zararın en büyüğü yargıya ve yargıca isabet etmiş, darbenin en ağırı hukuka vurulmuş ve hukukçular yara almıştır.

Sen sade bir vatandaş olarak gidişata bakıp içinden geldiği gibi bir şeyler konuşabiliyor ve yazabiliyorsun. Sosyal medyada hür iradeni kamçılayıp bir şeyler paylaşabiliyorsun.

Peki, ya hukukçular! Ya peki, sözüm ona allı pullu, kelli felli medya baronları!

Hukukun hakkını verip her zaman hakkı savunabiliyorlar mı?

Öbür tarafta sesli-görüntülü-yazılı medyada hak ve hakikat ne ölçüde yerini alabiliyor?

Hayır, herkes şahit ki “insan ve vatandaş hakları” hukuk alanında gereğince savunulamıyor ve basında haklı yerini alamıyor.

Haksızca yerini almak ise, bugüne kadar emsali görülmedik şekilde gırla gidiyor!. Önyargı bağlamında isim takmalar, iftiralar, hakaretler ve toptan karalamalar!..

Allah’ın (cc), “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez” olan apaçık emrine kulak tıkarcasına keyfî ve biraz da “korku” hissine dayanan uygulamalar!..

Bu hale nasıl düştüğümüzü-düşürüldüğümüzü pekâla bilirsiniz de. Sadece bir tanesini ve en keskin ve en şerlisini buyurun hep beraber hatırlayalım ki, tek kelime ile “önyargı”!

Evet, en üst düzeylerde bu duvarın “temelini atma” mesajlarıyla daha evvelinden başlatılan çalışmalar-çatışmalar, menhus ve uğursuz 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle tam yerini buldu.

Bu “önyargı” büyüdü büyüdü, şişti şişti git gide adalet mekanizması olan yargımızı adeta yutarcasına kuşattı.

Anayasamızı, Yargıtay’ımızı ve her şeye rağmen, bedel ödeme pahasına hukukun hakkını vermeye çalışan hukukçularımızı tenzih ederek ifade edelim ki, “Yargı”mız neredeyse bizatihi “Önyargı” oluverdi.

Kuvvetler Ayrılığı ilkesiyle görevi belli olan “Yasama” organı, KHK’lara öncelik verir hale geldi.

Kuvvetler Ayrılığı organlarından “Yürütme”ye gelince..

Onu da Üstâd Said Nursî’nin bir sözüne havale edelim: “Zaman büyük bir müfessirdir. Kaydını izhar etse itiraz olunmaz.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*