Önyargılı olmanın sonu kaygılı olur

Yargı, “Kişinin bir şey konusunda olumlu ya da olumsuz düşünce söylemesi,” diye tanımlanır elimizdeki sözlüklerde.

Peki ya önyargı? Sahi bunu kim uydurdu? Sonuçlarının varacağı yerin önü arkası olmayan, bu kötü düşünce tanımlamasını kim soktu kelime dağarcığımıza, hayal dünyamıza, düşünce ufkumuza? Ne zaman çuvaldız ile başkalarını oyarken, iğnenin ucunu dahi dokunduramaz olduk yumuşak tenimize? Ne zaman öfkemiz en değerli hazinemiz, kötü zannımız en güçlü silâhımız oldu? Oysa ki; ”Zandan kaçının, çünkü zan sözlerin en yalanıdır” diyen bir Peygamberi (asm) ne de çok sevdiğimizi söyleriz her fırsatta. Sevenin sevdiğine, onun sözlerine tabi olması gerekmez mi? Güzel görmek, güzel düşünmek insana servet olarak yetmez mi?

Babası fakir, annesi sefil, boyu kısa, saçı uzun, bacağı topal, dayısı hamal, burnu eğri diyene kadar, sözü doğru diyebilsek arkadaşlarımız için hiç gocunmadan. Yardıma muhtaç olana el uzatanı sever Yaradan. İnsanlık dışında yarış olmaz, herkesin soyu aynı anadan, aynı babadan. Yine üzerimize örteceğimiz son örtü; aynı topraktan, aynı çamurdan. Allah insanı denemek için ona bir ömür vermişken ve her hareketinin önünü ve arkasını, niyetini ve faaliyetini bildiği halde âdil bir terazide yargılarken, şu yaradılmış olan insan biraz fazla cesur sayılmaz mı?

Dönelim kıssadan hissemize, bakalım bugün ne düşecek heybemize? Hani hep anlatılır: Vakti zamanında bir gelincik ve bir kadın varmış. Birbirlerini çok sever, çok da sayarlarmış. Lâkin kadının komşuları da fena insanlarmış. “Gelincikten insana dost olmaz “ der kadını kışkırtırlarmış. Kadın her gün bebeğini gelinciğe emanet eder, tarlaya çalışmaya gidermiş. Gelincik de bebeğe güzel bakar, her şeyini hazır edermiş. Derken, kadın evde yokken bir yılan çıkagelmiş. Güzel bir yemek için, çocuğa doğru yönelmiş. Şaşkına dönen gelincik, atlamış yılanın üstüne. Amansız bir boğuşma, yaman bir savaş vermiş. Kan ter içinde kalmış, ama yılanı da devirmiş. Sesleri duyan köylüler, hemen koşmuşlar tarlaya. Başlamışlar kadına bağırmaya. “A akılsız kadın! Dedik sana gelincikten dost olmaz, yedi bebeği gelincik, dövün şimdi birazcık!” demişler. Kadın korkuyla ve hışımla koşmuş eve. Açmış kapıyı, bakmış ki ne görsün! Gelinciğin ağzı burnu kan içinde. “Eyvah!” demiş kadın, ”bebeğimin kanları orta yerde.” Tutmuş gelinciğin boğazını, kesivermiş avazını. Oracıkta can vermiş gelincik, derken ağlamaya başlamış bebekcik. Sesi duyan anne koşmuş diğer odaya. Bir de ne görsün! Ölü yılan seriliymiş ortaya. Ah demiş, vah demiş. Eyvah kâr etmemiş. Anlamış dostunun kıymetini, ama pişmanlık getirmemiş yitirdiğini. Gözü ile görmeden gerçeği kanmış bir fısıltıya. Esir etmiş kendini anlamsız önyargıya. Boğuvermiş kaç yıllık dostunu, yere sermiş yumuşacık postunu.

İşte böyledir zannın kötüsü, yığılır ayağına sevdiğinin ölüsü. İşte böyle bir hikâye daha bin bir nasihatle eklendi heybemize uzun hayat yolculuğunda. Zihin nasıl eğitilirse, hayat öyle yönetilir. İnsanlık ön yargısızlığı gerektirir. Başımıza gelen felâketlerin, üzüntülerin çoğu kalbimizdeki kötü hisler, zihnimizdeki kötü düşüncelerdendir. Biz biz olalım, her karşılaştığımız insana at gözlükleriyle değil öz gözlükleriyle bakalım. Hâkimin kendisinin şahit olacağı o mahşer gününde, kendimize yeni hesaplar açmayalım. Gönül sofranızda, insan olsun hayvan olsun veya başka bir şey; her yaratılan için bir ikram bulunması dileğiyle…

Havva Yaşar / kuruhava651@gmail.com

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*