Oruç, tuttuğunu bırakmaz

Başım dertte şu duvar saatimle epey zamandır.

Sayısını unuttum. Kaç defa tamir ettirdiysem de düzelmedi bir türlü.

Ya ileri gidiyor, ya geri kalıyor.

Kendi bildiğini okuyup duruyor. Ne kadar ayar çektiysem de olmadı. Bıraktım artık kendi hâline.

O ayrı bir zamanı yaşıyor odada, ben de ayrı bir zamanı.

Dili olsa da konuşsa; “Doğru olan benim.” diyeceğinden zerrece şüphem yok hani.

On bir yıllık dostumla bir türlü anlaşamıyoruz. Anlaşamayacağız da. Mümkünü yok yani.

Bazen kızıp ters çeviriyorum yüzünü görmeyeyim diye. Alınıyor sanki. Tik-takları daha sert geliyor gibi kulağıma. Dayanamayıp tekrar düzeltiyorum.. Hiç olmazsa odamda aşina bir ses, eski bir dost sesi diyorum.

Atmaya da kıyamam. Yerine de yakışıyor doğrusu.

İkimiz de yaşlandık artık. O kendi hâlinde, ben kendi hâlimde…

Ömür sayıyoruz günbegün aydan ve yıldan.

Dakika düşüyoruz bize ayrılan paydan.

Birlikte yaşamayı öğreneceğiz zor da olsa.

Ahmet Hamdi Tanpınar:

“İstanbul’da mevsim, takvimden ayrı yürür.” der.

O da benim gibi dertli midir acep, garibim? Bilemem.

Ama öyledir… İstanbul’da yaşayanlar bunu gayet iyi bilir.

 

Bazen ne dışındakine, ne de içindekine yani nefsine söz geçiremiyor insan…

Tam da böyleyken; yani uçuk uçurtma nev’înden, boşlukta kaybolmak üzereyken, çıkageldi mübarek Ramazan “pat” diye birden. “Hoop” dedi şöylece. Bir ayar çekti cümle yanıma, en başta içime.

Sevmek, sevilmek gibi güneşi iki taraftan hissettim birden.

Hilâliyle bir kaş çattı nefsime. Yetti… Hulûliyle şereflendirdi. Her şeyi yerli yerine çekti, getirdi. Az söyledi, öz söyledi. Sözü kısa olanın dili tatlı olur. Hepsi, işte hepsi budur.

Ruhumuz içimizdedir, ama rengini, şeklini ve dahi ahengini dışımızdan alır. Gücünü ise kalbin imanından alır, sevgisinden alır.

Aldı, oturttu gönlümüzle baş başa bizi. Aya, yıldıza bakmayı öğretti. Hilâlleri bir bir saymayı, sevmeyi öğretti Ramazan. O kızıl akşamüstlerini, iftar vakitlerini, oruçluların telâşlı hâllerini, aceleci yürüyüşlerini sevdirdi. Bir yudum suyu, bir kuru ekmeği özletti, sevdirdi bize.

“Sevin ki…” dedi, “Çiçekli rüyalar göresiniz Yusuf misali.” Uykularımız da, rüyalarımız da değişti. Hatta zaman bile…

Sözünü tuttuk. Gecenin yolunu izleyerek, gün ışığına ulaştık. Hem de daha ilk geceden başladık. En sıcak bir yaz ortasında hayret ki; akşamın serinliğiyle, pırıl pırıl salâ sesleriyle ve şırıl şırıl rahmetiyle geldi Rabbimizin Ramazanı.

Hoş geldi.

Hoş bulmadıysa da bizi, hoş etti içimizi.

Bizi kendine benzetti. Ramazan hükmünü icra etti.

Nefisleri ağladıysa da, kendini bekleyen sevdalıların ruhunu güldürdü Ramazan. Teravihle, sahurla, en bereketli vakitlerle… Süt gibi içirdi. Bembeyaz bir güzellik kattı tenimize, kalbimize. Her sabah aynaya baktıklarında, her gün bir başka güzel yüz gördü oruçlular. Bunu Rablerinden bildiler.

Ramazan’ın da kalbi var. Kalbi ise, Kadir Gecesi. O kalbe muhatap olan, onu incitmeyen, o kalbe mukabil bir kalp taşıyan insan ne büyük bir insandır, ne güzel bir Müslüman’dır.

Kara çalıda hiç gül biter mi? Kalbini temizlemeli ki insan, nice güller bitsin oradan. Yunus’a selâm gönderelim buradan.

“Temiz et gönül evini

Yar gelecek oturmaya…”

Allah (cc), rahmetiyle, mağfiretiyle, sekînetiyle, tecellisiyle doyurur, sevindirir kalbimizi. Ramazan, bir armağandır bize Ondan, sonsuz rahmetiyle her şeyi yaratandan.

Gündüzleri diri kılmak için geceden gelir Ramazan. Gecesini diriltmeyenin gündüzü de ölüdür. Ramazan’la dirilir gönüller. Oruçla açılır nice düğümler ve Kur’ân, âyet âyet şifa olur, nur olur gönüllere.

Gecelerde bir sır var. O sırrı yaşatmak için gelir Ramazan. Göklerden yerdekilere ilâhî bir sofra serilir. Önce ruhlar doyurulur. Önce ruhlar ki; aylardır aç, Rahman’ın rahmetine muhtaç… İnananların ruhlarını doyurmaya gelir önce Ramazan.

Hem de daha ilk geceden.

Geceler ki anadır, velûddur. Gündüzler, gecelerin çocuğudur.

Oruçla eğitilir, açlıkla terbiye edilir nefisler. Büyür de büyür kalpler. Almayı unutur, vermeyi düşünür.

Oruç gündüz ibadetidir. İftar, teravih, sahur ise gece ibadetidir. Gündüzün, orucun kahramanı olmak, gecenin ibadetlerinden geçer.

Daha ilk gecenin teravihiyle, sahuruyla ve daha ilk günün orucuyla değişti her şey. En müzmin hastalıklar bile deva buldu, iyileşti birden.

 

Seksen yaşını aşmış bir halacığım var. Ramazanın başlarında konuşuyorduk. Bu sene orucunu tutamayacağından yana dertliydi. Çünkü hastalığı şiddetliydi.

“Ne yapayım?” diye sordu.

“Bismillah de, tut. Allah yardım eder.” dedim.

Geçen gece iftara gittiğimde, hastaydı, yatıyordu.

“Oruçla aran nasıl, hala?” diye sordum.

“Dediğin gibi.” dedi. “Bismillah dedim, tutuyorum. Allah yardım etti.”

İftar vakti ise sofrada beraberdik. Bir hayret daha…

Evet, hastalar bile oruçla iyileşir. Allah’ın rahmeti işte böyle gelir. İhsanı, lütfu, böyle olur kullarına işte. Yardım paketleriyle, kolilerle gelecek değil ya. Allah’ın yardımı geldi mi, böyle gelir işte. Sessiz sedasız…

En küçükten en büyüğüne, en hastadan en yaşlıya kadar kolaylaştırılır herkese oruç. Zorluklar Allah’ın yardımıyla aşılır. Mevsimler bile değişir. Bu da Allah’ın büyük bir mu’cizesidir. Her günün orucunda ve her Ramazan’da bunlar yaşanır.

Orucunu tutamayacağını zannedenler yine yanıldı. Oruç onları gönüllerindeki sevdadan tuttu, bırakmadı. Halacığım yetmiş yıldır tutuyormuş. Bu sevdaya kim dayanır? Oruç, tutanı hiç bırakır mı?

Oruç, tuttuğunu bırakmaz.

Bir şey girdi dünyamıza, bir şey. Bir ışık, bir nur kapladı aydınlığıyla her yeri ve kalpleri. O ışık, hızla kıt’alar dolaştı. Dünyanın her yerindeki mü’min gönülleri fethetti, kuşattı.

Ramazan bir fetih ayıdır. Kalplerin fetih ayıdır. Ramazan’da insan, önce kendini keşfeder. Dolayısıyla kâinatı… Bütün bir kâinatla birleşerek ve bütünleşerek kendisini aşabilmenin yollarını da gösterir ve öğretir. Bize yeni fetihler sunar Ramazan.

Kaybolup gittiydik, gelmeseydi Ramazan. Gelmezdi Kur’ân. Bunun için oruçludur işte Müslüman. Yaratıcısının kendisine yüklediği sorumluluğun farkına bu ayla varır insan. Ramazan, insanın bu sorumluluğunu gözden geçirme zamanıdır.

Bedenimiz, ruhumuzdan çala çala her gün biraz daha semizlenmişti. Öyle çalıyordu ki, farkında bile değildik. Uyuyorduk. Şükür ki birden oruçla uyandık.

Ruhumuzun hazinelerine Ramazan’la beraber sahip çıktık. Kalbimizi Kur’ân’la güçlendirdik, ibadetlerle yeniledik.

Evet, bir şey girdi dünyamıza. Nur mu? Işık mı? Bu çok özel bir şey. Hissediyoruz hepimiz. Benizlerimiz sararıp süzülse de, çetin bir mücadele veriyoruz.

Sonunda Allah’ın yardımıyla başarıyoruz ve mutluyuz, huzurluyuz… Vicdanımız, kalbimiz şahididir bu şenliğin, bu zaferin, bu ziyafetin.

İçimin tiktakları bir düzeldi ki sormayın. Bir kuruldu ki daha ilk günden, bu ayar ona bir yıl yeter.

Bakım ayı, bakım günleridir kalbimize Ramazan. Zorluktan kaçan nefsimiz bile razı olmuş, teslim olmuş. İçimizin her yanı bir cennet köşesi.

Nefsimizin ne dolaplar çevirdiğinin farkında artık kalbimiz. Hilebaz şeytanın da tuzaklarından uzak. Şeytanların azgınları da bağlandığı için, meydan baştanbaşa kalbin ve ruhun. Onun için Ramazan yoğun mu yoğun bir bakım ayı.

Ramazan’ın kadrini, kıymetini bilenlerden biri de Enes kardeşimin oğlu Yusuf. İlk günlerde daha şöyle demişti:

“Ramazan bir ay değil, keşke üç ay olsaydı…”

Hak vermemek elde değil. Hani Yusuf’umun şu sözü, bir mahya gibi yakışırdı doğrusu şu bizim Karşıyaka Camiimizin minarelerine. Her yerden okunsun, sadece insanlar değil, melekler de görsün.

Mekke’yi, Medine’yi, Bağdat’ı, İslamabad’ı, Tahran’ı, Taşkent’i, Kudüs’ü, İstanbul’u, Şam’ı, Kahire’yi, bütün dünya şehirlerini ve içindeki mü’minlerini şehir şehir, saf saf kıyama kaldırdı Ramazan. Kardeş olduğumuzu, Rabbimizin bir olduğunu hatırladık. Bir buçuk milyarı aşan bir koca cemaat, omuz omuza verdik.

Uzak-yakın bir olduk. Gönülden duâlara durduk. Rabbimizden hayırlar ve güzellikler diledik.

“Ey Rabbim! Senden bildiğim ve bilmediğim hayrın hem çabuk, hem geç olanını istiyorum.

Ey Rabbim! Resulünün Senden istediğini istiyorum. Resulünün Sana sığındığı şeyden ben de Sana sığınıyorum.”

 

Bir kıssa:

Bir gün ayyaş bir adam, yoldan geçmekte olan bir Allah dostunu gördü ve kendi hâlinden utanıp saygıyla:

“Efendim” dedi. “Oruçla, namazla iştigal bana ne sağlar?”

Allah dostu cevap verdi:

“Evlâdım, sarhoş olmadan kendinden geçmeni sağlar.”

 

Elveda Ramazan… Elveda ey sevgili ay… On sekizinci günün ardından, daha sona yaklaşmadan, gözlerimizde hüzün dolu yaşlar birikti. Sen, mübarek ay… Nelere kadirsin… Seninle yeniden doğduk, kendimizden geçtik. Kendinden geçemeyenlere de ağladık. Aradıkları huzurun bu kadar yakında olduğunu bilselerdi, orucu tutmazlar mıydı? Evet, oruç tuttuğunu bırakmaz.

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*