Öyle hayatî, öylesine lüzumlu meseleler var ki…

Seçimden önce bir grup akademisyenle sohbet ediyorduk. Aman Allah’ım, siyasete öylesine angaje olmuşlardı ki, varsa yoksa parti, siyasetçi…

Diğer taraftan milyonlarca mü’min, ellerinde televizyon kumandası, kanal kanal dolaşıp “Falan lider ne dedi, filan parti başkanı ne yedi; falanca nasıl konuştu, falanca nasıl cevap verdi?” diye saatlerce zaman öldürüyor.

Hissiyata bulanmış kör muhabbetle kör bir dövüş sürüp gidiyor. Siyaset, ruhları öylesine geveze, akılları sersem ediyor, öylesine dünyevîleştiriyor ki, İlâhî hakikatleri düşünemez oluyoruz. En mühim ve asıl meseleler bu hay huylar arasında kaynayıp gidiyor.
Oysa, Nur Talebelerinin mesleklekleri ve şiârından birisi de “ma’rufu emretmek, münkeri nehyetmek”tir.
“Emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker” (Doğruyu, iyiyi, güzeli emretmek; çirkin ve yanlıştan sakındırmak) vazifemiz. İşte Kur’ân’ın fermanı:
“Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.” 1
“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” 2
Nur Talebeleri, “emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i anil-münker” çerçevesinde, insanları menfî siyaset labirentlerinden kurtarmaya çalışmalı değil mi? Aksi halde bu, dindarların birinci vazife olan iman hakikatlerini bir tarafa bırakıp, siyasî gevezeliklerle ömür tüketmelerine yardım etmek olmaz mı? Halbuki, (insanlara tebliğ edilecek) öyle merakaver, öyle hayatî, öylesine lüzumlu meseleler var ki… Peygamber Efendimiz (asm) ne kadar merakâver, ne kadar câzibedar, ne kadar lüzumlu, ne kadar dehşetli hakàikı gösterir ve mesâili ispat eder… 3
Şu dehşetli ikaz ile dindarları siyasete teşvik ve desteği nasıl telif edebilirsiniz:
“Haricî siyaset memurları ve erkân-ı harpler ve kumandanlara bir derece vazifece münasebeti bulunan siyasetin geniş dairelerine ait mesâili, basit fikirli ve idâre-i ruhiye ve dîniyesine ve şahsiyesine ve beytiyesine ve karyesine ait lüzumlu vazifesini geri bıraktırmakla onları meraklandırıp ruhlarını serseri, akıllarını geveze ve kalblerini de hakaik-i imaniye ve İslâmiyeye ait zevklerini, şevklerini kırıp havalandırmak ve o kalbleri serseri etmek ve manen öldürmekle dinsizliğe yer ihzar etmek tarzında, kemal-i merakla, onlara göre mâlâyâni ve lüzumsuz mesâil-i siyasiyeyi radyoyla ders verip dinlettirmek, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye öyle bir zarardır ki, ileride vereceği neticeleri düşündükçe tüyler ürperir. Hatta çokları meraklarından, cemaati, belki de namazı terk eder derecede ifratla, tam namaz vaktinde konuşan radyoyu dinleyip, mimsiz medeniyetin sefahat ve dalâlet ve İslâma ettiği ihanet cezası olarak mütemadiyen başına gelen tokatlarına ve boğuşmalarına ve geniş siyaset dâirelerine alâkadârâne dikkat etmekle ve nefsi, zehirli ve başı sarhoş şahıslardan, radyodan ders almak, kudsî ve mühim vazifelerine de tam zarar ediyorlar.” 4

Dipnotlar:

1- Kur’ân, A’râf Sûresi, 199.

2- Age, Âl-i İmrân Sûresi, 104.

3- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 217.

4- Kastamonu Lâhikası, s. 34-35 / 65-68.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*