Özel hayat mahremdir

Twitter, facebook gibi internetteki sosyal ağların yaygınlaşması, insanların günün hangi saatinde nerede, ne yaptıklarını “ifade özgürlüğü” adı altında açıkça fotoğraflarıyla birlikte yayınlamaları “mahremiyet” kavramının da yeni baştan sorgulanmasına neden oluyor.
“Özel hayatın dokunulmazlığı” tüm dünyanın gündemindeki konulardan biri.

Okuduğum bir haber İngiltere Parlamentosundaki “İnternet çağında özel hayat mahrem kalır mı?” tartışmalarından bahsediyor. Medyada özel hayatlarıyla ilgili haberlerin yayınlanmasına mahkeme kararıyla yasak getiren ünlüler, internette bu tür haberlerin yapılmasına engel olamıyorlar. Mahkeme kararları henüz mağdur kişilerin istedikleri gibi interneti kullanabilmesine karışamıyor… (www.bbc.co.uk, 24 Mayıs 2011)

MAHREMİYET EĞİTİMİ

“Demokrasinin beşiği olarak bilinen bir ülkede bu tür tartışmalar normaldir” diyebilirsiniz. Şurası bir gerçek ki, nüfusunun büyük çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu, “mahremiyet” kavramının bizzat medya tarafından hızla aşındırıldığı bir ülkede yaşıyoruz.
Başı örtülü genç kızların, dedelerin televizyonlarda ailevî bilgileri izleyicilerle paylaştığı, gazetecilerin magazin adı altında ünlülerin özel hayat haberlerinden para kazandığı, devletin bizatihî “güvenlik” gerekçesiyle telefonları dinlediği, çalışma ortamlarında insanların fişlendiği, kasetlerin siyasette tehdit olarak kullanıldığı yani kendi mahremini oluşturamamış bir toplumda “özel hayatın mahremiyeti”ni yaşayarak anlatmak zorundayız.
Mahremiyet eğitimi aslında zor değil. Zira insanî değerlerin en yüksek mertebede mezcedildiği Bediüzzaman Hazretlerinin tabiriyle “İnsaniyet-i Kübra” olan dinimizde “Eşref-i mahlûkat” olan insanın “özel hayat” eğitimi de mevcuttur.
Bu eğitime en küçük daireden, ailemizden başlamalı değil miyiz?
Sözgelimi, çocuklarımıza “özel”ini yabancı ile paylaşmama eğitimini vermek mecburiyetindeyiz. İzin vermediğimiz müddetçe kimsenin fiziki ya da manevî alanımıza dokunamayacağını, bizim de başkalarının mahremlerine dokunmamamız gerektiğini, bedenimizin, eşyalarımızın, çantamızın, günlüğümüzün, mektuplarımızın, aile bilgilerimizin, cep telefonu mesajlarımızın özel alanlarımız olduğunu onlara öğretmeliyiz.

HİCAB VE HAYÂ PERDESİNİ YIRTMAMAK!

Mahremiyet eğitimindeki hassas noktalardan biri de perdeyi yırtmamaktır!
Bu konuda Hz. Ömer’in (ra) zamanında yaşananlar ibretlidir.
Halifeliğinde adaletin toplumda yerleşmesi için geceleri bile şehri teftişe çıkan Hz Ömer (ra), yine bir gece Abdullah İbn-i Mesud ile birlikte şehri dolaşır. Şehir karanlıklar içinde, herkes uykudadır. Ancak bir evde ışık yanmaktadır. Aç, dertli, hasta, mazlum mu vardır acaba?
Hz. Ömer dostuna beklemesini söyleyerek evin bahçe kapısından içeri girer, pencereye yaklaşır. İçerde elinde içki şişesi keyfeden bir adam gördüğünde Allah’ın haram kıldığı bir şeyin rahatça yapılmasına öfkelenir, hiddetle pencereden içeri girer.
Adam, Hz. Ömer’in (ra) hiddeti karşısında şöyle der: “Evet, ey müminlerin emiri! benim yaptığım çok kötü bir hareket. Ama sen de bu halinle Allah’ın emirlerine karşı geldin!

1- ‘Birbirinizin gizli hallerini ve kusurlarını araştırmayın…’ (Hucurat Suresi, 12.)

2- ‘Evlerinize kapılarından girin…’ (Bakara Suresi, 189)

3- ‘Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, sahiplerinden izin alıp, onlara selam vermeden girmeyin.’ (Nur Suresi, 27.) demiyor mu Allah!”

Hz. Ömer (ra) evden üzüntüyle ayrılırken “Rabbin affetmezse helak oldun Ömer! Bu adam yaptığını ev halkından ve diğer insanlardan gizleyerek yapıyordu. Şimdi ise nasıl olsa Halife gördü diye alenî yapmaya başlayacak. Daha fazla günahlara girecek!” diye tefekkür etmektedir.
Bir zaman sonra Hz. Ömer (ra), adamı gördüğünde yanına çağırtır. Günahının herkesin içinde yüzüne vurulacağı korkusuyla gelen adamın kulağına eğilerek “Gördüklerimi, Abdullah İbni Mesud’a bile anlatmadım. Hakkını helâl et!” der.
Bu sözlere çok sevinen adam: “Allah’a yemin ederim ki, ben de o geceden beri ağzıma bir damla içki almadım!” diye cevap verir.

HZ. ÖMER’İ (ra) MİSAL ALMAK

Evet, arkasında saklanan fark edilse bile haya perdesini yırtmamak, hataların tamirini sağlar. Perdeyi yırtmak, hücum etmek fenalığın yayılmasına neden olur. Örneğimizdeki Hz. Ömer’in (ra) davranış modeli bu açıdan tahlil edilmelidir.
Atalarımızın “Şuyuu vukuundan beter!” cümlesiyle özetledikleri hassasiyeti Bediüzzaman Hazretleri şöyle ifade eder: “Çok fenalık vardır ki; iyilik perdesi altında kaldıkça ve perde yırtılmadıkça ve ondan tegafül edildikçe, mahdut ve mahsur kaldığı gibi, sahibi de perde-i hicab ve hayâ altında kendisinin ıslahına çalışır. Lakin vakta ki perde yırtılsa, hayâ atılır, hücum gösterilse, fenalık fena tevessü’ eder.” (Bediüzzaman Said Nursi, Münazarat)
Öfkelenip, iyilik yapacağım zannıyla menfî metotlara başvurmak hatadır, hatta zulümdür. Çoğu zaman tamiri imkânsız hatalar iyilik zannıyla yapılır.
Hastalıklarımıza derman olacak ilâçları bile doktor belli doz ve vakitlerde almamızı tavsiye etmiyor mu?
“Bir derman haddinden geçse dert getirir.” (Bediüzzaman Said Nursî, Lemeat) sözünü unutmayalım!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*