Papanın küresel karşıtları

II. Jean Paul’ün sergüzeşt-i hayatının sebep olduğu tarihî hadiseler kadar, içinde bulunduğumuz zamanın özelliği de ölümüyle birlikte ortaya çıktı. Öldüğü gün otuz beş bin defa yazılı medyada haber olma rekoru kıran Polonyalı ruhanî liderin tarihî rolü, özellikleri ve yaşadığı hayatın ayrıntıları geniş bir şekilde kamuoyuna anlatıldığından; biz nazardan kaçan garip bir cihetine dikkatlerinizi davet edeceğiz.

Basında hakkındaki medih ve senadan ziyade, “fakat ve ama” gibi olumlu cümlelerle ifade edilmek istenen “karşı” anlayışları okumaya çalıştım. Doğu bloku ülkelerinin Varşova’dan çözülmesine sebep olma ciheti zaten sevapları arasında ifade ediliyordu. Karşıtlarının hata veya günah hanesine yazdıkları şeyler farklıydı… Meselâ, kürtaja şiddetle karşı durması, eşcinselliği insanlığı kemiren bir hastalık olarak nitelemesi, Irak savaşına karşı çıkması, ailenin dağılmasına sebep gösterdiği sefahete karşı gençliği ısrarla ikaz etmesi, Katolik kilisesinde kadını öne geçirmemesi ve kadının cinsel meta olarak istismarına itiraz etmesi karşıtlarının kabullenemedikleri günahlarıydı. Bu çerçevede ölümünden bir müddet önce Fransa’da toplanan Hıristiyan gençliğe hitabı ve o­nları sefahet ve dinsizliğe karşı ikaz etmesi; servet, kariyer ve ikballerini sefahet ve ahlâksızlığı üretmede kullananları çok rahatsız etmişti.

Kaderin çok garip örgüleri var. Polonyalı Papa’ya, gerek yaşarken ve gerekse öldükten sonra en çok kızanların yine Polonya ve çevre coğrafyadan Amerika, Paris ve Londra’ya göç eden hemşehrileri olması sizce de ilginç değil mi? Wolfowitz’in, Brezinski’nin Albright ve Soros’un bu toprakların çocukları olduklarını, Papa’nın dâvâ ettiği meselelere karşı olduklarını pek azımız biliriz.

Amerika ve İngiltere’de tesirli pozisyonlara gelen bu “doğu Avrupalı” çocukların dünyaya siyaset, ekonomi ve fikir noktalarında yön verirlerken karşılarında en büyük engellerden birisi olarak Papa’yı, yani hemşehrilerini görmeleri hakikaten ilginçtir. Doğu blokunun çözüldüğü o günlerde, “Amerikan Yüzyılı,” “Büyük Ortadoğu Projesi,” “Dünya Enerji Kaynaklarının Kontrolü” gibi bugün icraya konulmuş projeler, Lehistanlı gençlerin masalarında şekilleniyordu. Bu çocukların, her ne kadar dine taraftar bir ülkenin en stratejik planlamasında çalışmış olsalar da, Hıristiyan olmadıklarını ve genel insanî değerleri önemsemediklerini Polonyalı Karol Jozef Wojtyla gibi Amerikalılar da biliyorlardı…

19. yüzyılın sonlarında “semavî dinlerle savaş” projesini teoriden pratiğe döken Kuzeylilerin Polonyalı Papa’nın 20. yüzyılın sonlarında vatanını ziyareti o­nları paniğe sevk edince, projede köklü değişikliklere gidildi. İçi çürümüş, “komünizm ağacının” çökmekte olduğunu zekî milletin “dinsiz felsefeden ders alan” çocukları 1970’li yılların ortasında hissetmişlerdi. Bu istidracla o­nlar New York, Paris ve Londra’da çok derin çalışmalara girişmişlerdi.

Üstadımızın Şam Hutbesinde haber verdiği üzere insanlık “hak din” ihtiyaç ve arzusuyla inliyor ve inleyecekti. Bu hususu da öğrenen “tahripkâr hareket,” mesîhi’d-deccal mânâsına uygun bir şekilde fen ve felsefeden aldığı dinsizliği “sosyal kalıplara” döktü ve kendisine bu defa “liberal ve muhafazakâr” ismini taktırdı. İnkâr-ı Uluhiyyete karşı Jean Paul’un komutasındaki İsevî kuvvetlere mağlup olan dünün komünist ve bolşevikleri “hak dine meyil dalgasının” büyüklüğünü de hesaba katarak bu defa daha derinden ve muhafazakârlık maskesi altında insanlığın temel değerlerini sefahetle tahrip ederek yürüyorlar.

Arapların deyimiyle harp seccaldır. Yani dönüşümlüdür. II. Jean Paul o­nların korkunç saldırıları esnasında öldü. Son mermiyi de hazneye süren cephedeki savaşçılar gibi son konuşmalarında ölümü pahasına cümlelerini tamamlamaya çalışıyordu. Son konuşmasında: “Bunları söylemek zorundayım. Bana yardım ediniz!” feryadıyla sefahet ve ahlâkî tahribatı esas alan “Yeni Muhafazakârların” üzerine gidişini tarih unutmayacaktır.

Bundan böyle bu köklü tahribata karşı çıkacak bir ruhanî liderin olup olmadığını zaman gösterecektir. Fakat teşkilâtlanmış ve müesseseleşmiş Kilisenin dışındaki “İsevî hareketin” ilimle daha fazla kuvvetleşeceğine inanıyoruz. Sınır tanımayan bu hareket ana esaslarda İsevî çerçevede kalarak sınırlar ötesinde mücadele veriyor ve verecektir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*