Para kazanmak çok pahalıya patlıyor

Herkes geçim sıkıntısından, hayat pahalılığından bahsediyor. Sabah erkenden karıncalar gibi yollara dökülen insanlar akşam yorgun argın evlerine dönüyor. Günlük konuşmalar ve sohbetler hep dünya işleri üzerine. Ahiretten bahseden çok az.

Dünyaya çalışmak insanı çok yoruyor, tüketiyor adeta. İnsan ise yine de sımsıkı sarılıyor dünyaya. Bir kere kazandıysa, bin kere kaybediyor. Bir adım ilerlediyse, bin kere düşüyor.

Yine de can havliyle yaptığı hamlelerle tutunuyor dünyaya ve biraz daha kazanmak istiyor.

Bediüzzaman Hazretlerine kulak verdiğimizde bakın ne diyor: “Ehl-i dünya, hususan ehl-i dalâlet, parasını ucuz vermez, pek pahalı satar.” Bu cümleyi her sabah hatırlayıp, o gün yola böyle bir tefekkür ile çıksak ne güzel olur.

Dünyaya ait bütün hırslarımızı bir yana bırakıp, o gün Allah rızası için neler yapabileceğimizi düşünelim. İşimizi hakkıyla, adaleti gözeterek, doğruluktan ayrılmayarak yerine getiriyor muyuz? Herhangi bir yolsuzluk, usûlsüzlük gördüğümüzde “Bana ne canım, ben işime bakayım, işimden olmayayım” mantığı ile sessiz mi kalıyoruz? Yoksa gerektiği yerde, gereken doğruları söyleyerek, yanlışları göstererek iş arkadaşlarımızı ikaz ediyor muyuz?

Patron, “Arayan olursa burada olmadığımı söyle” dediğinde, onun yalanına ortak olmayı mı tercih ediyoruz? Yoksa “Ben yalan söyleyemem” diyerek, doğruyu söyleyebiliyor muyuz?

Dünya menfaatleri için, inancımızdan ve hassasiyetlerimizden vazgeçildiği noktalarda buna itiraz edip öyle olmaması gerektiğini cesur bir şekilde ifade edebiliyor muyuz?

Ne düşünüyorsunuz?

İş yerlerinde bunlardan çok daha fazlasını görüyor ve maruz kalıyorsunuz değil mi? Böyle durumlarda tutum ve davranışlarınız nasıl oldu? Hakikaten de dünya, parasını ne kadar pahalıya satıyormuş değil mi? Karşılığında bizden ne çok şey istiyor. İnancımızdan ve mânevî değerlerimizden taviz vermemizi, yalan söylememizi, dalkavukluk yapmamızı, hatta namus, şeref ve haysiyetimizi isteyebiliyor.

Velhâsıl, ehl-i dünyanın az ve menhus bir para karşılığında bizden istekleri bitmiyor. Rızkımızı Allahtan isteyerek ve sadece O’na el açarak, âhirzamanın fitnelerinden O’na sığınmalıyız. Ehl-i dünyanın isteklerini yerine getirmeye çalışmak yerine, Allah’ın bizden ne istediğini düşünerek hareket etmeliyiz. Bütün Allah dostları da böyle düşünmüşler, dünya malına ehemmiyet vermemişlerdir.

Bir gün bir adam İmâm-ı Şâfiî Hazretlerine gününün nasıl geçtiğini sormuş. O da “Benden istenen sekiz şeyi düşünmekle geçti” demiş. Adam şaşırmış. “Nedir bu sekiz şey?” diye öğrenmek istemiş. İmam-ı Şafiî başlamış anlatmaya: “Bak, her gün benden kimler neler istiyor sana anlatayım:

1- Rabbim benden farzını istiyor.

2- Resulullah (asm) benden sünnetini istiyor.

3- Ailem günlük nafakasını istiyor.

4- Nefis kendine tâbi olmamı istiyor.

5- Şeytan, arkasından gitmemi istiyor.

6- Kirâmen Kâtibin melekleri hayırlar yazdırmamı istiyor.

7- Geçen günler ihtiyarlamamı istiyor.

8- Son olarak da, Hz. Azrail (as) hazır olmamı istiyor!

İşte ben her gün bu suallerin muhatabı olarak uyanıyorum. Ve bu suâller benden cevap bekliyor.”

Adam düşünmeye başlar. Başını öne eğer ve “Meğer benden her gün neler isteniyormuş, ben ise dünya isteklerine dalmışım” der.

Biz de İmam-ı Şafiî gibi, bizden asıl istenenleri düşünerek her günümüzü ona göre planlayalım. Yoksa, ehl-i dünyanın isteklerine mukabele etmemiz hem pek pahalı, hem zarar içinde zararlı, hem faydasız…

Yazımızı, Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerine bir çok defa tekrarladığı bir ikaz ile noktalayalım ki, herkesten ziyade muhtaç olan nefsime de bir ders olsun: “Kardeşim, bu zaman çok acayip olmuş, parmağını versen elini, elini versen kolunu, kolunu versen vücudunu alır. Zarurî rızkınızı bulsanız kifâyet ediniz.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*