“Paralel” ve “İran” takıntıları

alt

“Takıntı”nın manası üzerinde durmadan direkt konuya girmek istiyoruz.

Herşeyden önce “paralel„ icadının da, AKP’nin kullanmakta olduğu diğer birçok program gibi ithal olduğuna inanıyoruz. 10 küsur seneden bu yana Türkiye’ye Amerika’dan taşınan reklâm şirketlerinin yöneticileriyle magazin basında yapılmış röportajları dikkatle okuyanlar, AKP’nin toplum üzerinde uyguladığı sosyal mühendisliğin kendisine ait olmadığını anlayacaklardır. Kurmaylarının konularına hâkim olmadıkları, tenakuz, tezat ve tekziplerle dolu “karşı açıklamalar”ında okunuyor. Türkiye tarihinde demokrasi adına bu kadar U dönüş yapmış bir başka hükümet gösterilemez. Bu ise devamlı ifade ettiğimiz gibi inisiyatifin ellerinde olmayışından kaynaklanıyor.

Bu çerçevede, iktidar tarafından seslendirilen “paralel düşman” sloganının da dışarıdan ithal edildiğini vurgulamak istiyoruz. Zira bu “düşmanla” mücadelenin ince detaylarına baktığımızda çıkan netice bu.

Türkiye, dehşetli bir paranoya yaşıyor. Devletin en yetkili ağızları; tanımını bugüne kadar yapamadıkları, adalet önünde sorgulayıp mahkûm edemedikleri ve neredeyse kendilerine karşı olan herkesi dahil ettikleri hayalî bir yapıyı Türkiye’nin yaşadığı bütün menfîlikleri “asıl sebebi” ilân ediyor. Efkâr-ı amme itiraz etmese belki IŞİD terör örgütünü de paralele havale edecekti hükümetimiz. Cemaat medyasını takip edenler, onların PKK terörü ve bilhassa turuncucularca inşa edilen KCK yapılanmasına karşı çok hassas olduklarını göreceklerdir. Rojava Kürdistanını tekrar Suriye devletine teslim etmeye kararlı ABD ve AB’nin ittifakını gören neocon’ların emriyle sokağa çıkanları da “paralel yapıya” isnad etmek paranoyanın en şiddetli hali değilse ne? Suyu Doha üzerinden doldurulmuş havuz medyasıyla yapılan hipnozla halkın çoğu farkına varmasa da, bazı münevverlerimiz PKK’nın da neocon’ların emrinde çalışan bir örgüt olduğunu biliyor ve yazıyorlar.

İRAN TAKINTISI…

Neocon’larca dizayn edilmiş Türkiye siyasetinde mevcut hükümetin yanlış politikalarının temellerine inmeden, onların dayandığı yanlış felsefî duvarları ortaya koymadan ve kendi düşüncesinin farkını arz etmeden yapılan itiraz veya muhalefetin kamuoyunda maalesef makes bulmadığını da söylemek zorundayız. AB süreci, Arap Baharı, rant politikaları, din siyaset ilişkileri ve bütün iç politikalarda AKP’nin içine düştüğü dehşetli labirentleri izah etmek için, evvelâ bu labirentlerden “doğru çıkış yollarını” da göstermek gerekiyor. Şayet genel çerçeveye veya temel yaklaşımlara itirazınız olmayacaksa, 17 Aralık çatışmasından sonraki süreçte çözüme katkımız yetersiz ve çok sınırlı olacak gibi. Bu meyanda İran takıntısının, cemaati birçok haklı meselesinde de sıkıntıyı soktuğunu düşünüyorum. 11 Eylül felâketinden bu yana dünyada cereyan eden ihtilâl, devrim, kaos ve iç savaşları, Avrupa demokratları gibi neocon ve neoliberallere vermediğiniz takdirde, 13 seneden bu yana dünyamızı kan ve baruta boğan hadiseleri koyacak yer bulamazsınız. Neoconlarla 28 Şubat’tan bu yana ittifak içine girmiş “siyasal İslâmcı” kadroların doğru İslâmiyet ve insaniyetle bağdaşmayan politika ve icraatlarının karşısında durmak isteyenler, fikrî temellerini en büyük müfessir olan zamana göre yeniden gözden geçirmek durumundadırlar. Diğer taraftan, Batının zındıka enstitülerinde, İslâm toplulukları arasında fitne çıkarmak için istimal ettiği “Şia İran’ı, Arabistan Vehhabîliği, Mısır İhvan’ı v.b.” gibi hususların hepsine karşı dikkatli olmak zorundayız. İslâm âleminin dinamiklerinden çıkan ve materyalist Avrupa ile ilgisi olmayan İslâm içi mezhep, görüş ve siyasî düşüncelerin zamanla hürriyet ve demokrasi havuzunda eriyip Ehl-i Sünnete dahil olacağını Bediüzzaman’dan yola çıkarak anlatan bir yazıyı da Zaman gazetesinde okumuştum. AKP’yi, merhum Erbakan’ın çizgisinden dolayı ille de İran’la irtibatlandırmanın zamanın şartlarına uymadığını, İran’ın Arap Baharı ve PKK politikasındaki duruşlarından öğrenmemiz lâzımdı…

NETİCE

Bize göre dışarıdaki vatan ve din düşmanlarının ve dahildeki Kemalistlerin servisiyle, hükümet “paralelle mücadele” adı altında, Türkiye’nin yetiştirdiği dindar, demokrat ve vatanperver kadrolara zulmediyor. Bunun sonucunda ortaya çıkan kaos ve zaaflardan istifade ile “dış müdahalelerden” endişe ettiğimizi de gizleyemeyiz. Cumhurbaşkanının bütün tahriklerine,  Ergenekoncuların ifsatlarına ve cemaati bitirme uğruna yapılan zulümlere rağmen Zaman Grubunun itidalli duruşunu ve müsbet hareketten ayrılmayışını da takdirle karşılıyoruz. Dinimize, milletimizin birliğine ve vatanımıza yönelik tehlikelere göğüslerini gerip bütün imkânlarını seferber eden kadrolar, elbette tebrik edilir. Bizim burada okuyucularımızın dikkatini çekmek istediğimiz esas nokta şu: Zaman Grubu, devrimci siyasal İslâm’ın dört elle sarıldığı fikirlerin yanlışlığını temelleriyle açıklamalı ve demokrasi, temel hak ve hürriyetler, adalet noktasındaki tahşidatını arttırmalı. Demokrasiyi yalnızca “araç” gören bir anlayışla Türkiye’nin bir yere gidemeyeceğini ve toplumu yıkıcı bir kaosa sürükleyeceğini dünyaya ilân etmeli. Doğru bir demokrasinin önündeki Şia ve Haricîlik engelleri üzerinde durmanın bir etap sonraya ait bir mesele olduğuna inanıyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*