İki aydır yazı yazmıyordum. Fakat o koca Paşalıoğlu beni bırakmadı. “Osman, bak ben vefat ettim. Haydi, bir tâziye yazısı yaz da, dostlarımız o vesileyle bana bir Fatiha okusunlar” der gibi geldi. Biz de onun aziz hatırasını yâd edelim dedik.
1970 senesinde Risale-i Nurlarla müşerref olduğum zaman, Ankara’da on civarında dershane vardı. Dershane açma ve dershane hizmetlerinde önde gelen, Üstad’ımızın hizmetkârlarından ve Üstad’ın son anında yanında bulunan ağabeylerimizden rahmetli Bayram Yüksel Ağabey’e çoğu zaman hizmetlerde beraber olduğumuz Lütfi Taşçı kardeşimle birlikte, devamlı olarak bizim okulumuza yakın bir dershane açılmasını söylerdik.12 Mart 1971 hareketinden sonra, Nurculara büyük baskı yapılmasına rağmen, dershane sayısı o ihtilâlden sonra, daha da çoğalmaya başladı ve bizim isteğimiz de tahakkuk ederek, bizim okulumuzun yakınına bir dershane açıldı. Ankara Dışkapı SSK Hastahanesi’nin arkasındaki Kurtdereli sokaktaki Ferah apartmanındaki dershanemiz, bizim hizmetlerimizin daha da gelişmesine sebeb oldu. Dershanemizin ilk vakfı da, yine 12 Martta Nurculuktan dolayı hapis yattıktan sonra Ankara’ya gelen, İzmitli kahraman Rıdvan Ercan Ağabeyimizdi. Yaklaşık bir-iki sene orada vakıflık yapıp, talebe kardeşlerimize bir baba şefkatiyle muamele eden Rıdvan Ağabey, 1973 başlarındaydı zannederim, Ankara’dan ayrıldı. Tabiî, bizim dershane de, vakıfsız kalmış oldu.
Yine Lütfi kardeşle beraber, devamlı Bayram Ağabey’in 27 dershanesine gider, hep vakıf isterdik. O da, “inşaallah kardeş” derdi. Bir gün 27’ye gittiğimizde, Bayram Ağabey’in yanında, sarışın, güler yüzlü birini gördük. (Onun o güler yüzü hep devam etti. Bazen kızdığı zaman suratının şekli değişse de, ona yakışan çehre, o güler yüzlü hâliydi) Bayram Ağabey, daha biz bir şey söylemeden, “işte Osman kardeş, sizin dershaneye bir vakıf kardeş. Kumandan, artık sizin dershanenizde vakıflık yapacak” dedi. Biz de çok sevinmiştik. Ve hemen, “kumandan” dediği ağabeyimizle tanıştık. Meğer o İhsan Paşalıoğlu Ağabeymiş. Askerlikten teğmen olarak terhis olmuş, Ankara’ya gelmiş, Bayram Ağabey de, ondan dolayı ona “kumandan” diyormuş.
İhsan Ağabey’in bizim dershanemize yerleşmesinden sonra, artık hep beraber hizmetlere koşturuyorduk. Onunla çok güzel günlerimiz, hatıralarımız olmuştu. Dershaneye, on km. kadar uzaklıktaki bizim evimizde yapılan derslerin çoğuna gelirdi. O yıllarda (72-74) Ankara merkezli başlatılmış olan, Yeni Asya muarızlığı hareketine katılmayan bir tek vakıf o kalmıştı. ( Ve o günden, ömrünün son demlerine kadar Yeni Asya misyonundan hiç ayrılmamıştır.) Daha sonraları, Manisa Akhisar’ın eski Nur Talebelerinden, Saatçi rahmetli Ömer Davutoğlu Ağabeyin kızı Hilmiye Ablamızla evlenme hadiselerine biraz muttali olduk. Tabiî bir müddet sonra da Ankara’dan ayrıldı. Birkaç sene sonra da, biz Ankara’dan ayrıldık. Cemaatî her toplantı ve hizmete geldiği için, çok kere konuşur, görüşür, hâlleşirdik.
Yıllar sonra ben Bursa’ya tayinen geldim. Ve onun da, Mudanya’da ikamet ettiğini duydum ve hemen onu bulmak için gittim. Çoktandır da görüşmüyorduk, özlemiştim. Nasıl onu bulup görünce, arabanın içinden öyle bir “İhsan abiii” diye bağırmışım ki, daha sonra şoförüm dedi ki, “öyle bir bağırdınız ki, neredeyse kulaklarım sağır olacaktı” Neyse, sarıldık, hasb-ı hâl ettik. Eskilerden, hâl-ı hazırdaki vaziyetlerden konuştuk. Benim Bursa’ya geldiğime çok sevindi. Maşaallah, hiçbir zaman istikametini bozmamış, aynı İhsan Paşalıoğlu olarak devam edip geliyordu. Tabiî sarışınlığı gitmiş, saçları pamuk beyazı olmuştu.
Daha sonra, Mudanya’dan Bursa’ya da gelince, münasebetimiz daha da çoğaldı. Hele 7 senedir aynı mahallede (arkadaşlarımız içinde evleri birbirine en yakın biz sayılırdık) ders arkadaşlığı, hizmetlerde koşturmaya başlayınca, eski günleri tekrar yaşar olduk. Ona “hizmet” deyin, “ders” deyin, hemen ön saflarda yerini alır. Birçok gence taş çıkartacak şekilde, eski Nurcuların âdetleri olan, bir tarafa seyahate giderken yapılan, marş ve ilâhî okumaya başlar, milleti coşturur, teşvik ederdi. Sık sık kullandığı ve onunla özdeşleşmiş olan “ulen, bana bak!” okkadar!” gibi sözlerini duyunca gülerdik.
Yazar ve şairliği de vardı. Yeni Asya’da bazen onu görürdünüz. Bundan yıllar önce Ramazan sayfasına Ramazan takvimi yazar. Orada ikinci günden bahsederken “Bugün Ramazan iki/ Geriye ne kaldı ki?” der. Bunu okuyan eski arkadaşlarından, Ankara’daki Nazif Özer Ağabeyimiz telefon ederek, “Paşalı, paşalı! Dur bakalım daha yeni başladık, niye bitiyor gibi geriye ne kaldı diyorsun” demiş.
Bazen, geceleri beni telefonla ararmış, tabiî ben de yatınca telefonu kapattığımdan ulaşamayınca, sabah kızar, niye telefonu kapattığımı sorardı. Ben de ona, “İhsan Ağabey, ben uyuyunca, benim telefon da uyur” deyince, “bana bak, Nurcuların telefonu devamlı açık olur” derdi. Ben de ona, “ağabey, ben uyurken telefonu açık olan Nurculardan değilim!” derdim. Çok şakalaşırdık, lâtifeleşirdik. Çiğ köfte yediği zaman kıpkırmızı olur biz de, güler, ona takılırdık. Bursa’da onunla en eski hukuku olan ben olduğumdan, bizim münasebetlerimiz daha başka olurdu. Birilerini ziyarete gideceğimizde veya hizmete müteallik bir işte, hemen hazır askerdir. “yok, gelemem” kelimelerini, ondan çok az duyardık.
Geçen sene kanser teşhisi koyulmuş ve çok üzülmüştük. Ama koca Paşalıoğlu, o devamlı hareketli ve aktif Paşalıoğlu, öyle her şeye pabuç bırakır mıydı? Hastalığını duyunca birkaç arkadaşla ziyaretine gitmiştik. Hanımı Hilmiye Abla üzülüyordu. “ Hilmiye Abla, hiç merak etme, bunun öbür tarafta, buradan daha çok tanıdığı var” deyince, bir gülmüş ve “okkkaddar” demiş ve “bana bak, ölene kadar yaşayacağız Osman kardeş” demişti. Ve öyle de oldu. Ölene kadar yaşadı. Hem de hızlı yaşadığı gibi, birden hızlı da gitti. Yine Bursa’ya gelen Nejat Eren ve Servet Bilgin ile ziyaretine gitmiştik. O zaman da umreden gelmiş, bize tabak içinde hediyeler ikram etmişti. Tabağın içinde yüzükler vardı. Arkadaşlar bir tane aldı. Ben de, bir zamanlar Nurcuların alâmet-i farikası olan, akik taşlı gümüş yüzük vardı, onu aldım. Baktım tebessüm etti. “Noldu İhsan Ağabey?” dedim. “ Ya, o yüzük benim kendi yüzüğümdü, abdest alırken tabağa koymuştum” dedi. Ben de parmağımdan çıkarıp, bir-iki defa ısrar ettim. “Yok, senin kısmetinmiş” dedi. O yüzük de bana, ondan hatıra kalmıştı.
Geçen seneden bu seneye, bir sene daha Rabbim müsaade etti. Yine hizmetlere koştu, koşturdu. Bir ay kadar önce, yaz mevsiminde ara verdiğimiz mahalle sohbetimize başladık. Genellikle ilk ders onun evinde yapılırdı. Fakat bu sene, tedaviye devam etiğinden onda başlayamadık. Daha sonraki hafta, sabah telefon açtım, dersi yapabilir miyiz diye bir yokladım. Vaziyeti çok iyi değildi. Biz de o akşam dersini, bizim damadın evinde yapma kararı aldık. Dersten önce de, Bursa’da bulunan Ankara hizmet erlerinden Ömer Sarıoğlu Ağabeyle ziyaretine gittik. Eve geldik. Tabiî ders için gelenler başladı. Biraz sonra bir baktım, İhsan Ağabey, iki kişinin koluna girmiş derse gelmiş. “Yaa İhsan Ağabey, sen ne yapıyorsun, bu vaziyette niye geldin?” dedim. Gülüyordu. Sanki onun umurundaydı. Adamın dem ve damarlarına ders, hizmet işlemişti. Ve o akşam damadımın evindeki ders, onun son katıldığı ders olmuştu.
Daha sonra da iflâh olmadı, günden güne vaziyeti ağırlaştı. Artık illet, vücudun her tarafını sarmıştı. Kendinde olduğu anda, bazı arkadaşları teşvik edip ziyaretine gittik. Bir kaç gün sonra, iyice kendinden geçerek, bir hafta kadar yatakta dünyadan habersiz; serum, oksijen ve damardan gıda takviyesi ile yaşayıp, nihayet Pazartesi akşamı saat 18.30’da Hakkın rahmetine kavuşmuştu koca çınar İhsan Paşalıoğlu Ağabeyimiz…
Kırk küsur senelik hatıraları gözümüzün önünden bir sinema şeridi gibi geçirdik. Rabbimiz rahmet eylesin. Makamı cennet olsun. Peygamberimize (asm) komşu eylesin. Ömrünün son anına kadar ayrılmadığı istikametli yolunun kaptanı, Bediüzzaman Hazretleri’nin has talebeleri arasında yerini alsın. Başta ailesi olmak üzere, bütün Nur Talebelerinin, sevenlerinin başı sağ olsun. Mübarek Zilhicce ayında vefat edip, Bayrama birkaç gün kala, cennet bayramını tercih edip, cennet-i âlâya uçtu, gitti inşâallah!
Benzer konuda makaleler:
- Nefise Ablamıza Allah rahmet eylesin!
- Bayram Yüksel Ağabey Üstadına sâdıktı
- Dershane meselesi…
- Ayhan Çetiner ve Sami Sarıcıoğlu
- Bayram Ağabeyin şefkat ve feraseti
- “Çadırcı Nureddin” Ağabeye, Allah rahmet eylesin!
- Bir zehirlenme olayı
- Mehmed Akay Ağabeyi ziyaret etmek
- Köftelerin tesbihatı
- Bugün Ramazan iki geriye ne kaldı ki?
İlk yorum yapan olun