Peşimizden ayrılmayan takipçi

İçim fena oldu. Nerden geldik biz bu konuya?”

Konu: Ölüm. Hayat kadar olağan bir hadise olsa da bahsi geçince görmezden gelinen hep o oluyor. Sanki hiç yokmuş, varlığından hiçbir iz, işaret görülmemiş gibi. Dersi anlatan hoca dörtnala koşarak mevzuyu değiştiriyor. Ölüme azılı bir düşmanmış tavrı takındığı gözlerden kaçmıyor.

Hani bir zamanlar bir tartışma kopmuştu ülkede. Zincirlikuyu mezarlığının girişinde yazılı “Her nefis ölümü tadacaktır” âyet meâlinin kaldırılmasını isteyen bir zümre kendince nedenler sürerek arzusunda ısrarcı olmuştu. Şimdi düşünüyorum da hocanın tavrı ile aynıydı bu hareket.

Sanırım korku, endişe ve mahiyetini bilmemenin verdiği bu ürkeklik, ölüme korkunç bir göz ile bakılması sonucunu doğuruyor.

Öyle ya, soğuk bir nefes ölüm, ensemizde.
Ayrılmıyor peşimizden, daima takipte.
Ne yapsak, nerelere kaçsak, kurtulmak ne çare.

Üstelik sevdiklerimizi bırakıp gitmek pek zor geliyor. Kim ister sahip olduklarını yitirmeyi? Eşini, çocuğunu, anne-babasını geride bırakmayı kim göze alabilir? Yaşamak sevdasından vazgeçebilir mi kolay kolay insan?

Herkesin aklında bu sorular… Bazımız uzunca düşünüyor, cevaplar arıyor. Bazımız düşünmekten dahi çekinerek hayata bildiği yolda devam etmeyi seçiyor. Haydi, itiraf edelim, gerçek şu ki hepimiz ölümden korkuyoruz! Ancak görüyorum ki, ehl-i iman ölüme sevgi ve ilgiyle yaklaşırken, onu sevgiliye götürecek bir dost eli olarak tanımlarken, ehl-i dünya yüzüne dahi bakmak istemiyor. Meselâ cenaze evlerinde yadsınan ölümden başka her şey konuşuluyor. Odalarda gezinen, ruhuyla bizzat kendini hissettiren mevt var olmamışça kabul ediliyor.

Reddiyelerin bir sonu yok, faydası olmadığı gibi. Bile bile ölümü yok saymak, Yaratıcıyı-–hâşa—ciddiye almamak sanki. Ne tuhaf, değil mi?

Ehl-i imanın gözünde ölüm bir düğün, bir dâvet, bir şölen olarak hayat bulurken, birbirine zıt bu iki kavramın aynı zamanda birbirinin ayrılmaz bir parçası olduğu hakikatini keşfetmek ne hoş, ne güzel. Bu yüzden kâmil kimseler ölümü sevmiş, daha ölüm gelmeden evvel ölmeyi arzu etmiş. Zira biliyor; ölüm ayrılık değil, vuslatın ta kendisi. Apaçık geçici olduğu görülen bu fani dünyadan, sonsuz bir âleme, nurlar diyarına gitmek üzere ardına kadar açılan bir kapı.

O kapıdan öteye hayırlarla geçebilsek, cennet kokularını içimize çeke çeke… Dünyadaki halimize gülsek saatlerce, ağladıklarımıza şaşırsak, hatıralarımızı yâd etsek sevdiklerimizle bahçelerden bahçelere geçerken.

Hayali bile ne güzel. Ya aslı?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*