Peygamberlerin sıfatları

Peygamberler, özel yaratılmış insanlardır. Arı beyi gibi doğuştan bey olarak doğarlar. Çalışılarak elde edilecek bir şey değildir peygamberlik. Normal insanların tahammül edemeyeceği çok ağır bir yükün altını girmişlerdir. Onların omuzlarına konulan risalet yükü çok ağır bir yüktür. Onların durumu, Fatiha Sûresi, 7. Ayetteki “en’amte aleyhim”deki alâ harf-i ceri, enbiyaya yükletilen risalet ve teklif yükünün pek ağır olduğunu ifade etmektedir. Sahraları faidelendirmek için yağmur, kar ve fırtınaların şedaidine mâruz kalan yüksek dağlar gibi, peygamberlerin de ümmetlerini feyizlendirmek için risalet zahmetlerine mâruz kaldıklarına işarettir. (İşarâtü’l-İ’caz, s. 49)

Onlar bu ağır yükü taşırken özel sıfatlarla donatılmışlardır. Normal insanların bu yüke tahammül etme imkânları yoktur. Bu özel sıfatlardan asla taviz vermezler.

“İtikad ve amelde, usûl ve ahkâm-ı esasiyede peygamberlerin hepsi daimdirler, sabittirler, müttehittirler. İhtilâf ve tefavütleri, ancak füruattadır. Zaten zamanların tebeddülüyle füruatın da tebeddül ve tegayyürü tabiî birşeydir. Evet, mevâsim-i erbaada tedavi ve telebbüs gibi çok şeyler tebeddüle uğrar. Meselâ, kışın giyilen kalın elbise yazın tebeddüle uğrar veya kışın güzel tesiri olan bir ilâcın yazın fena tesiri olur, kullanılmaz. Kezalik, kalb ve ruhların gıdası olan ahkâm-ı diniyenin füruatı da, ömr-ü beşerin devreleri itibariyle tebeddüle uğrar.” (İşarâtü’l-İ’caz, s. 49)

Peygamberlerde bulunması vacip olan sıfatlar vardır. Bütün peygamberler bu sıfatların gereğini harfiyen yaşarlar. Bunların aksini asla yaşamazlar. İyi zamanında da, kötü zamanında da bunları tavizsiz yerine getirirler.

Bu sıfatlar şunlardır:

1. SIDK: Doğru olmak demektir.

Her peygamber doğru sözlü ve dürüst bir insandır. Onlar asla yalan söylemezler. Sıdkın zıddı olan yalan söylemek (kizb), peygamberler hakkında düşünülemez. Bütün peygamberler, peygamberlikten önce de sonra da yalan söylememişlerdir. Dillerinde ve kalplerinde asla yalan olmaz.

“Kalbi dürüst olmadıkça kulun îmânı doğru olmaz. Dili doğru olmadıkça da kalbi doğru olmaz.” (İbn-i Hanbel, III, 198)

Allah Resûlü, dâvetini ilk açıkladığı günlerde Safâ Tepesi’nde yüksek bir kayanın üzerinden Kureyşlilere şöyle seslendi:

“–Ey Kureyş cemâati! Ben size, şu dağın eteğinde veya şu vâdide düşman atlıları var; hemen size saldıracak, mallarınızı gasp edecek dersem, bana inanır mısınız?”

Onlar da hiç düşünmeden:

“–Evet inanırız! Çünkü şimdiye kadar seni hep doğru olarak bulduk. Senin yalan söylediğini hiç işitmedik!” dediler. (Buhârî, Tefsîr, 26)

“Bu sıdk ve kizb, küfür ve iman kadar birbirinden uzak. Asr-ı Saadette sıdk vasıtasıyla Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın âlâ-yı illiyyîne çıkması ve o sıdk anahtarıyla hakaik-i imaniye ve hakaik-i kâinat hazinesi açılması sırrıyla, içtimaiyat-ı beşeriye çarşısında sıdk en revaçlı bir mal ve satın alınacak en kıymetli bir metâ hükmüne geçmiş.” (İlk Dönem Eserleri, s. 552)

“Hem de hayat ve mâyeleri makamında olan sıdk ve hakkıyeti tazammun ettiklerinden, şule-i cevvale gibi nübüvveti aleniyete çıkarıyor.” (Muhakemat, s. 160)

“Bu Zâtın tam kırk yaşının başında iken yaptığı o inkılâb-ı azîmi âleme kabul ve tasdik ettiren ve âlemi celp ve cezb ettiren, o Zâtın (a.s.m.) evvel ve âhir herkesçe malûm olan sıdk ve emaneti idi. Demek o Zâtın (a.s.m.) sıdk ve emaneti, dâvâ-yı nübüvvetine en büyük bir burhan olmuştur.” (İşarâtü’l-İ’caz, s. 225)

2. EMANET: Güvenilir olmak demektir.

Peygamberlerin hepsi emin ve güvenilir kişilerdir. Emanete asla hainlik etmezler. Bu konuda Kur’an’da şöyle buyrulur: “Bir peygamber için emanete hıyanet yaraşmaz…” Âli İmrân 3/161 Bütün peygamberler son derece emin, güvenilir, dürüst ve mümtaz şahsiyetlerdir. Ehl-i iman olmayanlar bile onlara sonsuz bir güven duyarlar. En  ziyade vahiylerin tebliğinde, Allah’ın emir ve yasaklarını insanlara değiştirmeden, artırıp eksiltmeden tebliğ etmeleri konusunda emanet sahibidirler.

“Size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve ben sizin için emîn bir nasihatçiyim.” (A’raf, 7/68)

“Şüphesiz ben, size gönderilen emîn bir peygamberim.” (eş-Şuarâ, 107)

El-Emîn vasfı, Hz. Peygamber’in âdeta ikinci bir ismi olmuştur.

“Ve keza, sıdk ve emanetle maruf Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, (haşrin geleceğini) sarahaten ilân ediyor.” (İşarâtü’l-İ’caz, s. 83)

3. İSMET: Günah işlememek, günahtan korunmuş olmak demektir.

Peygamberler hayatlarının hiçbir döneminde şirk ve küfür sayılan bir günahı işlemedikleri gibi özellikle peygamberlikten sonra kasten günah işlememişlerdir.

Peygamberler, gizli veya açık, Allah’a isyan sayılan her türlü iş ve davranıştan, günah işlemekten uzaktırlar. Peygamberliklerinden önce de sonra da şirk ve inkâr bataklığına düşmekten korunmuşlardır.

“Tâ ki, Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın.” Fetih Sûresi, 48:2 “Sûrenin başı—hakikî günahlardan mağfiret değil; çünkü ismet var, günah yok—belki makam-ı nübüvvete lâyık bir mânâ ile Peygambere müjde-i mağfiret ve âhirinde Sahabelere mağfiret ile müjde etmekle, o imaya bir letâfet daha katar.” (Lem’alar, s. 67)

4. FETANET: Peygamberlerin, akıl, zekâ ve feraset bakımından en üst derecede olmalarıdır.

Onlar, kuvvetli bir hâfıza, yüksek bir idrak, güçlü bir mantık ve ikna kabiliyetine sahiptirler. Fetanet, kuru bir akıl ve mantık değil, dehânın da ötesinde bir idrak seviyesidir. Kalbe bağlı aklın, feraset ve basiretin topyekûn bir ifadesidir.

Peygamberler, en kapalı ve zor problemleri bile kolayca çözerler. En girift konuları bile açıklarken basit ve özlü konuştukları için, her zekâ seviyesinden insanlar onları anlamakta zorluk çekmez.

5. TEBLİĞ: Peygamberler, ilâhî emirleri dosdoğru olarak, emredildikleri şekilde insanlara bildirirler.

Onlar tebliğlerinde, asla kendilerinden bir ilâve veya eksiltme yapmazlar. Tebliğ, peygamberlerin en mühim görevi olduğu Âyet-i kerimede şöyle ifade edilir:

“Ey peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan Allah’ın elçiliğini tebliğ etmemiş olursun.” (Mâide sûresi, 5/67)

Bütün ömrünü İslâm’ı tebliğe hasreden Resul-i Ekrem Efendimiz, Veda Hutbesinde ashabına hitaben:

“Tebliğ vazifemi yaptım mı?” diye sormuş, onlardan olumlu cevap alınca da:

“Allah’ım şâhit ol!..” buyurarak, vazifesini yapmış olmanın gönül huzurunu ve hazzını yaşamıştır.

“(Peygamber Efendimiz) Hem öyle bir itmi’nân ile, bir itimad ile davet eder, tebliğ eder ki, kimseden minnet almaz, hiçbir müşkülâta karşı telâş etmez. Tereddütsüz, kemâl-i samimiyetle ve safvetle ve herkesten evvel kendisi amel edip kabul ederek, getirdiği ahkâmı ilân eder. Buna şahit ise, herkesçe, dost ve düşmanca malûm olan meşhur zühdü ve istiğnâsı ve dünyanın fâni müzeyyenâtına adem-i tenezzülüdür.” (Mektûbât, s. 279)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*