Polis ve jandarma kontrolleri…

Makalenin başında şunu söyleyeyim:

Bizim; polisimiz de, askerimiz de, jandarmamız da hem kahraman, hem de fedakârdır. Bu kaydı düştükten sonra, gelelim mes’elemize…

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin, mevzuumuz ile alâkalı, çok güzel bir tesbiti var. Diyor ki; “İslâmiyetin İkinci Bir Kanun-u Esasîsi, (esas kanunu, düsturu) şu hadis-i şeriftir: ‘Seyyidü’l-kavmi hâdimühüm’ (bir kavmin seyyidi, efendisi, o kavme hizmet edendir) hakikatiyle, memuriyet bir hizmetkârlıktır; bir hâkimiyet ve benlik için tahakküm (baskı) aleti değil… Bu zamanda terbiye-i İslâmiyenin (İslâm terbiyesinin) noksaniyetiyle ve ubudiyetin za’fiyetiyle (ibadetlerin zayıflaması ile) benlik, enaniyet (kendini beğenmişlik) kuvvet bulmuş. Memuriyeti hizmetkârlıktan çıkarıp bir hâkimiyet (hükmetme) ve müstebidâne (zorla, zorbalıkla) bir tahakküm (baskı) ve mütekebbirâne (kibirlenme) bir mertebe tarzına getirdiğinden, abdestsiz, kıblesiz namaz kılmak gibi, adalet, adalet olmaz, esasiyle de bozulur. Ve hukuk-u ibad (kulların, insanların hakkı) da zîr ü zeber (darmadağın, yerle bir) olur. Hukuk-u ibad, hukukullah (Allah’ın hukuku, hakkı) hükmüne geçmiyor ki hak olabilsin. Belki nefsanî haksızlıklara vesile olur.”

Evet, Üstadın çok güzel bu tesbiti gibi, insanlar hiçbir sıfatı yokken, devlet memurluğunda bir yere, makam, mevkie geliyorsa, orada çok dikkat etmeli, millete kanun ve nizamlar haricinde; zulüm, baskı, haksızlık ve eziyet etmemeli…

30 ve 40’lı senelerde, memlekette bir despotizm hâkim olduğundan, o zamanın idarecilerinin talimatıyla, emniyet, huzur ve asayişi sağlamakla mükellef olan asker, polis ve jandarma, maalesef millete çok büyük bir zulüm yapıyordu. O zamanlardan bu zamana gelmemize rağmen, hâlâ kendilerini o zamanlarda zanneden emniyet ve asker personelimiz var maalesef.

60’lı senelerin ikinci yarısındaki anarşi hareketleri, daha sonra da PKK alçakları yüzünden, bu teşkilâtlarımız, sıkı tedbirler almak mecburiyetinde kalıp, şehir girişleri başta olmak üzere, çeşitli yerlerde arama ve kontroller yapmaktadır.

Tabiî, bu kontrol ve aramalar yapılırken, bazen, vatandaşlar ya rahatsız edilmekte ya da haksızlığa uğramaktadır. Bizim de şahit olduğumuz ve ayrıca bize anlatılan hadiselerden birkaç misâlle bunları yazalım:

Bir defa, şehir girişlerindeki arama yapılan noktalarda, vatandaşlar çok uzun kuyruklarda bekletilmekte ve canından bezdirilmektedir. Babam rahmetli derdi, “Oğlum, Allah kötüye fırsat vermesin.” Evet, kötü insan yapacağı kötülükte (Allah ellerine, yüzlerine bulaştırsın) her hâlde, plânlı, programlı hareket ediyordur. Meselâ, ben hep arkadaşlara derdim, Bursa’nın, bir İzmir yolu tarafından girişi var, kontrolü orada yapıyorlar. Oraya gelmeden biraz evvel çevre yolu girişi var. Kötülük yapacak olanlar, gelip de o kontrol noktasına takılmadan, rahatlıkla, o çevre yolundan şehir merkezine girebilirler. (Dediğimiz gibi, yine de Allah, fırsat vermesin.)

Bir arkadaş anlatmıştı. İki arkadaş bir yerden bir yere giderken, trafik polis arama noktasında bunları durdurmuşlar. Dedi ki: “Hani, böyle kontrollerin herkese eşit biçimde yapılması lâzımken, bizi durdurdular, ama diğer arabaların çoğu geçti. Bizim gibi birkaç arabayı durdurdular. Polis; ehliyet, ruhsat sordu. Şoför olan arkadaş gösterdi. O arada, o polisin yanına rütbeli bir amiri geldi, komiser miydi, neydi, fark etmedim. Yaz mevsimi camlar açık, o polise dedi ki, ‘Ben, size lüks arabaları durdurun demedim mi?’ şaşırdım, bizim araba da orta sınıf bir arabaydı. Bir söyleyeyim, ‘o ne demek, hem de, niye canınızın istediğinizi durdurup, istemediğinizi geçiriyorsunuz?’ diye. Ama içimden bir lâhavle çekip ayrıldık.”

Yine bize naklen bir hadise anlatıldı: Bir seyahat acentası, minibüs ile GAP turu yapıyormuş. Güneydoğu vilâyetlerinin birindeki jandarma kontrolünde, herkesin hüviyeti alınarak tarama yapılmış. Sonradan, grupta bulunan birkaç kız, acenta sahibine söylemiş, kontrol yapan jandarmalardan hangileri ise, kızları Instagramdan bulup, arkadaşlık dâveti yollamışlar.

Bir başka hadise. Bunu anlatan kişinin başından iki ayrı yerde vukuu bulan bir şey:

“Bir seferinde, arkadaşımın arabasıyla gidiyoruz. Ben de cep telefonuyla konuşuyorum. Çok genç bir polis bizi durdurdu. ‘Sen, niye telefonla konuşuyorsun?’ dedi. Ben de; ‘Ne alâka yahu, görmüyor musunuz, arabayı ben mi kullanıyorum?’ deyince, demez mi ‘olsun, arabanın içinde telefonla konuşmak yasak’ diye. Afalladım kaldım.

Yine bir gün, kendi arabamla gidiyorum. Trafik kalabalık. Arkamdan sivil bir araba, boyuna selektör yapıyor öne geçmeye çalışıyor. Ön taraf dolu, neyse biraz ileride baktım, emniyet şeridinde beni geçip önüme geldi, durdurdu beni. Yanıma gelip, ‘Niye bana yol vermiyorsun? Ben polisim’ dedi. ‘Beyefendi, araba kendi arabanız sivil, siz sivil. Hani, görevli ve resmî bir araba olsa, yol isteyince niye vermeyelim?’ dedim.”

Yani gördüğünüz gibi, bu ve buna benzer hâller, birçoğumuzun başından geçmiş veya şahit olup, işitmişizdir. Onun için, emniyet teşkilâtımızın hepsini temsil makamında olanlar çok dikkat etmeli. Devletin kendilerine verdiği salâhiyeti kötüye kullanıp, istismar etmemeli. Bu mes’elelerde, hassaten üst seviyedeki makamlar, bu gibi yanlışlara karşı personellerini îkaz etmelidir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*