Popüler tesettür

Image
Her şey o zamandan sonra başlamadı belki, ama daha hızlı ve farklı bir şekilde ortaya çıktı… 28 Şubat 1997’den sonra başörtüsü birçok alanda yasaklanmış ve dışlanmıştı. Bu yasak en bariz şekilde üniversite öğrencisi genç kızları vurdu. Sonrasında kamuda ve özel sektörün birçok kolunda bu yasaklama bir şekilde uygulandı. Öğrencilerin büyük çoğunluğu okullarını bırakmak zorunda kalırken, bir kısmı başını açarak ya da peruk takarak okuluna devam etmeyi tercih etti. Bazı arkadaşlar “onlardan” olduklarını göstermek için gerçekten “onlar” gibi olmaya başladılar. Saçlarını boyatanlar, farklı farklı şekil verenler oldu.

Bir süre sonra bu yeni hayat tarzı daha cazip hale geldi ve artık böyle “mutlu”ydular. Öğrencilerin büyük çoğunluğu okullarını bırakmak zorunda kalırken, bir kısmı başını açarak ya da peruk takarak okuluna devam etmeyi tercih etti. Bazı arkadaşlar “onlardan” olduklarını göstermek için gerçekten “onlar” gibi olmaya başladılar. Saçlarını boyatanlar, farklı farklı şekil verenler oldu.  Bir süre sonra bu yeni hayat tarzı daha cazip hale geldi ve artık böyle “mutlu”ydular.

Öte yandan toplumda daha önce olmadığı kadar kutuplaşmalar baş gösterdi. Toplum, başörtüsü takanlar ve takmayanlar, ondan yana olanlar ve olmayanlar şeklinde ikiye bölündü. Başörtülüler, rejimi tehdit eden büyük bir tehlike olarak addedildi. Karşı kesim için örtülü olan hanımlar sadece “ev kızı” ya da “ev kadını” olabilirdi. Çünkü bunun dışında herhangi bir vasfı yoktu. Fakat açık giyinen kadın moderndi, şehirliydi, sadece o cumhuriyet kadınıydı; okumuştu, çalışmalıydı, kazanmalıydı… Toplumda böyle bir imaj oluşturuldu. Elbette ki, bu iddiaların tümü mesnetsizdi. Bütün bunların aksi, bu on yıllık süreç içersinde bir şekilde ispatlandı.

Fakat işin kötü tarafı, bütün bu baskın propagandaların etkisiyle bir çok başörtülü -özellikle genç kız- kendilerini ezik hissettiler. Okumaya devam eden ya da etmeyen her iki grup için de söz konusu oldu bu duygu. Bu ezikliği üstlerinden atmak ve toplumda yer bulmak için giyimlerini “modernleştirme” çabası içine girenler oldu. Örtü şekillerinin değiştiği, canlı renklerin arttığı, pantolonun daha sık kullanılır hâle geldiği bir giyim tarzı…
 
Tesettürden taviz vermeden daha sevimli (sempatik, rahat, uyumlu) giyinmenin peşine düşen genç tesettürlülerin bu çabası, bir zamanlar, alternatifi olmayan tek tip tesettür şeklinin verdiği keskin mesajdan kurtulma çabası olarak tanımlanabilir. Yeni arayışların bir nedeni de “öteki” olmanın, “uzaydan düşmüş bir yaratık” muamelesine maruz kalmanın meydana getirdiği bıkkınlık. Böylelikle kabul görmek, iletişime açık olmak ve rahat etmek için yeni yeni tarzlar ortaya çıktı.

Çoğunluğunu lise ve üniversite öğrencilerinin oluşturduğu genç tesettürlüler, hem kuralına göre örtünmek, hem de özgün giyinmek istediler. Tabii bunu yaparken bir çok çelişki de beraberinde geldi. Yasakla beraber gelen dışlanma tecrübesi onlara çok şey öğretmişti; sempatik, uyumlu, renkli, canlı ol! Verilmek istenen mesajsa gayet açık aslında: “Ben de modernim!”

Tesettüre uygun giysi arama çabasının geliştirdiği yeni tarzlardan biri üst üste, kat kat giyinme şekliydi. Etek ya da elbise altı pantolon hem tesettüre uygunluğu, hem de rahatlığıyla oldukça tutulmuştu. Entelliği salaşlık olarak gören bazı gençler, kısa kollu gömleklerin altına uzun tişörtler giydi. Gömlek üstü yelekler, basenleri örten tunikler, şallar kullandı. Kaval kemiği hizasındaki eteklerin altına giyilen renkli uzun çoraplar, yine renkli Convers marka spor ayakkabılarla “sempatik” bir görüntü meydana getirdi. Canlıydık, enerjiktik, sempatiktik artık…
 
“Pardösüsüz çıkmam abi!” diyen tesettürlü arkadaşlar da haliyle yeni bir arayış içine girdiler. Gerçi bu yeni arayışa onları çağıran, yeni ve farklı modellerle ortaya çıkan pardösü modelleri oldu. Düşük belli, kemerli, apoletli, militar düğmeli, eskitmeli, spor cepli, hakim yakalı, zincirli, boncuklu, yırtmaçlı, fermuarlı, çapraz düğmeli; farklı kumaşlarda, farklı renklerde, yüzlerce yeni pardösü modeli…

Hal böyleyken eşarp firmaları boş durmadı. Yüzlerce farklı renk ve modelde, ebatta eşarp ürettiler. Onların tanıtım için kullandıkları konu mankenleri, genç tesettürlülerin ilham kaynaklarına yenilerini ekledi. Eşarba uygun boneler, bonelere uygun ayakkabılar, ayakkabılara uygun çantalar, renklere uygun takılar…

Caddelerden kesitler…
Çizmelerini pantolonunun üzerine çekip, üzerine diz üstü bir kaban giyen başörtülü arkadaşıma yaklaşıp soruyorum:
“Çizmeler pantolonun içinde daha hoş durmaz mıydı sence?”
Önce şaşırıyor, “Bu da nerden çıktı?” der gibi bakıyor bana. Sonra, “Pantolonumun paçaları zaten dar, boru paça. İçine sokunca daha tarz duruyor bence. Ha çizme, ha pantolon paçası, pek fark etmiyor benim için. Etek giymeyi zaten sevmiyorum” diyor.
“Madem öyle, aslında bol bir pantolon daha uygun dururdu,” diyorum, “O senin fikrin, bence bu da uygun” diyor ve nezaketen gülümseyip yanımdan uzaklaşıyor…

Gözüme kestirdiğim bir başörtülü arkadaşımı daha alıkoyuyorum yolundan, bir merhabayla durduruyorum:
“Merhaba, bir yazı çalışması hazırlıyorum da, şeyi merak ediyorum, eşarbın önünü epey sivriltmişsin gördüğüm kadarıyla (önden çekip, iğneyle biraz daha geriye tutturmuş yani). Herkeste bu model var, nerden-nasıl çıktı bu fikir, bir fikrin var mı?”

“Ya aslında ben hep böyle yapıyordum, sonra bizim okulda moda oldu bu model. Ardından neredeyse Fatih’teki bütün kızlar böyle yapmaya başladı.”
“Yani ‘tesettür defilesi’ndeki bir mankende görmediniz, öyle mi?”
“Hayır hayır, biz yapmadan önce kimsede görmemiştik bu modeli.”
“Peki, ama neden herkes böyle yaptı sizin okulda, bazılarında çok itici duruyor…”
“Moda da böyle bir şey değil mi zaten. Sürü psikolojisi. Biri yeni bir şey çıkardığı zaman, herkes ona yöneliyor. Kendine yakışsın ya da yakışmasın, bu özelikle gençler arasında böyle.”
“Peki, durup dururken neden farklı bir başörtüsü bağlama sitili ortaya çıkıyor? Ben bu modele çadır modeli diyorum, çünkü çadır gibi neredeyse.”
“Farklı olmak adına.”
“Ama herkes aynı modeli yapınca, farklı kimse kalmıyor ki…”
“Haklısın tabii, ama dedim ya, sürü psikolojisi bu biraz da…”
(Bu arada arkadaşımız bir imam-hatip lisesi öğrencisiydi.)

 

“Neden renklilik, makyaj, spor giyim” diye sorduğumuz başörtülü arkadaşların cevapları ise şöyle:
– Aşırı yapmıyorum, o nedenle dikkat çekmiyor.
– Artık makyajsız kimse olmadığı için sıradan hale geldi. Bence gayet doğal duruyor.
– Kendimi daha güçlü hissediyorum.
– Benim tarzım bu.
– Makyaj çok estetik duruyor, tabii aşırıya kaçmamak şartıyla. Hem benim sert ve keskin çizgilerim yok. Neden yapılmasın ki?
– Bu biraz özgüven meselesi… Kendimle daha barışık olduğuma inanıyorum.
– Hayatın içindeyim, dışa dönüğüm.
– Kendimi böyle daha özgür hissediyorum.
– Aslında yapılmaması gerektiğini biliyorum, ama işte nefsime söz geçiremiyorum. Fakat o kadar abartanlar var ki, biz onların yanında aklanmış paklanmış kalıyoruz bence. Bu soruyu onlara sormalısınız.
– Bence bu şekilde başörtüsü ve tesettür seviliyor. Daha çok eğilim oluyor. Çünkü şık duruyor, korkulacak bir şeyin olmadığı mesajını veriyoruz bir bakıma.
– Biz bu zamanda çok zor olan bir şeyi başarıyoruz. Bu kadarı da bize caizdir diye düşünüyorum. Aşırı da değil gördüğün gibi. Hem sizden daha az dikkat çektiğim kesin. (Çarşaflı genç arkadaşım, son cümleyi gülümseyerek söylüyor.)

Bir camideyiz. Vakit namazımızı eda ettikten sonra, çarşaflı bir teyze selâmlıyor bizi. Karşılıklı “Allah kabul etsin” dualarından sonra konuşmaya başlıyoruz. Öğrenci olup olmadığımızı soruyor. “Okullarımızdan atıldık, başörtüsünden” diyoruz gülerek. (Çünkü artık sadece gülünecek bir hal aldı.)  “Maşallah” diyor. Kendini anlatıyor, nasıl kapandığını, ilim meclislerinde nasıl bulunduğunu, nasıl çarşafa girdiğini… İyi hoş muhabbet ediyoruz. Sonra bize dua ediyor ayrılacağımız vakit, “Allah size de tesettürü nasip etsin, çok sevdim sizleri” diyor.
Arkadaşımla birbirimize bakıyoruz, “Nasıl yani?!” der gibi. Biz zaten tesettürlüyüz, yoksa değil miyiz?..

Ayakkabılarımızı alıp çıkıyoruz camiden. Kol kola girip yürümeye başlıyoruz. Birbirimizi süzüyoruz arkadaşımla aşağıdan yukarı doğru. Altımızda pantolon var. Bende siyah, onda kahverengi kadife pardösü. Eşarplarımız orta büyüklükte, ama rengârenk. Hal ve hareketlerimiz zaten olması gerektiği gibi… Edebe riayet ediyoruz elimizden geldiğince.
“Ağır bir darbe yedik” diyorum arkadaşıma. “Teyze bize resmen ‘Tesettürsüzsünüz’ dedi. İnanamıyorum ya…”
“Pantolonlarımıza takıldı galiba, eşarplarımız da renkli zaten. Muhtemelen bunun için dokundurmuştur” diyor arkadaşım.
Yol boyunca bir sessizlik oluyor. Sadece yürüyoruz. Sanırım ikimizin de vicdanı tuhaf bir şekilde yara alıyor.
“Biz vasat olanı tercih ettik, ama…” diyor arkadaşım neden sonra.
Böylelikle biz, eğrisiyle doğrusuyla kendi muhasebemizi yapmaya koyuluyoruz.

**

  Bilkent Üniversitesi doktora öğrencisi Ertan Keskinsoy, Radikal 2’de yayımlanan makalesinde “İkinci kuşak başörtülüler ortaya çıkmaya başladı” demiş. “Metropol/kozmopol yaşamına ayak uydurmanın bir işareti olarak sokaklarda artık başörtüsü ile birlikte daha tuhaf kombinasyonlar görmeye başladık” diye de eklemiş.
Keskinsoy’un “tuhaf kombinasyon”dan kastı, başörtülünün diz hizasındaki kısa eteğinin, ağır makyajının ve daracık kıyafetinin başındakiyle oluşturduğu tezatmış…

**

İşte şimdi muhasebe zamanı. Kendimizi bir köşeye sıkıştırıp sormak zorundayız:
Neden başörtüsü?
Nasıl bir tesettür?
Kimin için tesettür?
Nasıldık, nasıl olduk, nasıl olmalıydık?

Benzer konuda makaleler:

3 Yorum

  1. şu zamanın hanımları ‘en iyi en güzel ben olacağım’kavgası var. tesettürde bundan nasibini alıyor. tesettürlü hanımlarda fıkıh ilminin eksik olduğunu görüyorum. tesettürde havada kalıyor ki tam manası bilinmiyor. bu yüzden tesettür kafalara oturmamış bence.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*