Postmodern cehaletler…

İLİM, bilmek ve cehalet hususundaki kavram kargaşası, zihnî müşevveşiyetleri de beraberinde getirmiş. Bu asrın küçük çocuklarının yuvarlandıkları, İbni Sina’ya parmak ısırttıracak, Razi’yi hayretten hayrete düşürecek ve Farabi’yi susturacak “cehalet gayyalarına” şahit oldukça, altımızdaki zeminin yavaşça kayışını ve üzerimizdeki gök kubbe ile ters yüz olduğumuzu hissediyoruz.

Önceki zamanlarda cehaletin karşısına “okuma-yazma” ile çıkılırdı. İstatistikler bu oranlara göre çıkarılır ve kat edilen mesafeler bu hesaba göre ölçülürdü. Zamanla “okuma-yazma” çıtası “okullaşma” ile yükseltilmeye çalışılmış. Sovyet Rusya’da yüksek okul mezunlarının nisbeti yüzde doksanlara dayanmış. Türkiye’miz de “Kemalist eğitim sistemi”yle bu yolda büyük gayretler sarf etmiş. Günümüzde yüz binlerce gencimizin üniversiteye giriş için imtihanlara müracaatları, bu üstün gayretin delili olmalı.

Amerika ve Japonya elektronik teknolojisinin mu’cizevî aletlerini “dâhi çocuklarımızın” ellerinde görenler, medeniyetin harikalarıyla dünyayı ceplerinde taşıyan bu çocuklara elbette cahil diyemeyeceklerdi. Peki nasıl izah edecekti meseleyi? Ve yine mâlûm soru: Bilmek nedir, cehalet nedir?

İstanbul’da, Lâleli’de başıboş dolaşan ve insanî hasletlerini satılığa çıkarmış yüzlerce “Sovyet tortulu” Rus gencinin ceplerindeki diplomaların modern cehaleti giderip gidermediğini üçüncü kişilere sormak lâzım. Veya teknoloji harikası makinaların başında insanî değerlerini kaybederken nefesleri açlıktan kokan tembel ve sefih çocukların cehaletlerini, Avrupa ve Amerika’da akılları hayli başlarında bulunan gençlerle karşılaştırmamız gerekir kanaatindeyiz.

Bu hususta en önemli nokta, modern teknolojilerle cehaletin tutsak aldığı çocuklarımızın dünyasına girebilmek olmalı. Yaratıcıyı tanımayan ve insan olmayı düşünmeyen fertler teknoloji harikalarına tapabilirler. İnsanı tanıyamayan toplumları tarih boyunca yine insanlar köleleştirmiş. Bir kısmı ileri gidip kendilerini tanrılaştırdılar: Üstün bilgi, üstün kuvvet, sihir ve versiyonları, zenginlik ve debdebe… Genellikle bunları kullandı üsttekiler… İnsanı veya fıtratı bilmeyen bir gencin teknoloji harikalarına veya robot insanlara düşkünlüğünü kınamamak lâzım. Onun gözünde üstün olan insan değildir. Bilâkis insanın vesile olduğu harika aletlerdir. İnsanı okuma ve öğrenmeyi elden kaçıranların putlara ibadeti ile günümüz insanının robotlara tapması arasındaki farkın küçük olduğunu zannediyorum. İnsanı öğrenemeyenlerin robotlaştırılmaları ve topluca ilahlaştırılmış abidelere bağlanmaları yalnızca Eski Mısır, Grek, Roma ve Babil medeniyetlerinin işi olmasa gerek. Burada önemli olan itikattır, inanmaktır ve bağlanmaktır.

İnsan bilinmeyince, bilgi dünyasını dinsiz felsefenin zifiri karanlığı mı basar? İnsaniyetten habersiz insanlar yalnızca putlara tapmazlar: Para, kuvvet, şehvet, şöhret ve sefahet bu insanları tapınaklarında çalıştırmak üzere köle satın alırlar. Zamanımızın seküler modern tapınaklarında “ibadet huşusu” içinde söz konusu putların peşi sıra sürüklenen yüzbinlerce insanı AMON tapınağında aramamak gerekiyor. New York, Londra, Paris ve Frankfurt kadar; İstanbul, Ankara, İzmir ve Karaçi’deki milyonlarca modern köleyi de artık görmek ve kabullenmek zorundayız… Dijital medyayı işin içine katarsanız, belki de milyarları bulur bu rakam… Ve hepsi kendilerini “bilgi teknolojisi mabedinin sadık rahipleri” olarak görüyorlar.

Modern cehalet “doğru bilginin” içini boşalttığı gibi, yönünü de değiştirmiş. İnsanın mahiyetinin tahribi ve insanî değerlerin yıkım görevi de modern cehalete müptelâ insanlara verilmiş.

Yetmiş milyon robotu inşa ve onları “merkezî sistem” ile idare, epeyce masraflı olabilirdi. Fakat dijital medya ile yetmiş milyon insanın ekranlar aracılığıyla robotlaştırılması daha ekonomik ve zahmetsizce oldu Türkiye’mizde…

Öyle bir cehalet ki… Bu devâsa dönüşümün aletlerini “uluslar arası yüksek teknoloji enstitüleri” sunuyor. Sosyal enstitüler onun iktidarı için geceli-gündüzlü çalışıyorlar. Cehaletin, fukaralığın ve kaosun iktidarları için dünya servetinin önemli bir kısmı global deveranla koşuşturuyor… Ve böylece global düzeyde insanlığın değerleri yerlerde sürünüyor.

NEMRUT ÖLÜR, FİRAVUN BOĞULUR VE ARENALAR BOŞALIR BİR GÜN…

Cehalet zamanımızın en dehşetli düşmanları arasına girmiş insanlık için… Sıradan bir düşman değil. Arkası oldukça kuvvetli. Bazen uğruna filolar ve ordular savaşıyor. Nemrut ve Firavun kadar cebbar, zalim ve kuvvetli. İşgal ettiği coğrafyalarda Cengiz ve Hülâgu’dan daha tahripkâr çıktı… Kur’ân’ın zamanımızdaki pratiğini bilmeyenler, dehşetli korkulara kapılıyorlar. Ufuksuzluk çoğunu çaresizlikten göğe uçuruyor. Fakat Kur’ân’ı ve onun pratiği olan Resûlullah’ı (asm) tanıyanlar, bu meselede de Nemrut ve Firavun’un akıbetlerini gösteriyorlar. İktidarlarının zirvelerinde iken, âciz iki mahlûka mağlûp bu cebbarların acı ve zelil akıbetlerini bize hikâye ile ümitlerimizi bad-ı saba gibi okşuyor, ebr-i Nisana dönecek çölümüze ab-ı hayat akıtıyor ve güneş olup bize hücum eden yeis karanlıklarını bir anda yok ediveriyor.

Firavun’un âlimlerinin ilimlerini ve sihirbazlarının marifetlerini Hz. Musa’nın (as) asası bitirmişti. Saadet asrının nifak, karmaşa ve kaoslarını ise ilim sarayının kapısındaki Zülfikâr sona erdirmişti. Cehaletimize tutsak ilimleri hürriyetine kavuşturacak yine Asa-yı Musa ile Zülfikâr değil mi? Paranın, şöhret, şehvet, kaos ve kuvvetin global iktidarlarını bitirecek yine Hz. Musa’nın (a.s.) Kur’ânî asası olacak. Cehaletin yalnızca bizdeki tapınaklarını ve hizmetkârlarını kaldırmayacak ortadan, ehl-i kitabın diyarındaki cehalet ve nifak ağlarını da süpürecek Kur’ânî kılıç. Globalde Hz. Musa (as), lokalde ise İmam-ı Ali (ra). Dört bin sene önce veya sonra. Cehaleti sihir ve hipnotizmasıyla bize pazarlayanların tezgâhlarını bozacak Asa-yı Musa ve Zülfikâr başucumuzda dururken, post modern cehalete hiç pabuç bırakılır mı?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*